Dünyaya ait konuları anlamak lazım. İdare ve siyasetle ilgili meselelere nüfuz etmek gerek. Bunlarla alakalı hükümleri kavramak şart.
İşte bütün bunları idrak edip algılamak için örf, adet ve geçen zamanı hesaba katmak zaruridir.
Çünkü bunlar sosyal hayatın çeşitli ihtiyaçlarına tabi ve bağlıdır. İşte bu yüzden bu mevzularda müşavere ve istişareye yani sorup soruşturmaya kısaca demek lazımsa, danışmaya çok ihtiyaç vardır.
Klasik ifadeyle “Müdavele-i Efkar” denilen karşılıklı fikir teatisi, söz alış verişinde bulunmak icap eder.
Bu tarz fikir jimnastiğine hem fert ve bireylerin hem de içtimai / sosyal grupların şiddetle gereksinmeleri var.
Zaten buna lüzum hissediş; Hz. Peygamber’in devamlı yapmış olduğu bir husustu. Kendisinden sonra Müslümanların başvurmasını istediği çok önemli ve hayati / yaşamsal bir sünneti yani fiili / eylemsel bir örnek davranışıydı.
Şüphesiz, müşavere ve danışmaya ihtiyaç duymak, hakkında kesin bir nas / şer’i / dini bir hüküm bulunmayan konular için bahis mevzuu ve söz konusudur.
Kaldı ki, Hz. Muhammed, hususi ve özel işlerinde bile müşavere eder / danışmaktan çekinmezdi. Nitekim bir Hadis-i Şerif’inde şöyle der: “Hiçbir millet, meşveret, (istişare / birbirinin görüş ve düşüncesine başvurmak)tan zarar görüp helak olmuş değildir. Meşvereti terk etmek ise helake (mahvolmaya) müeddi (ve sebep) olur.” ( Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, cilt:1, Ömer Nasuhi Bilmen, İstanbul – (Tarihsiz) s. 485 )
Zaten Ayet – i Kerime de bunu nazara verici mahiyettedir: “Ve emrühüm şura beynehüm.” / “- Bütün ortak iş, mesele ve – idareleri; aralarında şura ve danışma iledir. – Ancak bu şekilde karar verirler.-” (42 – Şura – 38)
“Malum olduğu üzere ‘Ulum-u İslamiye’ (‘İslam İlimleri’)nden biri de ‘Adab-ı Münazara’ (‘Karşılıklı Konuşma Edep ve Usulleri’)ne ait olan ve ‘İlm-i Edep’ (‘Edep İlmi’) denilen mühim (ve önemli) bir ilimdir.
“Bu ilim gösteriyor ki; vaktiyle İslam alimleri bir mesele hakkında mübahase ve münazarada bulununca (aralarında konuyu tartışmaya açınca), hepsinin ehass-ı amali (en hususi dilek ve istekleri) hakikatin tecellisini görmek (ve ortaya çıkartmak)tan ibaret bulunurdu.
“Bununla beraber, her biri arzu ederdi ki: Bu hakikat arkadaşı tarafından meydana çıkarılmış olsun. Ta ki: Kendi nefsine bir gurur gelmesin ve arkadaşı da – ben rey (ve görüş)ümde isabet edemedim – diye meyus olmasın (üzülmesin). Ne güzel bir ahlak, ne fazilet-perver (faziletli ve üstün) bir cemiyet – i ilmiye (ilmi, bilimsel bir topluluk).” ( a.g.e. s: 487 )
Bir bakıma yeni bir seçimin arife gününde olduğumuz şu zamanda, iktidara talip Parti temsilcilerinin, birbirlerine ve halka karşı söz ve sohbetlerinde tam bir anlayış, müsamaha ve hoşgörü içinde bulunmaları -tabii her zaman olduğu gibi- çok daha elzemdir.
Çünkü halkın rey ve oylarını isteyecek olanların; halkın karşısına çıkmalarını; bir bakıma halkın meşveret, istişare ve şura meclisinde boy göstermelerine benzetebilir; halka sundukları vaat, söz ve yorumların; onlarda yapacağı yankı ve yansımalara intizar etmeleri, yani bekleyiş içinde bulunmaları şeklinde düşünebiliriz.
Evet, seçimleri; halkın huzurunda; onun idaresine talip olanların; halkın fikir ve görüşlerine müracaatları, yani bir bakıma halka danışmaları şeklinde tefsir edebiliriz.
Evet, Partiler; halkın bakış açılarına açık oldukları, onlara değer verdikleri ve gereğini
yaptıkları takdirde; halk indinde ve katında bir kıymet ifade eder.
Velhasıl, Partiler; iktidarın; ancak milletin istek, görüş ve düşüncelerine itibar ettikleri takdirde, kendilerine müyesser ve nasip olabileceğini bilmelidirler.