Hindistan’da, Hinduların oturduğu bir mahalleye Müslüman kılıklı iki kişi bir ineği sürükleyerek getirirler ve ineği öldürerek kaçarlar. Bu olay üzerine Hindular Müslüman mahallelerine saldırırlar. Çıkan çatışmalar günlerce sürer. Sonuç, çok sayıda ölü ve yaralıdır. Aradan bir süre geçtikten sonra ortaya çıkar ki, ineği öldürenler İngiliz casuslarıdır. Bu olayların olması planlanmış, Hindular ve Müslümanlar bu senaryoda kendilerine verilen rolü hiç de farkında olamadan oynamışlardır.
Bu olay çocukluğumda okuduğum bir yazıda anlatılıyordu. Malum olduğu üzere Hindistan’da Hindu inancı gereği inekler kutsal kabul edilir. Ülke nüfusunun yüzde 81’ini teşkil eden Hindular inekleri asla kesmezler. Nüfusun yüzde 14’ünü oluşturan Müslümanların inek kurban etmeleri bu ülkede zaman zaman çatışmalara yol açmıştır.
Okuduğum bu yazıdan sonra, uzun yıllardır sosyal ve siyasi olaylar söz konusu olduğunda, görünen yüzünden ziyade arka planını anlamaya çalışıyorum.
1846 da İngilizler kendilerine isyan eden Hindu ve Müslümanlara karşı, Müslüman ve Hintli askerlerden bir ordu oluşturmuştu. Bu ordudaki Hindu ve Müslüman askerler isyancılar tarafına geçti. Çünkü İngilizlerin kullandığı tüfeklerin domuz ve inek yağıyla yağlandığı iddia ediliyordu. İslam dinine göre domuz yağı, Hinduizm’e göre inek yağı kullanılması hoş görülecek bir durum değildi. İngilizlerin bu olaydan çok ders çıkardığı, toplumsal inanç ve değerlerin halkları yönetmekteki önemini çok iyi kavradığı, anlattığım ilk anekdottan anlaşılıyor.
***
Büyük devletler, dünya üzerinde kendi menfaatlerini devamlı kılmak için, diğer devletlerin yönetimlerini ve halklarını çeşitli usullerle etkileyerek sosyal ve siyasi gelişmeleri yönlendirmek isterler. Bunun için,
1- Ülkenin kendi iç dinamiklerinde çatışma alanı oluşturma istidadı gösteren farklılıkları kaşıyarak, tahrik ederek çatışmalar yaratılır. Ülke bütün dikkatini ve enerjisini bu iç çatışmalar üzerine teksif ettiklerinde, emperyal devletin veya uluslararası dev şirketlerin büyük ölçekli planlarını ve hedeflerini fark edemez, fark ederse de direnemez hale getirilmiş olur.
2- Emperyal devletin/devletlerin ülke kaynaklarını sömürmesini sağlayan politikalara karşı, milli direnç oluşturan değerler sisteminin değiştirilmesi, dönüştürülmesi suretiyle direnç noktaları kırılır.
Toplum, değerler sisteminin değiştirilmesi ve dönüştürülmesi sayesinde, kimlik bunalımına düşer. Sosyal, ekonomik ve siyasi olayları değerlendirirken billurlaşmış bir değerler sistemine sahip olmadığından, doğru/yanlış veya faydalı/zararlı diye bir kanaate varamamaktadır. İşte bu kararsızlık hali, ülke için yanlış/zararlı değişim ve politikalara karşı milli bir refleks gösterilmesini engellemektedir.
Toplumun değerler sisteminin değiştirilmesi ve dönüştürülmesi işlemi için kullanılan usuller de çok çeşitli olabilmekte.
İngiltere’nin ünlü bir üniversitesinde çeşitli ülkelerden gelen seçkin öğrenciler okur. Buradan mezun olan öğrencilerin hemen hepsinin ülkelerine döndüklerinde devlet başkanlığına kadar varan çok kritik görevlere gelmesi tesadüf olmasa gerektir. ABD’li yetkililerin, “Türkiye’nin stratejik kurumlarının hepsinde, üst düzey yönetim kademelerinde, mutlaka ABD eğitim sisteminden geçmiş kimseler görev yapıyor” olmasından övünmesi de boşuna değil.
Elbette ki, bu eğitimlerden geçen yöneticilerin hepsinin hain ve satılmış olduğu anlamına gelmez. Ama tepe yöneticilerinin değerler sistemi içine, ABD değerlerinin enjekte edilmiş olması mühimdir.
Güdülmek istenen toplumun tepe yöneticileri kadar, toplumun zihinsel değişimini sağlayacak kişilerin kontrol edilmesi de gerekli görülmekte. Güdümlü medya mensupları, dini ve siyasi kanaat önderleri, sanatçılar, sporcular vasıtasıyla mevcut değerlerin dönüşümü çok daha kolay olabilmekte.
Bu güdümlü zümrelerin toplum üzerinde etkili olabilmesi için, toplum fertleri düşünmeyen bireyler olmalıydı. En azından düşünmek için gerekli asgari bilgiye sahip olmadığı için, kendisince güvenilir insanların kanaatine göre karar veren insanlar haline gelmiş olması lazımdı.
Diyelim ki dini konularda sağlam bir ilmihal bilgisine dahi sahip olmayan, ancak geleneksel olarak kuvvetli bir inanç içinde olan kitleler, sosyal ve siyasi olayları değerlendirirken nasıl bir hareket tarzı izler?
Kendince güvenilir olduğunu düşündüğü ve kanaat önderi olarak gördüğü dini veya siyasi kimlikli kişilerin işaretine bakar. İşaretçiler AB için “Onlar ortak, biz pazar” şeklinde verirse, AB karşıtı olurlar. İşaretçiler, “Brüksel sopasıyla Ankara’daki hasımları dövmek için” AB taraftarı gözükünce, “AB’ye kerhen evet” derler. İşaretçiler, “AB ve ABD’ye karşı muhalefet etmeyin” dediklerinde de Irak ve Afganistan’da milyonlarca Müslüman’ı öldüren, sakat bırakan ve kadınlarına tecavüz edenlere karşı bir cümleyle dahi itiraz edemezler. Kıblesi Kâbe olanların bir kısmı, bu defa yönünü Brüksel’e veya Washington’a dönmeye başlar.
Dindar ve dindar olmayan kesimler, çılgınca bir tüketim hırsına sürüklenerek, emperyal devletlerin ürettiği tüketim malzemelerini elde etmek dışında bir hedefi olmayan fertler haline getirilir. Popüler kültür ve hızlı tüketim felsefesi, yerel ve milli değerlerin yerine ikame edilir. Ülkenin en değerli kurumları, madenlerinden, enerjisine, limanlarına kadar yabancılara verilirken, tek kaygısı borsanın düşmesi olan bencil ve tembel vatandaşlar oluşturulur.
Bu insan yapısına sahip olan ülkenin, güdümlü medyada sadece elli kişi civarında sözde aydın aracılığıyla yönlendirilmesi mümkün olur. Ülkenin bölünmesi riskine karşı dahi tepki vermez hale getirilir.
Genetiği değiştirilmiş kavramlar ile toplumun değerler sistemi değiştirilir, dönüştürülür. Gerçek anlamlarının yerine tebdil, tağyir ve tağşiş edilerek yeni anlamlar yüklenen kavramlar sayesinde, ülke menfaatine olmayan uygulamalara tepki eritilir.
ÇARE, iradesini başkasına devretmeyen düşünen vatandaş olabilmekte.
Bunun için milli konularda lisanımız, sanatımız (edebiyat, mimari, müzik vd) konusunda asgari bilgi ve sevgiye sahip, vatandaşlık bilgileri, milli hedeflerimiz ve milli mutabakatlarımız konusunda, temel bilgileri edinmiş vatandaşlar olmamız lazım.
Dini konularda ise, Müslüman’ım diyen herkesin en azından temel bir ilmihal bilgisine sahip olmasını ve Allah’tan başkasına iradesini teslim etmeyen müminler olmasını sağlamak zorundayız. Zira O, düşünmemizi istiyor ve “yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz” inancını hayata geçirmemizi emir buyuruyor.