İslam Dininin İlme Verdiği Değer

167

İnsanlığın maddi ve manevi olarak ilerlemesini sağlayan en önemli unsur hiç şüphesiz ilimdir. İlim, büyük bir hazine ve karanlığı aydınlatan bir ışıktır. Hayrı şerden, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıran ilimdir. En güçlü insan, bilgi ve kabiliyeti yüksek olandır. Güçlü toplumlar da, ilim, teknik ve sanatta gelişmiş toplumlardır. Yüce Allah (c.c) bu hususta bizleri ilme teşvik ederek şöyle buyuruyor:

“Ey Muhammed! De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9)

“Allah, içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (Mücadele, 11)

“Her ilim sahibinden üstün bir ilim sahibi bulunur.” (Yusuf, 76)

Bu ayetlerden anlaşılan şu ki; ilimde ne kadar mesafe katedilmiş olursa olsun,  kişi kendisini ilmin zirvesinde sanmamalı, gaflet edip tembelliğe düşmemeli, ilmini geliştirmeye devam etmelidir.

Kur’an-ı Kerimin insanlığa ilk hitabı ‘OKU’ kelimesidir. Kitabımızın bu kelimeyle başlaması çok önemlidir. Günümüzde en geçerli yol ilimdir. Resulullah (a.s) bir mübarek sözünde:

“Dünyayı isteyen ilme sarılsın, ahireti isteyen ilme sarılsın, hem dünyayı hem ahireti isteyen yine ilme sarılsın.” (Tirmizi, Daavat, 68)

Günümüz dünyasında kaba kuvvet değil ilim öne geçmiştir. Zira ilmi tercih eden, aynı zamanda güçlü konumdadır. Yüce Allah, Meleklere, kelimeleri öğrettiği Adem (a.s)ma secde etmelerini emretmişti. Bu konuya bu cepheden bakarsak, ilim sahibinin üstün olduğu manasını çıkarabiliriz. Demek ki; ateşten yaratılmak değil, ilim sahibi olmak daha üstünlüktür. “Allah’tan gerçekten ilim sahipleri korkar.” (Fâtır,28) Ayet-i Kerimesine bakarsak, mânevi alanda da ilim sahibinin ileride olduğunu görürüz.

‘Oku’ emri ile yüce Allah, her çeşit kabalığa son vererek, üstünlüğün ilim de olduğunu bildirerek, bizi okumaya teşvik etmiş, adeta ‘okuma’ seferberliği başlatmıştır. Cenab-u Allah, yüceltmek istediği Peygamberimize ilk defa okumayı emretmiş ve okumayı öğretmiştir. Zira, yücelmek için ilim ne kadar gerekliyse, ilim için okumak da o kadar gereklidir. Alak suresinin başlangıcındaki beş ayetde:

“(Ey Habibim!) Yaratan Rabbinin adı ile oku! O, insanı pıhtılaşmış bir kandan yarattı. Oku! O, cö-mertliğinin sonu olmayan Rabbin, kalemle yazmayı da öğretendir. İnsana bilmediklerini de ancak O öğretti.” buyrulur. Bu Ayetlerden anlaşılan mana şu-dur: Okumaya ve ilme O’nun ismiyle başlamalı. Ayetlerde bu emredilmektedir. Allah’ın ismiyle okunan ilim faydalı ilimdir. Allah ile, besmeleyle başlayan ilim nasıl zararlı ve haram bir ilim olabilir. O halde bize emir ve tavsiye edilen ilim helal olan, dinen yasak sayılan cinsten olmayan ilimdir. Peygamberimize kalemsiz öğreten Allah, diğer kullarına da kalemle öğretendir. Öyleyse ilim sahibi olmak için ya okuyarak ya da, yazarak öğrenebileceğimiz mümkündür. Aksi taktirde, yattığı yerden kimsenin ilim sahibi olamayacağı bildirilmektedir. Bunun için okumak, yazmak, eğitim ve öğretim, araştırma yapmak, tefekkür etmek ve akletmek dinimizin temel karakteridir.

Peygamber Efendimiz, faydalı ilmi teşvik ederek, faydasız ilimden de Allah (c.c)’a sığınmış ve ashabını bundan sakındırmıştır.

“Mü’min ölümünden sonra hayatta iken öğrettiği ve yayınladığı ilimden, geride bıraktığı iyi evlattan, miras olarak bıraktığı mushaftan, yaptırdığı mescidden, yolcular için inşa ettirdiği misafir evinden, akıttığı sudan, sağlıklı iken malından verdiği sadakadan kendisine sevap ulaşır” (İbni Mace Mukaddime,20)

“İlmi öğreniniz. Çünkü onun öğrenilmesi, Allah’a karşı saygı, ilim talep etmek ibâdettir. Bilimsel tartışmalar, Allah’ı anmak, bilimsel konulardan konuşmak ise cihaddır. (Cihat: Cahilliği kaldırmak için yapılan mücadeledir.”) “Bilgisiyle insanları yararlandıran bir âlim, ibadet edenden hayırlıdır.” “Bilginlerin, alimlerin kalemlerinin mürekkebi, Şehitlerin kanıyla tartılsa, Allah katında, şehitlerin kanlarından ağır gelir.” (İhya-u Ulumiddin,1/19)

Peygamber Efendimiz (s a v):

“İlim talebi her müslümana farzdır” (Beyheki, ilim) buyurmuştur. Demek ki; Dinimizde okuma ve ilim tahsilinin cinsiyetle alakası yoktur. Diğer bir hadiste ise;

“İlim öğrenin çünkü ilim öğrenmek düşmana karşı silahtır. Allah ilimle bir kısım milletleri yükseltir, hayırda komutan ve önder yapar, onların izlerinden gidilir ve fikirlerine uyulur.” (A. İbn Hanbel, Müsned, III, 157)

Resûl-i Ekrem Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde:

“Allah (c.c), hakkında hayır murâd ettiği kimseyi dinde ince anlayış (ilim) sâhibi kılar.” (Buhârî, İlim, 10; Müslim, İmâre, 175) buyurarak ilim adamına verilen değeri vurgulamaktadır.

Okumaya ve öğrenmeye çok önem vererek dünya ve ahiretimizi mamur etmeliyiz. Her gün mutlaka dünya ve ahretimize faydalı kitap okuyalım.  Çocuklarımıza da bunu tavsiye edelim. Onlara öğrenecekleri her türlü ilim tahsilinde Allah rızası için öğrenmeyi öğretelim. İş yeri ve evlerimizde bir kütüphanecik oluşturalım. Öğrendiklerimizle amel ederek ilmin gayesine ulaşalım.

İlimden kasıt sadece dini ilimler değil, dünyevi ilimlerde emir ve tavsiye edilen ilimlerdendir. Zira dünyevi ilimler olmazsa dini yaşamak da imkânsız hale gelir. Teknolojinin gerisinde kalan devletler diğer gelişmiş devletlerin sömürgesi olmuş ve zamanla asimile olarak dinlerini de büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Kur’an-ı Kerimde:

“Düşmanın silahıyla silahlanın, kuvvet hazırlayın” buyrulmasını bu manayı yükleyerek okuyabiliriz. İlim olmadan bu kuvveti hazırlamak mümkün değildir. Bütün ilimler Ku’anda olmayabilir, ancak Kur’an, yol gösterir. Şöyle ki;

“Bilmiyorsanız, zikir ehline (ilim ehline, âlimlere) sorun” (Enbiya,21,7) buyurulmuştur.  Âyet-i Kerime’deki zikir, ilim demektir. Bu âyet-i kerime, bilmeyenlerin, âlimleri bulup onlardan sorup öğrenmelerini emretmektedir. Ayrıca; bir ayet hangi ilimden bahsediyorsa o ilmin tahsilini yapan kişilerin o ayeti yorumlamasının daha doğru ve isabetli olacağı da vurgulanmaktadır. Yüce Allah diğer bir ayette:

“Allah iman edenleri yüceltir; kendilerine ilim verilmiş müminleri ise, (cennette) kat kat derecelerle yükseltir” (Mücadele, 58, 11) buyuruyor.

Bir ilim adamından dinlemiştim; birisi ona şöyle bir soru soruyor:

“Hocam! Kur’an’da bütün ilimler var diyorlar, siz ne dersiniz?”  Sorunca, ben de ona:

“Evet vardır, çünki Kur’an’da bir çok ilmin çekirdeği diyebileceğimiz ana başlıklar vardır, ayrıntılar içinse “Bilmediğiniz konuyu bilenlere sorunuz” buyurarak onunda yöntemi bildirilmektedir” şeklinde cevap verdiğini ifade etmişti.

Evet Kur’an-ı Kerim ayrıntıya girse idi, hem hacmi çok geniş olacak ve hem de asr-ı saadette, daha ilim ve fennin gelişmediği dönemde zaten inananların az olduğu hengâmede insanlar inanma güçlüğü çekecek, ayetleri hazmedemeyecekti. Meselâ uçaktan, uzay mekiğinin aya, yıldızlara çıkacağından açıkça bahsedilseydi, nasıl izah edilecekti. Fakat bunlara işaret ediliyor, yerin derinliklerine, fezaya gidilmekten, nüfuz edilmekten bahsedilmektedir. Bakalım görelim nasıl olacak diye bir merak ve dikkat çekilmekte, ilimler ilerledikçe bahse konu buluşların hayata geçirilebileceğine işaret edilmektedir. Şimdi gelinen nokta şu ki; Yüce Allah; Rahman suresinde aya çıkılacağını, fezaya ancak ilmi ve maddî güç ile çıkılacağını ifade etmiş. Bu ve buna benzer nice ilmi gerçeklere işaret edilerek, sanki ileride asırlar sonra bu ilmi gerçekler hayata geçirildikçe anlarsınız, der gibi bizi bu teknolojiye teşvik etmiş ve alıştırmış olmaktadır. Bir ayet-i Kerimede:

“Size ayetlerini gösterir ki düşünesiniz.” (Bakara:73) buyrulur. Kâinatın, yer ve göğün, insanın yaratılış evreleri, hayat suyunun geldiği yerler bildirilmektedir. O günün şartlarında film ve röntgen cihazının olmadığı dönemde Peygamberimiz bunları nereden bilecekti. Fakat öğreten ve bildiren Allah bildiriyordu.

“Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti.” (Nisa:113) buyuruluyor.

Şimdi rahatlıkla diyebiliriz ki, ilim ilerledikçe Kur’an tazeleniyor, anlaşılamayan ilimler açığa çıkıyor. Gelişen ilimler Ku’anı tefsir ediyor. O gün bilinen binitlerden bahsederken, daha sonra bilmediğiniz binitlere işaret eden yüce Allah; taksiler, otobüsler ve uçaklara işaret ediyordu. Bunu o günün şartlarında yorumcu ve müfessirler ismen telaffuz edemiyorlardı. “Dağları yerinde duruyor zannetmeyin onlar bulutlar gibi yüzüyor” ayetinin, açıkça dünya dönüyor dediğini çok net olarak ortaya koyamıyorlardı. Dağlar yüzüyordu gezegenler gibi, ama nereye, evet kendi etrafında dönüyor, yani dünya dönüyor diyemiyorlardı. Galile’nin canından olduğu konuyu Kur’an, asırlar önce ifade ediyordu. Atomun parçalanabileceğinin ilim adamlarının anlamasından asırlar önce Kur’an atomun zerrelerinden bahsediyordu.  Evet Cenab-u Hakk:

“Düşünürseniz size ayetleri açıkladık.” (Âl-i İmrân:118) buyuruyor. Demekki düşünülecek, araştırılacak ve sonunda gerçeğe ulaşılacaktır.

Kur’an-ı Kerimde şöyle buyruluyor:

“Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.” (Ankebut,43) Yani; her alim, kendi sahasını ilgilendiren ayeti daha iyi anlayacak ve daha iyi yorumlayacak demektir. Diğer bir ayette de:

“Allah (c.c) içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” buyurmaktadır. (Mücâdele 58/11)

Bunun için alimin uykusunu, cahilin ibadetinden üstün tutan yüce dinimizin sevgili Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v), “Beşikten mezara kadar, kadın erkek herkesin ilim tahsilini, eğitimini, ilim Çin’de dahi olsa, yani çok uzaklarda da olsa gidilip alınmasını” tavsiye etmiştir. (Suyuti, Fevzül-Kadir,1/542) Ayrıca faydalı ilmin, irfanın, teknik ve medeniyetin nerede olursa olsun alınması, yani ilmi üretenin dini, ırkı ve cinsiyeti ne olura olsun faydalanılması gerektiği anlaşılmaktadır. Ayrıca ilmin beynelmilel olduğuna da işaret edilmektedir.

“İlim müslümanın yitiğidir, bulduğu yerde almalıdır” mübarek sözünün anlamı da budur.

Bilim ve medeniyet, dünya milletlerinin ortak malıdır. Bu yolda her toplumun az veya çok bir payı vardır. Bu payda Avrupa, Çin, Mısır, Hint, Roma, v.b. medeniyetlerinin de bir payı vardır. Bilhassa ortaçağda medeniyet bayrağını İslam Medeniyeti almıştır. Daha sonra gerileme devrinde, medeniyette batılılar ilerleme katetmişlerdir. Bu ilerleme yalnız başına olmamış, batının ilerlemesinde müslüman bilim adamlarından da önemli ölçüde faydalanmışlardır. Dokuzuncu yüzyıldan ondördüncü yüzyıla uzanan zaman diliminde, en ileri uygarlık “İslam Uygarlığı” olmuştur. İlim ve medeniyet alanındaki buluşların birçoğu, bu dönemde gerçekleşmiştir. Akıl ve gerçek bilgiye dayanan bu uygarlık, bu günkü dünya uygarlığına kaynaklık etmiştir.

Batılı bilim adamlarından Prof. J. Risler: “Müslüman astronomistler, matematik alimleri derecesinde Rönesans’ımıza tesir ettiler.” diyor.

E. F. Gautier ise:”Yalnız Cebir değil, diğer matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dairesi, Müslümanlardan almış olduğu gibi, bu günkü Batı matematiği gerçekten İslam matematiğinden başka bir şey değildir.” diyor.

Allah Teâla Kur’an’da defalarca;”Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara:44) buyurmak suretiyle, akla ne kadar önem verildiğini bildirmektedir.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün:

“Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer.” İfadesindeki gibi İslam’da “din-bilim çatışması” yoktur. Özellikle İslam Dini akla ve bilime önem veren bir dindir.

Kur’an’da, kâinatın yaratılışı ve düzeni ile ilgili ayetler ışığında yapılan araştırmalar, hicri takvimin oluşturulması, buna bağlı olarak ibadet saat ve günlerinin tespit edilmesi, dolayısıyla her yıl on gün geri kalan yıl sayesinde Hac ve Oruç gibi ibadetlerin bütün seneyi dolaşmasıyla zaman ve zeminlere göre adaletin sağlanması gibi hikmetli yorumlara İslam alimleri katkı sağlamışlardır. Astronomide, dünyanın yaratılışı, insan anatomisi, matematik, fizik, kimya, tıb ve bir sürü ilim dalında İslam dünyası altın çağlarını yaşamıştır. Yüce Allah:

” Hikmeti (ilmi) dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir. Bunu ancak sağduyu sahipleri düşünüp anlarlar.” (Bakara:269) buyuruyor. Ancak ilmi talep etmek, elinden geleni yapmak, zahiri bütün sebeplere tevessül ettikten sonra tevfikat-i Rabbaniyi beklemek gerekmektedir. Aksi taktirde zengin ülkelerin eline bakar duruma düşmek zorunda kalırız. Tabiiki, manevi ilimler konusunda kendisine Vehbi ilim verilen kişiler de vardır. Ancak bu ilim bile durup dururken herkese verilen bir ilim değildir. Bildiği ile amel eden kişiye bilmedikleri de bahşedilebilir. Bu bile bir çalışma ve gayret sonucu verilen bir lütuftur. Ancak bazı kişilerin haketmedikleri her hangi bir şeyi kul hakkı veya gayr-i hukukîlik başlığı altında ele alarak dünyada yada ahirette hesabı verilecek işler kategorisinde değerlendirilmelidir.

Şu husus hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir; bütün bu ilmî buluş ve inkişaflara rağmen, başka milletlerin öne geçmesi çok kötü bir performans seyridir. Bu hiç affedilemez, ilmî çalışmalarımızla övünmek değil, çok çalışarak bu açığı kapatmak zorundayız. Okumadan ve çalışmadan kalkınmak hiçbir millete nasip olmaz. Topraklarımızı, mabed ve mukaddes değerlerimizi ancak çalışarak koruyabiliriz.

Sevgili Peygamberimiz (a.s.v): “Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah (c.c)’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen talebe bundan müstesnadır.” (Tirmizî, Zühd, 14) buyuruyor.

İnsanın öğrendiği ilmini diğer insanlara öğretmesi de büyük hayırlardan biridir. Talebe yetiştirmek, kitap yazarak, yayınlayarak,  ilmini kendisinden sonraki nesillere ulaştırmak, hadis-i şerifte buyurulduğu üzere kişinin amel defterinin kapanmayacağına ve sevabının devamlı olacağına vesile olacak sâlih amellerdendir. (Müslim, Vasiyyet, 14)

Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Kim ilim tahsiline yönelirse, Allah (c.c) o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim için Allah’tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 1; Tirmizî, İlim, 19)

“Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşinci olma, helak olursun”,

“Bir ilim talebesi ilim tahsil etmekteyken ölüm ve ecel gelse, vefât etse şehid hükmündedir.” buyurmaktadır.

O halde sözü, söz sultanının dilinden bitirelim;  “Dünyayı isteyen ilme sarılsın, ahreti isteyen ilme sarılsın.. Hem dünyayı ve hem de ahreti isteyen ilme sarılsın.”