2010 yılının sonuna geldik. Önemli olan geçen yıllarla beraber ülkenin neleri kaybettiği ve neleri kazanabildiğidir. İster istemez, “Türkiye nereden nereye geldi veya getirildi” sorusu her zaman zihinleri meşgul etmektedir.
Aslında, Türkiye’de değişmeden çok değiştirme ve dönüştürme dikkat çekiyor. Değişme, kendiliğinden, organik olarak bir canlı organizma gibi toplumların varoluş gerekçelerini tahrip etmeden faklılaşabilmektir. Toplumların canlılık işaretidir. Daha ziyade iç dinamiklerle ilgilidir. Değiştirme ve dönüştürme ise; tepeden, zorlayıcı ve dış dinamiklerle, dışarının istediği şekle yapının dönüştürülmesidir. Bu, değiştirme ve dönüştürmeden yasa ve anayasalar, tarım ve sanayi de pay alır. Siyasi partiler ve önemli kurumlar bile farklılaştırılır.
Terörle mücadeleyi uzun soluklu ve en önde gelen bir mesele olarak sürekli gündeme getiren Türkiye, 2010 sonlarında örgütle müzakere sürecine yöneliyor. Açılım safsataları, müzakere ile noktalanıyor. “Efendim, bu müzakereleri hükümet değil; Devlet yapıyor” lafları boş laflardır. MİT Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcıları gibi kimseler eli kanlı katil ile Başbakanın izni hatta emri olmadan görüşecekler; bu mümkün değildir. Eğer Başbakan ve bakanlar bu görüşmelerden haberdar değilseler; ortada önemli bir yönetim zaafı ve iktidar boşluğu var demektir. Bu görüşmelere bizi zorlayanları gerçek iktidar olarak mı kabul edeceğiz?
Terörle mücadele edenlerle adeta mücadele edildiği bir yıl geçirdik. TSK’nin itibarını kırma ve güç mücadelesi şekline dönüşen kamplaşmaları arttıran bu süreç acaba kime yarar? Her kurumdan yanlış yapan çıkabilir. Ama bu genellenerek o kuruma karşı psikolojik harekâta dönüşmez. Garip suçlamalar, yargısız infazlar, kamuoyuna pek açıklanmayan Ümraniye davaları sürüp gitmektedir. Sorun, sadece bu davalarda zarar görenleri değil; demokrasiyi, hukuk devletini ve sonuçta ülkenin itibarını ilgilendirmektedir.
Kuvvetler ayrılığı prensibinin kuvvetler birliğine dönüştürülmesinin, hukuk devletinin yıpratılmasının altında acaba Yargının iptal ettiği bazı özelleştirmeler, üzerine gittiği yolsuzluklar ve milli çıkarları koruyucu tavır yok mu? Konuyu basite indirmeyelim.
Ülkemiz iki farklı değiştirme odağının saldırılarından uzaklaştırılmalıdır. Bunlardan birincisi; aşırı laikçi, seçkinci, tepeden toplumu düzenlemeyi esas alan, halkla yabancılaşmış çevre ve güçlerdir. İkincisi ise; dini referansları kullanan, uygulamada ise bunlara riayet etmeyen, samimiyetten uzak, Cumhuriyet, milli devlet ve milli kimlikle kavgalı, Milli Mücadele’yi içine sindirememiş, sürekli siyasi meşruiyetini dışarıda arayan çevrelerdir. Bu kısır döngü şeklindeki yarışma sürdükçe istikrar ve huzur sağlanamaz; demokrasi de rayına oturamaz. Bazen askeri darbeler, bazen de sivil darbeler arasında çalkalanır dururuz.
Bu yıl da basın önemli ölçüde itibar kaybetmiş, demokrasinin basını olmaktan biraz daha uzaklaşmıştır. Yandaş basın olma fazilet zannedilmiş; zaaflar ortaya konulmuştur. Vatandaşın haber alma ve ülke yönetimine şekil verme imkânları sınırlandırılmıştır. İktidarların sandık yoluyla değiştirilmesinin önüne engeller konulmuştur. Aslında, Türkiye demokrasiye yabancılaştırılmaktadır.
Genel Seçimler sonrasına ertelenen Anayasa değişiklikleri, Türkiye’yi Türkiye yapan değer ve gerekçeleri dışlayıcı bir yönde ilerlemektedir. Siyasi iktidar, kendi kendilerini aydın olarak ilân eden bazı çevre ve köşe yazarlarının etki alanına girmiştir. Yetkisiz bazı kişi ve çevreler bizzat iktidarı yıpratmaktadır.
Sıcak para giriş tehlikesi büyümüş; ülke kaynakları ve kuruluşlar elden çıkmıştır. Gelir dağılımı daha da bozulmuş; işsizlik ahlâki değerleri aşındırmıştır. Muhafazakâr örtülü aşırı liberal politikalar, ülkeye sürekli kan kaybettirmektedir.
Din değiştirmenin çok ötesinde siyasi amaçlar taşıyan misyonerlik faaliyetleri, dini azınlıkların haklarıyla karıştırılmıştır. Anadolu üzerinde iddialı Haçlı zihniyetine tapular ikram edilmektedir. Coğrafyanın vatansızlaştırılması için her şey yapılmaktadır. Etnik ırkçılık, demokratikleşme zannedilmektedir. Milli egemenliğe ortak aranmaktadır.
Solun önemli bir kısmı ve sağın milliyetsiz kesimi, ihanet ittifakının birer parçası olmuşlardır. Buna rağmen; bazıları hâlâ değişmenin farkında olmadan sağ veya sol blok dayanışması arayışındadır.