Şöyle etrafımızda meydana gelen olaylara baktığımızda bunlardan hiç etkilenmeden ve istifimizi bozmadan uyuduğumuzu söylemek hiçte yanlış olmaz.
Atatürk’ün bir altın tepsi içinde bize sunduğu milli devlet ve hâkimiyetin Türklere geçişi sona ermek üzere.
Çevremiz Türk’le problemi olanlarla sarılmış vaziyette. Türk Milleti, içte ve dışta kendisini sessizce sarmalayanlarla uğraşamaz durumda. Çünkü henüz başına gelenlerin farkına varamadı.
Bu farkındasızlık elbette bize çok şey kaybettirecek ya da geri dönüşümün bedeli ağır olacak.
Sosyolojik yapının yedire yedire değiştirildiği, toplumsal psikolojinin devamlı gök gürültülü ve sağanak yağışlı tutulduğu, tarihin anlatılmadığı, milli değerlerin törpülendiği ve manevi yapının aslından uzaklaştırıldığı bir milletin uyanması da pek mümkün değildir.
Türkiye’de öyle olaylar olmaktadır ki normal şartlarda Türk Milletinin bu olaylar karşısında ayağa kalkmaması düşünülemez bile. Ancak şartlar vücutlarımızı uyur gezer bir halde ortalıkta dolaşır hale getirmiştir.
Bunların sadece biri olan hain Şeyh Sait’in anılması karşısındaki tepkisizlik içinde bulunduğumuz halin en yalın ifadesidir.
Ülkesini İngilizlere satan bir adamın, rehber olduğu sloganları ile Diyarbakır’da anıtlaştırılması, milli devletin kurucusu Mustafa Kemal’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Anayasal sisteme ve yasalara açıkça bir meydan okuma ve başkaldırıdır.
Ancak Türk Milletinin başına “Habur”dan daha fazla gelebilecek büyük bir felaket olmadığı için bundan daha basit sayılabilecek olan hain Şeyh Sait’in anılması üzerinde pek fazla durulmamıştır.
Bundan anlaşılacağı üzere, Türk Milleti; yapılan psikolojik operasyonlarla başına geleceklere hazırlanmakta ve en ağır olaylarla bunlara karşı alışkanlık kazandırılmaktadır.
Türk Milletini uyur vaziyette tutan en önemli yapı, adının önünde “milli” sözcüğü olan eğitim sistemidir. Her halde bu “milli” sözcüğü oraya yanlışlıkla konmuştur. Eğer eğitim sistemi “milli” olsaydı Türk Milleti başına örülmek istenen çorabı anlar ve derhal silkinirdi.
Eğitim sistemi; tarih, sosyoloji, toplumsal psikoloji, felsefeyi, mantık, ahlak ve din gibi insanı kendine fark ettirecek bilimleri öğretmezse, insan sadece yeme, içme fonksiyonlarını yerine getiren ve milletine yabancılaşan bir mankurt haline dönüşür. Maalesef Türkiye’de bu yapılmıştır. En yakın örneği ise AKP iktidarı tarafından uygulamaya sokulan ve yine AKP iktidarı tarafından kaldırılan SBS zulmünün çocuklarımıza yaşattıklarıdır. Bu çocuklar yaşamlarının karakter olarak şekilleneceği dönemlerinde sınav maratonuna sokularak gerçeklerden uzak tutulmuşlardır.
Ailece Türk sözcüğüne alerjisi bulunan Altan’ların “Taraf” olmuş temsilcisi Ahmet Altan geçtiğimiz günlerde köşesinde yazdığı bir yazıda ülkeyi yönetemediğimizi bu sebeple dışarıdan devleti yönetmek üzere yabancı profesyonel devlet yöneticileri getirmemizin daha uygun olacağını yazıyordu. Doğru gerçekten ülke iyi yönetilememiştir. Fakat yönetemeyen Türkler midir? Bu soru mutlaka doğru cevaplanmalıdır.
Doğru dürüst hiçbir şeyin farkında olmayan Türkler, yaşanan olaylar karşısında son derece tepkisizdir. Hatta öylesine tepkisizdir ki; Türkiye Cumhuriyetine karşı büyük bir ihanet olan Dersim İsyanının göklere çıkarılması aval aval seyredilir hale gelmiştir. Medyadaki “ver kurtul” programları ahlaksız diziler kadar yüksek seyredilme oranları yakalamaktadır.
AB’ye girince kurtulacaktık ya! Onca aşağılamadan sonra bizi hala almadılar, şimdi o günün AB’ci basını ver kurtulcu olmuş yine biz oturmuş onları seyrediyoruz.
Bir tehlike de “profesyonel ordu” safsatasıdır. Türk Ordusunu ruhundan uzaklaştırmak isteyen zihniyet şimdide profesyonel orduyu tartışmaya açıyor. Böyle Türk Milleti, Ordu – Millet olma vasfından uzaklaşmış olacak. Oysa Türk Milleti için ordu “peygamber ocağı” şehitlik mertebesi de Allah’a kavuşmanın en güzel yoludur. Para için savaşanların elbette böyle dertleri olmayacaktır. Genel Seçim yaklaştığı için bu yol Diyanete, öğretmenlere, polislere verilecek kadrolar gibi bir vaat kapısı haline gelecektir. Böylece bir taşla iki kuş vurulacak hem terörden bıkmış anneler babalar rahatlatılacak hem de işsizlere bir parmak bal çalınacaktır.
Türk Milletinin etrafı sarılmıştır ve çember her geçen gün daraltılmaktadır. Bu uyur gezerlikle çemberi kırıp geçmek imkansızdır. Atatürk’ün bir Mersin ziyaretinde yaşlı bir adamla yaptığı sohbeti hatırlayın. Memleketin her tarafına yabancılar ve Türk’e düşman olanlar el koymuştur. Atatürk yaşlı adama sorar: Onlar bunları yaparken sen neredeydin. Cevap: “bir cepheden diğer cepheye koşarken ömrümüz geçti” der yaşlı adam. Memleketi savunmaya ve ölmeye gelince ülkesine, bayrağına, devletine bağlı Türk Milletinin evlatları, yemeye ve iç etmeye gelince soyu sopu belli olmayan Türk düşmanları. İnşallah aklımız başımıza gelirde Türk Milleti sadece savunan değil aynı zamanda zenginliklerini de kullanan bir millet haline gelir.