Samimiyet

117

Tarih boyunca toplum düzenleri ve hayat tarzları kendilerine has değer sistemleri ile paralel biçimde değişime uğramış, her hayat biçimi bir öncekine göre farklı değerleri getirmiş veya ön plana çıkarmıştır.

Günümüz için de aynı durum söz konusudur. Modernleşme süreci kendine has değer sistemine göre insan hayatını şekillendirmiştir.

Söz konusu değer sisteminden kimi zaman memnuniyetle kimi zaman şikayetle bahsederiz. Ancak bir değer var ki hayatımızdan giderek uzaklaşmasının tesiri sanırım pek çok değere göre daha olumsuz ve dolayısıyla tesirli olmaktadır: Samimiyet.

Samimiyet insanın hayatına ve davranışlarına anlam katan en temel değerlerden biridir. Samimiyet olmaksızın insanın ne kendisiyle ne de etrafıyla anlamlı bir ilişki kurması ve barışık olması mümkün değildir.

Nitekim zamanımızın değer sistemi içerisinde birçok insan tarafından “akıllı olmanın” şahsi menfaati her şeyin üzerinde tutarak gözetme ve hayatını menfaatini temin üzerine inşa etme şeklinde anlaşılması insanın hem kendisi ile hem de çevresi ile samimi ilişkiler kuramaması neticesine yol açmaktadır. Neticede sık sık şikayet ettiğimiz yalnızlık insanın hem iç hem de dış dünyasını ele geçirmektedir. Zira insanın kendine yabancılaşması ve kurulamayan hakiki dostluklar kader halini almaktadır.

Bu mudur akıllı olmak?

Yine başka bir örnek olarak, samimi şekilde başlayan pek çok fikri hareketin bir müddet sonra aynı samimiyeti taşımaktan uzak bir yapı haline dönüştüğünü görürüz. Zamanında insanlara heyecan veren, onları bir fikir altında toplayarak bir amaç uğrunda birleştiren ve aralarında bir nevi kardeşlik temin eden fikir ve değerler zamanla çatışma yeri ve unsuru olabilmektedir. Zira özellikle kurumsallaşma ile birlikte artık kurumsal yapıyı korumak ideallerin kaynağı olan fikri koruyup zenginleştirmekten daha önemli hale gelmekte, fikre aykırı hareketler, yapıyı korumak adına görmezden gelinebilmektedir. Netice ideallerin yerini menfaatler almakta, samimiyet yerine şekilcilik ön plana çıkmaktadır.

Bugün özellikle gençliğin politikaya bakış açısında ve apolitik olmayı tercih etmesinde temel etken bahsettiğimiz vaka değil midir? Bu sebeple fikri akım taraftarı olmak bir hizmet vesilesi yerine çatışma sebebi şeklinde algılanmıyor mu? Böyle algılandığı için milletimize faydalı olabilecek pek çok insan fikri ve siyasi alanda var olmaktan kaçınmıyor mu?

Bu noktada dinimizin koyduğu bir prensibin önemi daha da fazla ortaya çıkmaktadır: “Ameller niyetlere göredir.” Bu prensip insanın iç ve dış dünyasında bütünlüğü sağlamasının onun kamil insan olmasındaki önemi vurgulaması açısından hayli önemlidir. Zira eğer insan halis ve samimi niyetlerle bir iyiliği yerine getirmiyorsa veya sebep olduğu bir kötülüğün gerçekleşmesinde kastı bulunuyorsa başkaları tarafından iyilik olarak görünse de davranışın hiçbir değeri yoktur. Veya tersine samimi ve halis niyetlerle yapılan bir davranış, başkaları onu takdir etmese de değerinden bir şey kaybetmez.

Bir insanın dış çevre baskısı altında kalmadan ve değerlerinden ödün vermeden idealist biçimde hareket etmesinde bu ilkenin rolü yadsınabilir mi?   

Dolayısıyla insanların gittikçe samimiyetten uzaklaştığı, kalbinin ve ağzının başka başka konuşmaya başladığı bir ortamda değerlerimizin yeniden ve doğru biçimde aktarılmasına çalışılması, hem gelecek nesillerin karakterlerinin doğru oturmasında hem de kendi kendimize yabancılaşmaktan uzak kalmamamıza vesile olacaktır. Tabii bunu samimiyetle yapmak şartıyla…