Türkiye’nin bölgesinde lider ülke olduğu, bölgede olan her olayda Türkiye’nin sözü ve iradesinin belirleyici faktörlerden olduğu, ekonominin yüzde 8,9 büyüdüğü, işsizliğin azaldığı gibi pembe haberlerden sonra sevinç ve gurur duymamak kolay değil.
Başbakanımız ve Dışişleri Bakanımız mesailerinin büyük bölümünü yurtdışı görüşmeleri ile geçiriyor. İngiltere’den Irak’a, ABD’den Afrika’ya, Rusya’dan Asya’ya kadar çeşitli devletlerle görüşmeler yapıyor. Müthiş bir hareketlilik ve gayret göze çarpıyor.
Başbakan’ın yurtiçi trafiği de baş döndürücü. Yurdun en batısından en doğusuna, kuzeyinden güneyine aynı günde birkaç ilde veya birkaç ayrı mekânda konuşmalar yapıyor.
Hükümetin yargıdan eğitime, sağlıktan şehirleşmeye kadar sistemleri kökten değiştirmeye çalışan faaliyetleri söz konusu. AKP’nin ve Başbakan’ın hedefleri arasında artık Türkiye’nin devlet yapısının kökten değiştirilmesi var. Bunlar mevcut Anayasanın yerine yeni bir Anayasa yapmak, Başkanlık sistemine geçmek, üniter devlet yapısını federasyona çevirmek gibi çok radikal değişiklikler demek.
Stephen Covey’in lider ve yönetici arasındaki farkı anlatmak için verdiği örneği hatırlatıyorum:
Tropikal bir ormanda yirmi kişilik bir kafile yolunu kaybeder. Ellerinde harita ve pusula yoktur. Orman tehlikelerle doludur, bir an evvel çıkmak lazımdır. Ekipten biri diğer arkadaşlarını organize eder. Bir kısmını baltalarla önlerindeki ağaçları kesmek, bir kısmını bu ağaçları yan tarafa taşımak, bir kısmını ise teçhizat ve gıda ikmalini sağlamak gibi işlerle görevlendirir.
Bu yönetici kişinin, arkadaşlarını motive etmek, yapılan işin verimliliğini ölçmek ve artırmak gibi önemli işleri de başarılı bir şekilde yaptığı görülür. Yönetici ve ekip çok çalışkandır. Hızla yol açmakta, ormanda mümkün olan süratle hareket etmektedirler.
Bu ekibin içinden biri farklı bir şey yapar. Yüksek bir ağaca tırmanır ve ekibin ormanın dışına değil, derinliklerine doğru yol almakta olduğunu görerek seslenir: “Arkadaşlar o tarafa değil, ters yöne gitmemiz lazım.”
İşte lideri yöneticiden ayıran fark, yapılan işin hızlı ve verimli yapılmasından önce işin doğru yapılmasını sağlayan kişi olmasıdır. Bazı yöneticiler aynı zamanda lider özelliklerini de taşır, bazıları ise sadece yöneticidir, lider değildir.
Eğer yanlış yöne gidiyorsanız, hızlı gitmenin size bir faydası yoktur. Hatta daha dönülmez noktalara götürdüğü için zararlı da olabilir.
Türkiye’de elbette iyi şeyler de yapılıyor. Başbakan ve hükümetin üyelerinin çoğu çalışkan yöneticiler. Fakat aydın olmak vasıf veya temayülünde iseniz, yani Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle eğer “beyninde zehirli kıymık taşıyan” kişilerden olmak durumunda iseniz, anlatılanları ve sunulan verileri sorgulamak, acaba “Türkiye doğru yolda mı?” diye araştırmak durumunda olursunuz.
•1- Türkiye’nin bölgesel bir güç haline geldiği söylenirken, aynı zaman diliminde ülkemizin bir bölünme riski, hatta bir beka sorunu içinde olduğu görülmekte. Terör örgütü siyasallaşmakta, sivil itaatsizlik eylemleri bir isyana dönüşme emareleri göstermekte. Mısır, Tunus gibi örnekler verilerek Türkiye Cumhuriyeti devletine meydan okunmaktadır. İmralı’daki terör örgütü lideri, Kürt halkının meşru lideri seviyesine getirilmiş, devletle pazarlık yürütmekte. Ülkemizin üçte birini kaplayan bir coğrafyada, Kürdistan devlet başkanı olma hayallerini gerçekleştireceği süreci yönetmekte.
•2- Dış politikada en büyük açılımları yaptığımız Irak‘ta ne kazandık, Türkmenler ne durumda? Kıbrıs‘ta hangi kazançları elde ettik? Ermenistan‘dan hangi tavizleri kopardık? Bu sorulara olumlu cevaplar vermek pek mümkün değil.
•3- Ekonomist dergisinin 167 ülke arasında yaptığı “Dünya Demokrasi Endeksi” araştırmasında, Türkiye’nin 2008’e göre 2010 yılında 2 basamak geriye giderek, 89. sıraya gerilemiş olduğu bildirilmekte.
•4- Freedom House adlı örgütün “Dünyada Özgürlük 2011” raporunda, 193 ülke “özgür” , “kısmen özgür” ve “özgür olmayan” ülkeler kategorileri altında 3’e ayrılmıştır. Türkiye bu raporda “kısmen özgür” ülkeler arasında yer almakta.
•5- İnsanlarımız dinlenildiği endişesiyle telefonla konuşmaya korkmakta. Yazılmamış kitaplar toplatılmakta, insanlar neyle suçlandığını bilmeden iki yılı aşan süreler tutuklu kalmakta.
•6- “Dünyanın 16. büyük ekonomisiyiz ama satın alma gücü paritesine göre 84. sıradayız. Küresel rekabet gücü endeksinde 61. sıradayız. Belki de bu tür sıralamaların en önemlisi olarak görülmesi gereken insani gelişme endeksinde maalesef 83. sıradayız.” (Mustafa Koç, Tüsiad konuşması)
•7- Ekonomimiz yüzde 8,9 büyüdü. Bu güzel bir rakam. Ancak bu büyümenin kaynağı milli üretim ve tasarruflarımız değil. Kriz dönemindeki gerilemeden sonra “baz etkisiyle”, toplam ihracatımız yüzde 11,5 artarken, ithalatımız yüzde 31,6 artmış. 2009’da ihracatın ithalatı karşılama oranı %72.5 iken, 2010’da %61.4′ e düşmüş. Yabancı parasıyla keyif çatmanın uzun vadede çıkmaza sürükleyeceğini gören Merkez Bankası ekonominin ateşini düşürecek tedbirler almakta.
•8- İntiharlar, boşanmalar, acayip cinayetler hızla artmakta. Bunun gibi Türk toplum yapısının uğradığı erozyonu anlatan sosyal veriler ürpertici.
•9- İşsizlik rakamlarını anlatan bazı devlet adamları (mesela Bülent Arınç) Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin çoğundan daha iyi olduğumuzu anlatıyor. Oysaki TÜİK verilerine göre, Türkiye’de işgücüne katılma oranı (çalışanlar ve iş arayanların toplam çalışabilir nüfusa oranı) sadece yüzde 48,2 ve kayıt dışı istihdam oranı yüzde 43,3 tür. AB ülkeleri (25 ülke) ortalaması işgücüne katılma oranı bakımından yüzde 70,4 ve kayıt dışı istihdam AB ülkelerinde şöyle: Fransa 14.7, Almanya 14.8, İtalya 27.2, Hollanda 13.8, İspanya 23.0, İsveç 19.5, İngiltere 13.0. İşgücüne katılma oranı ve kayıt dışı istihdamı AB ülkeleri seviyesine getirerek mukayese edersek üzülürüz.
•10- BM Kalkınma Programı Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi (2009) bakımından Türkiye 109 ülke arasında 101. sırada.
Öne çıkarılan bilgiler ile birlikte, lütfen bu bilgileri de değerlendiriniz. Ve kendinize sorunuz: Türkiye doğru yolda mı?