Kültür Ocağı’nda Sanat ve Din

106

Medeniyet, sanat, estetik, ideoloji ve din; üzerinde ciltler dolusu kitapların yazıldığı, bitmez tükenmez tartışmaların yapıldığı önemli kavramlardır. Milletlerin ve toplumların tarihi, bu kavramların içeriğinde yer alan değerlere, yani kıymet hükümlerine göre işlenir, yorumlanır, anlatılır. Cemil Meriç’i, Yahya Kemal’i ve Necip Fazıl’ı okuyanlar bu durumu hemen fark ederler. Aynı durum 19. ve 20. yüzyıl Batı düşüncesinin, bütün düşünürlerinin ve tarihçilerinin eserlerinde de sezinlenebilir. 

Bu günlerde, toplumsal sorunlar, siyasi tartışmalar ve çekişmeler bedii, medeni ve itikadı kıymet hükümlerinden arındırılmış olarak yapılmaktadır. Yani medeni, bedii ve itikadı kaygısı ve temeli olmayan, bir politik söyleme göre toplum konuşmaktadır.   İnsanlar laf etmektedir, söz söylemektedir, tartışmaktadır.  Ne oldukları bir türlü tanımlanamayan liberal değerler, gizli kapaklı örgütsel faaliyetler, mevki ve makam çekişmeleri, pornografik özgürlükler, politik kulisler ve manevi değeri olmayan ne kadar uğraş varsa, hepsi de en önemli konular haline gelmiştir.

İşte böyle bir ortamda, 19 Şubat Cumartesi günü, ruhun, imanın ve teslimiyetin taşa, mermere, mimariye ve mahalleye yansıtıldığı bir mekânda Prof. Dr. Sadettin Ökten’i dinledik. Ökten, Kültür Ocağı Vakfı’nın, Süleymaniye’deki merkez binasında, Medeniyet ve Sanat Konferansları serisi kapsamında, “Estetik ve Din” konusunu anlattı.

Ökten, sanat konusundaki görüşlerini, felsefi bir temele dayandırarak açıkladı. İnsanın içgüdüsel, duygusal ve rasyonel boyutları üzerinde durdu. Sanatın ve estetiğin insanın duygusal boyutu ile inşa edildiğini söyledi. Ancak duygunun her zaman aynı şekilde tecelli etmediğini, yani sanat ve üretim dünyasına yansımadığını, örnekleriyle ortaya koymaya çalıştı.  Klasik Hıristiyan ve İslam sanatlarıyla çağdaş materyalist, pragmatist Batı sanat anlayışlarını bu bağlamda karşılaştırdı.

 Gotik katedrallerin, ikonaların, çizgilerin, panoramaların/manzaraların gösterime koymaya çalıştığı inanç ve zihniyet üzerinde durdu. Bu eserleri yapan sanatçıların, inançlarını ve mensubu bulundukları toplumun zihniyet dünyasını;  şatolara, heykellere, kilise resimlerine ve katedralleri çevreleyen keskin, sert ve katı şekillere dönüştürerek kalıcılaştırdığını anlattı. İnsan, çağdaş Batı uygarlığının kapitalistleşmiş sert biçiminin arkasında böyle bir inancın ve duygunun olduğuna hayret ediyor. Hoca’yı dinlerken, inancın maddileşmesi ve bu maddi değerin, inancı zaman içerisinde kendi bağlamından tamamen söküp çıkarması gibi bir tezat ile karşılaşıyor.

Öte taraftan İslam medeniyetinin sanat anlayışının dayandığı duygu, çok daha ilginç çağrışımlarla bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Tanrıyı ve inancı dünyevileştirerek, maddileştirerek gösterime koyan bir Rönesans sanatının karşısına,  kendini Yüce Allah’ın kudreti karşısında aciz gösteren bir İslam sanatı. Bu sanat, gönülden ve inançtan kopmamış bir sanattır.

Necip Fazıl’ın “Ver cüceye onun olsun şairlik” şeklindeki dizesine göndermede bulunan Ökten, İslam sanatının kaynağının Vehbi bilgi olduğunu örneklerle anlattı. Ona göre İslam sanatı; yokluğu, acziyeti ve “Fenafillah”ı gösterime koyan bir sanattır. İslami inanç ve duyguyla inşa edilen veya gösterime konan bir sanat eseri, Cemal bahçesinden gelen bir ilhamdır. Sanatçının kendi egosu, ustalığı, mahareti ve başarısı değildir. Sanatçının kendini ustaların Usta’sına adamasının bir sonucudur.

İnsan bunları dinleyince camileri süsleyen hatların ve geometrik şekillerin neyi gösterime koyduğunu daha iyi anlıyor. Çok net oldukları açık olan geometrik çizgiler, İslam sanatında sonsuza ıraksayan şekillere dönüşür. Çizgiler kendi içinde bir ufuk inşa eder. Keskin çizgiler iç içe geçirilerek insanın kendi eserine bile hâkim olamayacağı intibaını uyandıracak şekilde sunulur. Böylece mantıksal ve makul olduğundan emin olduğumuz, matematiksel ve geometrik malumat, yani keskin ve katı çizgiler, belirsizleştirilir, sonsuzlaştırılır. Anlaşılan camilerimizi süslediğine, güzelleştirdiğine inandığımız geometrik figürler, aynı zamanda faniliğimizi de anlatıyorlar.

Kültür Ocağı Vakfı, bulunduğu mekânın anlamına uygun bir sohbete katılmamıza vesile oldu. Sadettin Ökten, Süleymaniye camisi, imareti ve külliyesinin yanı başında bulunan ahşap tarihi konağın misafirlerine, cemal bahçesinden bir demet gül sundu. Sanatın dini boyutunu örnekleriyle anlattı. Kapitalist ve materyalist zihniyetin sanatı bayağılaştırdığını veciz bir tarzda anlattı.  Misafirlerden Prof. Dr. Sacid Adalı hocamız ise keşke bu gülün raksını duyarken, Süleymaniye’nin manzarasını pencereden görseydim, diyordu.  Böylece, sanat eserleri anlatılırken, manevi bir haz duymanın, ne olduğunu yaşayarak öğrendik.