Dünyanın hiçbir ciddi devletinde olmayan maskaralıklar Türkiye’de görülüyor. TÜSİAD, DTP’ni ziyaret ediyor ve görüşüyor. DTP, malum bir parti… Beyan ve eylemleri ortada… İspanya veya İngiltere’de TÜSİAD benzeri bir kuruluş benzer görüşmeyi terör örgütünü destekleyenlerle yapabilir mi? İspanya’da terör örgütünün cinayetlerine karşı yüz binler yürüyor ve tepki gösteriyor. Türkiye’de ise; bu hassasiyet yok edilmeye çalışılıyor. Neredeyse terör örgütünün taleplerine karşı çıkmak, adeta demokrasiye karşı olmak gibi… Terör örgütünün talepleri hiç önemli değil. Hele bir silâhı bıraksınlar; iktidardakiler neredeyse hepsini kabul edecekler. Terör örgütü ve DTP bütün Kürtlerin temsilcisi hiç değil. Aksi, önemli bir stratejik hatadır. Bunun ihanet mi yoksa gaflet mi olduğuna tarih karar verecektir.
Kürt asıllı vatandaşlarımız üzerinde yaklaşık yirmi senedir birçok araştırmalar yapılıyor. Bunların hiçbiri PKK’nın, DTP’nin ve ülkesi ile kavgalı bazı sözde aydınların istekleriyle örtüşmüyor. Kürtler adına hareket edenler, ferdi hak ve hürriyetlerin değil; kollektif hakların peşindeler. Türkiye’de açık olarak ayrı millet, ayrı egemenlik, önce özerklik daha sonra da Kuzey Kürdistan arayışı var.
Kültürel haklar artık çoktan geride kaldı. Aslında, AB’ne uyum yasalarıyla birçok haklar tanındı; ama sorun Kürtçe değil; ülkenin bütünlüğü. İmtiyazlı dini azınlık yaratmak asıl amaç. Pozitif ayrımcılık yoluyla Anayasanın 10. Maddesindeki eşitlik bozulmak isteniyor.
Kürt sorunu değil; Kürtçülük sorunu var. Irkçı etnik harekete Kürt çoğunluğuna rağmen sıcak bakmak ve muhatap almak, teröre açık destektir. Asıl hata buradadır. İktidar, Türkiye’yi etnik özürlü bir toplum olarak görmekten vazgeçmelidir. Terör örgütü ile demokrasi arasında hiçbir bağ kurulamaz. Demokratik açılım açık bir çelişkidir.
AİHM, İspanya’da terör örgütünün siyasi kolu BATASUNA Partisinin kapatılmasını doğru bularak teröre özgürlük ve demokratik haklar tanınamayacağını ilân ederken; bizde tersi yapılıyor ve açılımdan bahsediliyor.
İngiliz gazetesi Guardian doğru tespitte bulunmuş : “Mustafa Kemal’in en önemli mirası tasfiye ediliyor” diyor. Dün bu işi yapanlar, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Gurzon ve benzerleri idi. Lozan görüşmelerini kurnazca Sevr ortamına çevirmeye uğraşıyorlardı. Müslüman azınlık talep ediyorlardı. Şimdi ise; bu görevi yerli işbirlikçiler üstlenmiş. İnsanlarımızı ayrıştırmaya, birbirine ötekileştirmeye çalışıyorlar. Türk kimliği ve Türk Milletine karşı açık bir savaş var. Yetkili olanlar seyrediyor. Ermeni açılımı fiyaskosundan sonra şimdi de Sam Amca’nın Kürt açılımı projesi.
Milli iradeye dayandıklarını sık sık dile getirenler, önce Milli Mücadele’yi gerçekleştiren, milli devletimizi kuran milli iradeye saygılı olsunlar. Anadolu’da bir dönemin işgal güçlerinin konumuna düşmesinler. Yakın tarihi iyi öğrenelim ki; tarih tekerrür etmesin. Kısaca; kendi kalemize gol atmayalım. 29 Nisan 1920’de “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” kabul edilmişti. Yakın bir geçmişte bu yasa acaba neden kaldırıldı?
Açıklanmasına rağmen; TRT’den, MHP dışında herkes tarafından destekleniyor diye gösterilen Kürt açılımı ile PKK neden pes etsin? İstekleri silâhsız gerçekleşebilecek.
MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli’nin haklı ve yerinde tepkisi, Sayın Başbakana hakaret diye takdim ediliyor. Üstelik şaibeli bir İçişleri eski Bakanı tarafından. Demek ki; parti devletinde herkes sindirilmeli ve susturulmalıdır.
İktidarın bir polis eğitim kurumunu kullanarak açılımı topluma kabul ettirme zorlaması, şehit polislere hakarettir. Tek yönlü Cumhuriyet ve Devlet karşıtı olanlar bu toplantıya çağrılmış. Aynen Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenip daha sonra Bilgi Üniversitesi’ne alınan malum Ermeni Konferansı gibi… Sözde dost ve müttefik ülkelere doktora için gönderilmiş, şaibeli tezlerle ünvan almış bir cemaatçi kadro işbaşındadır. Bu demokrasi ve açılım talepleri Lozan’ın tasfiyesidir.