Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, Tayyip Beyin önderliğinde çok ciddi ve tehlikeli sonuçları doğurabilme riskini taşıyan bir konunun girdabında, o nispette de yüzeysel yaklaşımlarla yolunu bulmaya çalışıyor. Muhalefetten umduğu desteği henüz bulmuş değildir. Türk milletinin birliği, vatanın bütünlüğü, devletim kuruluş felsefesiyle ters gelen yaklaşımlarla, bir devlet için “kırmızı çizgi” olan bu değerlerle “alay” edercesine, “teröre prim” niteliğini taşıyan girişimlerden bahsediliyor, bunların ne kadarı doğru veya yanlış bilinmiyor.
Normal şartlarda vatanın bütünlüğü ve milletin birliğine yönelik bozguncu ve ayırımcı bir söylemde bulunan insanlar, büyük cezalara çarpıtılır. Bunun bir ileri aşamasında ise “Vatana ihanet” suçuyla yargılanır. Bunu yapan her kim olursa olsun “akıbetinin fermanını imzaya açmış” demek olur. Bu, terör örgütü olabilir, siyasi örgüt olabilir, adi suç örgütü olabilir ya da kamu görevlisi olabilir…
Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Devletine yönelik “kırmızı çizgileri” ihlal eden her kim ve örgüt olursa olsun kendi geleceğini, siyasi akıbetini etkileyecek kararı imzaya açmış olur. Bu bağlamda, gelecekte kim hakkında ve nasıl karar verileceğini bilmek bizi aşar; ancak şurası muhakkak ki devlete ve millete karşı saldırı yolunu açan da, açtıran da işin ciddiyetini tam kavradığı zaman iş işten geçmiş olacak.
Kamuoyu psikolojik propagandaya tabi tutulmuş durumdadır. Bir yandan siyasi aktörler olur-olmaz, yerli-yersiz beyanlarda bulunuyorlar. İktidar ve muhalefet karşılıklı olarak nezaket sınırlarını aşan salvolar yapıyorlar. Basın-yayın organları da bunları abartarak, “mal bulmuş” yoksul gibi “sevindirik” olmakta ve haber yapmaktadır. Böylece basın-yayın, Türk milletine uygulanan psikolojik taarruza var gücüyle destek olmaktadır.
Basın-yayın organlarında devamlı tekrarlanan iki kelimeden ibaret propaganda konusu insanların önce aklını karıştırmakta, sonra da tekrarlarla vatandaşın adeta beynini yıkanmaktadır.
Peki, nedir bu iki sözcüklü konu?
Önce “Kürt Sorunu”, sonra “Kürt Açılımı”, derken birden ifade değişti “Demokratik Açılım”, “Demokratik Paket” oluverdi. O da tutmadı ya da beğenilmedi, şimdilerde “Milli Birlik Projesi” denmeye başlandı. Bir bakıma yüzeyi “demokratik” ve “milli” aldatmaca ifadelerle cilalanmış, esas ifadesi “Kürtçülük Açılımı, Terör Açılımı” olan fakat içeriği ve amacı gizlenen, ayrıştırıcı proje millete “suratı hak” diye şırınga edilmektedir. Bu ifadeleri konu alan haberler, tartışmalar, denmeler, yazılar, röportajlar sürekli tekrarlanmakta, milletin beyni bu ifadelerle doldurulmaktadır.
Üstelik konu “duygu sömürüsü” sarmalına sokulmaktadır; “analar ağlamasın”, “anaların gözyaşı dinsin”, “akan kan dursun” benzeri sloganımsı ifadeler tekrarlanıp durmaktalar.
Tamam, be arkadaş tamam da, bunların devamını isteyen kim?
Türk milleti mi?
Türk ordusu mu?
Hayır!
Bir tespit yapalım; nedir “Kürt Sorunu?”
Önce bunu bilelim, sorunun tarifi yapılsın ki bizler de anlayalım. Bir “açılım” lafıdır gidiyor. Neyin “açılımı”, açılan nedir, “saçılan” nedir, “kaçınan” nedir söyleyen, bilen, anlayan yok.
Ama “açılım” furyası devam ediyor.
Bu iddia ile ortaya çıkan ve “sorun” olduğunu ileri süren siyasi irade ve onun başı Tayyip Bey önce şu sorunu tarif etmelidirler.
Sorunu ortaya koymadan ona çözüm aramak nerede görülmüştür?
Her ne ise sorun tarif edilmeden, hangi mantık ölçüleriyle müphem olan bir konuda varsayımlarda bulunuluyor?
Bunu yapanlar ne kadar samimi?
Sorunun tarifinde ve ortaya konulmasında siyasi iktidar samimiyetle ve cesurca irade gösteremedi. Bunun pek çok sebebi vardır. Şimdi girdiği çıkmazdan kurtulmaya çalışıyor. İçi boş olan, neyin açılacağı bilinmeyen “sloganımsı” bir girişim… Sorunun açıklanmasına yardımcı olmak ve siyasi iktidarın işini kolaylaştırmak için konuya farklı bir boyutta yaklaşalım.
Bunun için önce bazı soruları soralım ve bu soruların yanıtlarını bulalım:
Soru-1: Türkiye Cumhuriyeti (TC) sınırları içinde kendini “Kürt” hisseden TC vatandaşı insanlar var mıdır? Evet, vardır…
Soru-2: Bu insanlar günlük hayatta dillerini konuşuyorlar mı? Evet, konuşuyorlar.
Soru-3: İsteyen kendi dillerinde gazete, kitap çıkarabiliyorlar mı; radyo yayını yapıyorlar mı; şarkı, türkü söylüyorlar mı; folklorunu oynuyorlar mı; düğünlerini, sünnetlerini geleneklerine göre yapıyorlar mı? Tüm bunlara Evet…
Soru-4: TC Sınırları içinde istedikleri okulu okuyup, tahsili yapıp devletin tüm kademelerinde görevli olabiliyorlar mı? Evet…
Soru-5: “Kürt” vatandaşlarımıza, devletin herhangi bir kurumunda “sen Kürtsün buraya giremezsin” denildi mi bugüne kadar? Hayır, denilmedi…
Soru-6: “Kürt” vatandaşlarımız cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, bakan, milletvekili, genel müdür, müsteşar, bürokrat, rektör, dekan, müdür, prof, öğretmen, subay olabiliyorlar mı? Tümüyle evet… Bu mevkileri ve meslekleri elde etmede kendilerine herhangi bir engel var mı? Hayır, yok…
Soru-7: “Kürt” vatandaşlarımız Türkiye’nin her yerinde mülk satın alabiliyorlar mı, seyahat edebiliyorlar mı, zenginlik içinde yüzebiliyorlar mı, servet sahibi olabiliyorlar mı, devlet kaynaklarını kullanabiliyorlar mı? Evet, tüm bunlara fazlasıyla evet…
Soru-8: “Kürt” vatandaşlarımız yetenekli oldukları sanat alanlarında gelişmeleri için istedikleri başarıyı elde edebiliyorlar mı, çok meşhur sanatkârlar olabiliyorlar mı? Evet…
Soru-9: Sosyal, ekonomik, politik hayatta kendilerine herhangi bir engel, ayrıcalık, ayırımcılık yapılıyor mu? Hayır…
Soru-10: Peki, “Kürt” vatandaşlarımızın bir kısmı örgüt kurarak, milletin birliğine, vatanın bütünlüğüne, devletin ve bayrağın tekliğine kastedecek nitelikte eylemler yapıyorlar mı? Devletin emniyet güçlerine silah çekiyorlar mı? Bu yaptıkları resmen devlete başkaldırı mıdır? Tümüne evet…
Şimdi düşünelim; çok özet düzeyde sadece on soruda özetleyip açıklamaya çalıştığımız bu konularda “Kürt” vatandaşlarımızın bir sorunu var mı? Yok…
İlk dokuz sorunun içeriği ile ilgili olarak “Kürt” vatandaşlarımızın da bir sorunlarının olduğunu söyleyeceklerini sanmıyorum. Hatta 10. soruda belirtilen hususlardaki yıkıcı ve bölücü faaliyetlere çoğu “Kürt” vatandaşın şiddetle karşı çıktığı da biliniyor. Bu eylemlere bazı Kürtlerin alet olduğunu, bir kısmının buna destek, bir kısmının bizzat eylemin içinde olduğunu da inkâr etmeyeceklerdir. Tüm bunlar düşünüldüğünde, devlete isyan edenler hariç, “Kürt” vatandaşların herhangi bir sorunu görünmüyor, aksine, devlete başkaldıran bazı Kürt vatandaşlar devlete “sorun” olmaktalar…
O zaman şu gerçek ortaya çıkıyor; 10. soruda belirtilen hususların kapsamında, Türkiye’de devlete isyan eden Kürtçülerin sorunu var demektir. Devlete karşı geldikleri için “Kürt Sorunu” vardır demek kadar bir gaflet olamaz. İnsani ve medeni her türlü hak kullanımına dayalı hiç bir “Kürt Sorunu” yoktur…
Peki, ne vardır?
Siyasi Kürtçülük sorunu vardır.
Vatana, devlete, millete karşı bölücülük yapan “Kürtçülük” sorunu…
Peki, şimdi bunlara taviz mi verilmeli?
Mikro-milliyetçilik yapan her gruba, terör örgütü kuran ve devlete isyan eden her etnik gruba taviz mi verilmeli?
Soru-10 da ifade edilen yasa dışı eylemlerin amacı, var olduğu ileri sürülen bir sorunun ifadesi ve çözümü için, demokratik hakların kullanımı için başvurulan yöntemler değildir.
Peki, nedir bunların amacı?
Devletin birliği, vatanın bütünlüğü ve milletin birliğine yönelik ayrıştırıcı, tahrip edici eylemlerin kaynağını oluşturduğuna göre, bu eylemlere nasıl bir “açılım” önerecek Tayyip Bey ve ekibi?
Bu durumda, konunun açıklığa kavuşması için, vatandaşı da sorunun ne olduğunu anlaması için, Tayyip Bey’e sorulması gereken bazı karşı sorular gündeme gelmektedir; bunları soralım, örneğin açılımdan ne kast ettiğinizi anlamaya çalışalım.
Karşı soru-1: Ulus devletin kuruluş felsefesini inkâr eden bir örgüte ve onun uzantılarına taviz mi vereceksiniz?
Karşı soru-2: Devletin ve bayrağın tekliğinden vazgeçerek mi açılım yapacaksınız? Devletin bütünlüğüne yönelik bölücü hareketin isteklerini kabul ederek mi “demokratik açılım” yapacaksınız?
Karşı soru-3: Kürt vatandaşlar için tahdit ve tehdit olmadığına göre, Kürtçe konuşma, kendini ifade etme, Kürtçe basım-yayım, Kürtçe TV, Kürtçe radyo, Kürtçe kurs serbesttir. Kürt vatandaşların kendilerini ifade etmeleri için en ufak engelleme yoktur. Bu isteklere olumlu yanıt vermek demek -ki zaten böyle bir kısıtlama, engelleme yok, bu hakları kullanıyor durumdalar- “Demokratik Açılım” demek ise, her şeyden önce yanlış bir isimlendirmedir. Zaten bu haklar Kürt vatandaşlar tarafından kullanılmaktadır.
O zaman akla şu ihtimal geliyor; “demokratik” makyajıyla saklı bazı hedefler gizleniyor olabilir mi?!
Ve bunun ardında şu soru akla geliyor; bunları yeterli görmeyip “bölgesel otonomi” vererek mi açılım yapacaksınız?
Karşı soru-4: Bölücü örgüt ve onun uzantılarına ne kadar taviz verirseniz veriniz, ana hedeflerinden asla vazgeçmezler, onların amaçlarının “demokrasi” olmadığını anladığınız zaman, iş işten geçmiş olacaktır.
Yoksa minarenin kılıfı hazır mı?
Ve son olara, sayenizde toplumda yaratılan bu ayrıştırmayı, çözülmeyi nasıl tamir etmeyi düşünüyorsunuz?
Şimdi Gelelim Esas İşin Özüne…
Peki, nedir esas sorun?
Gizlenen gerçek nedir?
Bunun adının konulması gerekir. Bunu söylemeye ne Tayyip Bey, ne Abdullah Bey, ne Başbuğ Komutan, ne de bir başkası cesaret edip adını koyuyor!
Biz koyalım; bize göre “Kürt Sorunu” değil, “E… Sorunu” gizlenerek hedef saptırma var Türkiye’de…
Şimdi birileri, “Hopalaaaa! Bu da nereden çıktı?” diyebilir.
Birileri de, “işte tam arı kovanına çomak sokuldu” diyebilir…
Neden mi?
Açıklayalım; bugünlere gelmemizin ardındaki gerçekleri bilmeliyiz ki soruna doğru yaklaşalım. Bunun için de tarihi olayları özetleyerek bugünkü “açılım” girişimi ile kıyaslanmasını yaparsak, konu çok daha iyi anlaşılacaktır.
Birinci Dünya Savaşından önce, savaş süresince ve nihayetinde Osmanlı Devletini paylaşmaya kararlı Batılı “emperyal” güçler, Osmanlının himayesinde ve beraberliğinde 850 sene birlikte yaşamış olan Ermeni vatandaşları devlete karşı kışkırttılar. Dünün yarım kalan sancıları bugün deşilerek, kaşıyarak, şekil ve kimlik değiştirilerek yeniden yaşatılıyor Türkiye’ye…
Bu kaşınan yaranın tam anlaşılması için, bazı sorulara cevaplarını vererek konuyu irdelemeye devam etmek gerekiyor.
Örneğin;
*Osmanlıyı içten yıkmak ve parçalamak için, “emperyallerce”, yerli aracılar olarak Ermeni vatandaşlar kullanıldı mı, kullanılmadı mı?
Kullandı…
*Bağımsız Ermenistan kurma hedeflerine varmak için süreç başlatılarak Berlin Antlaşmasının 61. maddesiyle Ermeni vatandaşlara bağımsızlık hakları tanındı mı, tanınmadı mı?
Evet tanındı…
*Erzurum’da yapılan birleşik Ermeni kongresine Osmanlı Hükümeti 56 kişilik delege göndererek, bizzat önderlerine “bakanlık” teklif ederek, isyandan vazgeçmeleri ve savaş halinde Osmanlıdan yana olmaları istendi mi istenmedi mi?
İstendi…
*Ermeniler kabul ettiler mi?
Hayır…
*Ermenilere, Diyarbakır’ın da dâhil olduğu şark vilayetlerinden 6 tanesinin muhtariyeti teklif edildi mi edilmedi mi?
Edildi…
*Bunu kabul ettiler mi?
Kabul edilmedi…
*Peki, ne istiyorlardı?
Büyük Ermenistan için “bağımsız Batı Ermenistan’ı” kurmak istiyorlardı ve Anadolu’da kurdukları çetelerle, gönüllü alaylarla katliamlar yaptılar. Rus, Fransız, İngiliz ve Yunan kuvvetleri yanında yer alarak Osmanlıyı yok etmek için savaştılar mı?
Evet, katliamlar da yaptılar, savaştılar da…
*Kafkasya’dan Bitlis’e kadar, Antep’ten Harput’a kadar, Adana’dan Halep’e kadar isyan başlattılar mı?
Başlattılar…
*Osmanlı toprağını işgal eden düşmanla birlikte Osmanlı ordusunu, sivil halkını vurdular. İlginç olan ise, bu çetelerin bir kısmının başında Osmanlı Mebuslar Meclisinde (bugünkü TBMM muadili) “mebus” olan, devlete paşalık, genel müdürlük yapmış Ermeni vatandaşlar vardı… Bunların hepsi gerçek mi?
Gerçek
*Tüm birleştirici, bütünleştirici iyi niyet tekliflerine “hayır” deyip isyan ettiler ve “bağımsız Batı Ermenistan” için düşmanın saflarında savaşmayı tercih ettiler; tabi oldukları devleti yıkmak, emperyalistlerle paylaşmak için…
Tüm bunlar gerçek mi?
Evet, gerçek…
Sonra ne oldu?
Tehcir yasasıyla birçok acı olay yaşandı…
Gidenler gitti, kalanlar kaldı, ölenler de öldü maalesef…
Bir olay daha gerçekleşti bu göç sırasında; kimliklerini saklayarak, ya da başka kimliklerle varlığını sürdüren Ermeniler oldu…
Ve Osmanlı yenildi…
*Sevr antlaşması, yine devleti idare edenler tarafından imzalandı mı?
Evet, maalesef imzalandı…
Sonra, yok edilmek istenen Türk milleti, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde, milli bir uyanışla istiklâl savaşını yaptı…
Yok etmek için geldikler Anadolu’dan, Türk milletinden dersini aldılar şereflerini, haysiyetlerini bırakarak yenilgiyle gittiler…
Lozan’da, Batılı “emperyaller” tarafından yine gündeme getirilen Ermeni meselesine karşın İsmet Paşa özetle “bizim ellerimiz temizdir, sizinki de temizse gelin tarihi gerçekler ışığında konuşalım” deyip konuyu kapattı, o gün için…
Fakat Ermeni meselesi yine de bitmedi..
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında bir sessizlik oldu. Daha doğrusu devlet konuyu “uyuttu” fakat “düşman” uyumadı. Aradan bir sessiz dönemden sonra yeniden Ermeni meselesi siyasi ve terör ortamına taşındı.
ASALA terör örgütüyle devletin diplomatları katledildi.
Tarihi kin ve nefretle beslenen bir düşünce yapısıyla Türkiye Cumhuriyetinden yeni talepler oldu. Meşhur milli idealleri olan 4T talepleri…
Bakıldı ki bu talepler çok fazla etkili olamıyor, yeni şeyler söylemek ve yapmak gerektiğine karar verdiler…
Birden önü ve arkası kesilen, sanki “buharlaştı” sanılan ASALA yerine bu kez PKK terör örgütü Ülkemin başına sarıldı. Ermeni ayrılıkçıların yapamadığını, başaramadığını başka bir aracı kullanarak yapmayı planladı Batılı “emperyaller”
Hedef Türkiye’yi parçalamak, İstiklal Savaşının öcünü almak!!!???
Ermeni tehcir öcünü almak!!!???
Çünkü Anadolu halkın bir kısmının istismar edilerek, kullanılacak bir yanı (argümanı) vardı; “Kürtçülük”…
İşte işin püf noktası buradadır…
Bunun iyi anlaşılması gerekir ki “açılım” komedisinin ardındaki muhtemel senaryoların gerçek yüzleri de iyi anlaşılabilsin…
PKK’nın ASALA ile ne ilgisi var?
Diyenlere bir sorumuz olacak; devletin resmi kolluk kuvvetleriyle çatışarak ölen teröristlerin birçoğunun “sünnetsiz” olması, kimliklerinin “Ermenice” ya da “takma” isimler olması neyin işareti olarak algılanmalı?
Bölücü hareketin her aşamasını maddi ve manevi olarak destekleyen emperyaller kimlerdir, diye sormak bile “abes” olarak algılanmalıdır…
Kim tarafından mı?!
Dünün işgalci emperyalistleri, bugünün ABD-AB gömlekli sözde “dost” ve de “müttefik” geçinenler ve onların yerli uşakları tarafından…
Osmanlıyı parçalamak için nasıl ki Ermeniler kullanıldıysa, bugün de Türkiye Cumhuriyetini parçalamak için “Kürt” vatandaşlar kullanılmak isteniyor.
Hedef nedir?
Yineleyelim…
Türkiye Cumhuriyeti Devletini parçalamak…
Bunun için de iç çatışmaları başlatmak!!!
Böyle bir Türkiye’yi bekleyen tehlike, “sivil itaatsizlik” sonucu oluşan çatışmalara hazır stratejinin gereği olarak Birleşmiş milletlerin el koyması senaryoları muhtemeldir ki hazırdır…
Ardından gelecek olan senaryonun nihai aşaması “Batı Ermenistan’ı” kurmak ve devamında Kuzey Irak’taki “Kürdistan” sınırlarını genişletmek…
Bunların gerçekleşmesi bugünden yarına olabilecek şeyler değil tabii ki…
Orta ve uzun vadede planlanan ve amaçlanan senaryo bu olmalıdır…
İşte size özetlemeye çalıştığım “Kürt sorunu” yok, başka bir sorun var, “E… sorunu” var, ifadesinin ardındaki muhtemel gerçekler…
Batı emperyalizmi tarafından uygulanan strateji, “Kürt” vatandaşlar kullanılarak Ermeni emelleri gerçekleştirilmeye çalışılıyor!!!
Ermeni Aram Tigran’ın Posteri DTP Mitinginde Ne Arıyor???!!!
Konuyla doğrudan ya da dolaylı bağlantılı olarak bir hususu nakletmekte yarar vardır. 1 Eylül 2009 günü Diyarbakır’da, PKK’nın siyasi uzantısı olan DTP tarafından güya “barış mitingi” düzenlendi. Bu mitingde konuşulanlarla atılan sloganların hedefleri hakkında çok şeyler yazılacaktır.
Basın-yayın organlarına yansımış “mitingden notlar” haberden alıntıyı dikkatinize sunuyorum.
Haberin başlığı şöyle: “Tigran’ı unutmadılar.”
“Meydanda “Kürt sorunu muhataplarıyla çözülür. Kürt sorunu çözümü ertelenemez” yazılı pankartların yanı sıra, bir süre önce Yunanistan’da yaşamını yitiren Ermeni asıllı sanatçı Aram Tigran’ın posteri de asıldı.”(Namık Durukan’ın haberi, Milliyet, 2.Eylül,2009).
Sizce, ölmüş Ermeni bir sanatçının posterinin ne işi olur orada, “Kürt Sorunu” ile ilgili güya “barış” makyajlı ayrılıkçılık mitinginde niye asılır, nereye ve kime mesaj verilmek istenmiştir?
Takdir sizindir…
Ebru Türk-Kürt Kaynaşması
Türkiye’nin her noktasında var olan ve Ülkemin bir gerçeği olarak devam eden Türk-Kürt kaynaşmasını bozmak, ebru renklerini ayrıştırmak kadar güç olsa bile bu ayrıştırmayı denemekte kararlılar.
Bunu da ancak bir şekilde ayrıştırmak mümkün olabilir; toplumda mikro milliyetçilik yaratılarak, aidiyet fikrini öne çıkararak, karşı düşman yaratarak…
Türkiye üzerinde denenen oyun işte budur.
Bu bağlamda “Kürtçülük” belli amaçlar için öne çıkarılır ve işlenir.
Bir zamanlar Ermeni vatandaşlar kışkırtılarak, desteklenerek, vaatler yapılarak kullanıldılar; Osmanlıyı parçalama ve içten yıkma stratejisinin gereği olarak uygulandı… Bugün de “Kürt” vatandaşlarımız kullanılmaktadır Batılı emperyal güçler tarafından… Hedef Türkiye Cumhuriyetini yıkmak olduğuna göre, bu sonuca hangi vasıtayla ulaşılırsa ulaşılsın her yol mübahtır onlar için.
İşte işin ana özü budur, Türkiye’de yapılmak istenen budur.
Gerçeği Görmeye Davet
Tayyip Beyi ve AKP kadrolarını düşünmeye, gerçekleri görmeye davet ediyorum. Düştüğünüz ya da düşürüldüğünüz gaflet uykusundan -çukurundan- uyanıp çıkmalısınız. Gerçekleri görmelisiniz. Çok iyi niyetli olabilirsiniz. Hazırlanan yıkım senaryosunun amacı zaten bu “duygu yüklü iskelet” üzerine kurulmuştur. Önünüze konulan plân ve projenin temelleri yeni değildir. Çok öncelere dayanmaktadır.
Osmanlıyı paylaşmaya karar veren Batılı emperyal güçler birleşerek Birinci Dünya Savaşı adı altında Osmanlıyı, daha doğrusu Türk varlığını yok etmek için, “son haçlı seferi” başlattılar.
*Bunu inkâr etmek ya da saklamak mümkün mü?
Hayır…
*Son Haçlı Savaşı Birinci Dünya Harbi mi değil mi?
Evet…
*Batılı emperyal güçler bunu başlattılar mı başlatmadılar mı?
Başlattılar…
*Bu emperyal haçlı saldırısı sonucu yedi kıtaya yayılmış “dev imparatorluk” yok edildi mi edilmedi mi?
Edildi…
*Bu devin enkazından, 30’un üzerinde devlet kuruldu mu, kurulmadı mı?
Evet, kuruldu…
*Bu enkazın en seçkin ürünü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil midir?
Evet, doğrudur…
*Bu devletin kurulması için yüz binlerce Türk evladı canını verdi mi, vermedi mi?
Evet, verdi!…
*Türk milletinin istiklâli için “Misak-ı Milli sınırları” çizildi mi, çizilmedi mi?
Evet, çizildi…
Bu sınırların içinde olmasına rağmen, bugün bağırsanız sesinizin duyulacağı “Ege adaları”, her gün ayrı acıyla kıvranan “Batı Trakya”, kırk yıldan beri üçte birini korumaya çalıştığımız “Kıbrıs”ın tamamı, hayallerde kalmış “Bakü, Batum, Nahcivan” bölgeleri, sözgelişi konu olan “Musul, Kerkük ve Halep” artık gündemimizde bile değiller…
*Bunların hepsi kurulan ulus devlet Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırları dışında kalmadı mı?
Evet kaldı…
*Peki, şimdilerde yapılmaya çalışılan nedir?
“Açılım” projeleri adı altındaki girişimlerin, kanla kurtarılan ve kurulan ulus devletin sınırlarını, vatanın bütünlüğünü, milletin birliği ve beraberliğini tartışmaya açma riski taşıdığını bilmiyor olamazsınız…
*Milli ve manevi değerlere değer verdiğinize inanan halktan oy alarak iktidar oldunuz. Peki, milletin bu teveccühüne ters olan bu riski almaya nasıl cesaret edersiniz, bunu nasıl ve hangi gerekçe ile yaparsınız?
Çok iyi niyetli olabilirsiniz; unutmayınız ki felaketlerin yolu iyi niyet taşlarıyla döşelidir…
Benim görevim, ülkem ve Türk milleti yararına olan doğruları desteklemek ve alkışlamak, yanlışlar için de ilgilileri uyarmaktır. Bir akademisyen olarak, düşünen ve irdeleyen bir aydın olarak benim sorumluluğum vardır.