Gazeteci yazar Mehmet Barlas, köşesinde okuyucularıyla bir hatırasını paylaşıyor: Barlas, 1960’larda Batman’a gider. Batman o günlerde oldukça yoksul belde görünümündedir. Yollar çamur deryasıdır. MTA’ya bağlı mühendisler petrol arama çalışmaları yapmaktadırlar. Mühendisler, yağmurlu bir günde kamyonla araziye çıkarlar. Kamyonun kasasında işçiler de vardır. Kamyon çamura saplanır. Kurtarmak için onu itmek ya da çekmek gerekmektedir. Kabinde bulunan mühendis, kasadaki işçilere “Haydi kamyonu itin.” diye talimat verir. Aradan bir dakika geçer; kamyonda bir hareket yoktur. Mühendis “Galiba bunlar beni dinlemiyor.” diye hışımla atlar çamurun içine. Bakar ki işçiler kasada olduğu halde kamyonun kabin kısmını türküler söyleyerek itmektedirler. Aslında onlar, kendilerine verilen talimatı yerine getirmişlerdir. Bir işi yapıyor görünüp yapmamak, böyle bir şey.
Bir şey üretiyor görünüp üretmemek, bir sonuçtur. Temelinde yatan ya cahilliktir ya tepkidir ya da art niyettir. Fıkralara konu olan, yukarıdakine benzer olaylar eski Demirperde ülkelerinde çok yaşanırmış. Dinler, bunlara gülerdik. Oradaki davranışların nedeni, sisteme verilen tepki. Peki bizim işçiler, kamyonu neden, sonuç alamayacakları yerden itiyorlar?
İşçilerin, bir art niyet taşıdıklarını ve bir duruma tepki gösterdiklerini düşünmüyorum. Kendilerinden isteneni büyük bir zevkle yerine getirmişlerdir. Hatta iş esnasında türkü bile söylemişlerdir. Kendilerine “İnin, arkadan itin.” denmemiştir, onlar da çamurdan kurtarılması gereken kamyonun nereden itileceğini düşünememişlerdir. Biz, buna hem iletişim hem yöntem bilmeme sorunu diyebiliriz.
Bilgi, bir eserde malzemedir, yöntem de eseri ortaya çıkaracak yoldur. Gideceği yolu bilmeyen hiçbir malzeme, değer kazanamaz. Malzemeyi değerli kılmak için, usulünce onu yerinden alıp uygun yere taşımak gerek. Bu insanlara önce kamyon denen malı, yapısıyla ve işleyişiyle tanıtmak gerekiyordu. Kamyonu nereden iteceğini bilmeyen işçilerin, yerinde sayması doğaldır.
Toplum olarak, yöntem özürlüyüz. “Yolunu bildikten sonra aşılmayacak dağ, yoktur.”, “İtle dalaşmaktansa köşeyi dolaşmak yeğdir.” deriz, bir işte başarının önemini, atasözlerimizle anlatırız; ama bunu hayata geçirmekte zorlanırız. Yöntem bilmemeyi, işi zora sokmayı ya da bir işi zorlanarak başarmayı bir erkeklik, bir erdem sayarız. Sanırız ki güç ve zaman kaybederek elde ettiğimiz sonuç, daha değerlidir. Bu da bir kültür ve akıl eksikliğidir.
“Usul olmayınca vusul olmaz.” der mutasavvıflar. “Vusul”, kavuşma demektir. Usul de tecrübeyle, bilgi birikimiyle elde edilir, hafızayla yaşatılır. Usul, yalnız kişinin değil, insanlığın ortak birikimidir. İletişimle, eğitimle bu birikim paylaşılır. Hayvanlar, yalnız kendi birikimleriyle hareket eder, insan, kendinden öncekilerin birikimlerinden yararlanabildiği için ayrıcalıklı varlıktır. İnsanoğlu, yalnız kendi birikimleriyle davranış ortaya koyabilen canlı olsaydı, bugünkü medeni seviyeye ulaşamazdı.
“Püf noktası”nı bilmek deyimini yöntemin önemini vurgulamak için kullanırız. “Akılsız kafanın cezasını, ayaklar çekermiş.” atasözünü de yöntem bilmezliğin doğuracağı olumsuz sonuçlara dikkat çekmek için kullanırız. Yöntem; neyi, nerede, ne zaman, nasıl, kiminle yapacağını bilmenin tamamını kapsar. Bunların tamamı, kişiyi bir işte sonuç almaya götüren enstrümanlardır. Bir işi yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış insanlarla yapmak de bir yöntemsizliktir.
Ömür kısa. Çamurdan çıkmak isteyenler, kamyonu kasanın dışından ve arkadan itmeliler.