Değerli okuyucular milletlerin de insanoğlu gibi kendilerine has karakteristik özellikleri vardır. Türk milleti olarak bizlerin geçmişten günümüze gelen en temel özelliklerimiz devlete olan bağlılığımız, savaşa giderken gösterdiğimiz gayret ve özgürlüğümüze olan düşkünlüğümüzdür. Bu satırları okuyan okuyucularımızın bir çoğu bu özelliklerimizin geçmişte kaldığını ifade edeceklerdir. Fakat bu özellikler, belki değişen şartlarla dejenere olsalar da asla yok olmazlar. Yeri ve zamanı geldiğinde hemen kendilerini belli ederler.
Bunun en güzel örneğini İstiklâl Savaşında görmekteyiz. O dönemin Türkiye’sinin şartlarında tekrar bir savaşa girmek, dönemin Batılı kumandanlarınca intihar sayılsa da, bizler özgürlüğümüze olan bağlılığımız sebebiyle bunu bile göze alarak savaştık.
Keza İstiklâl Savaşını yöneten komutanlarda aynı yaş grubuna dahil ve aynı seviyede eğitim alan kişiler olmasına rağmen kişisel menfaat çatışmasına girmemek suretiyle bir kişi üzerinde birleşerek savaşmışlar, sonuçta da başarıya ulaşmışlardır. Kendilerini bu tarz davranışa iten duygu ise; devletin yok olma sürecine girmesi dolayısıyla devlete olan bağlılıklarıdır.
Geçmişte böyle ruha sahip bir millet olmamızın nedeni, o dönemde yetişen gençliğe verilen eğitimde yatmaktadır. Hepimizin bildiği gibi eğitim iki yerde olur; aile ve okul. O dönemde aileler çocuklarına küçük yaşta milli duyguları aşılar, dedeler, nineler masal niyetine çocuklara tarihteki kahramanlık hikayelerini anlatırdı. Okullarda ise batılı ilimlerin yansıra milli bilgiler de verilirdi. Dolayısıyla günümüze göre daha idealist bir gençlik mevcuttu.
Günümüzde ise değişen hayat şartları sebebiyle bir çok ailede anne de çalışmakta, dedeler, nineler çocuğa bakıyorsalar da, genellikle pembe dizi veya “evlilik, gelin-kayınvalide ilişkileriyle ilgili” izleyenlere hiçbir katkısı olmayan ve ciddi olarak seviye problemi bulunan programlarla vakit geçirmekte, dolayısıyla nesiller arası kültür aktarımı sağlanamamaktadır. Mali durumu iyi olan aileler ise çocuklarına yabancı uyruklu dadı tutmaktadır.
Okullarımızda ise anaokulundan itibaren yabancı dille eğitim verilerek çocuklarımız kendi kültürlerine yabancı olarak yetiştirilmektedir. Çünkü dil en önemli kültür – aktarım aracıdır. Çocuk daha kendi dilini tam konuşamazken yabancı dil öğrenirse tabii ki gelecekte kendisinden milli hassasiyet beklemek zor olur. Şahsi kanaatimce bir çocuğa yabancı dil lise çağlarında öğretilmeye başlanmalıdır. Çünkü bu yaşlara geldiğinde kişinin artık kültürel altyapısı oluşmuş olur.
Kısacası değerli okuyucular, bizler yetişen neslimize “bilinçli bir eğitim” verirsek, bugün ülkemizde yaşadığımız bölünme tehlikesi, yabancılara toprak satımı veya iyi eğitim alan gençlerimizin yurt dışında çalışma istekleri yani beyin göçü sorununu yaşamayız.(Dünya da en çok beyin göçü veren Hindistan’dan sonra ikinci ülke olarak gelmekteyiz!)
Bir devletin kaderini o devleti oluşturan millet belirler. Atalarımız dünya tarihine Roma İmparatorluğu’ndan sonra en uzun yaşayan imparatoluk olan Osmanlı İmparatorluğu’nu kurup yaşatarak imza attılar. Umarım bizler ise tarihe “en kısa süren Türk devleti” olarak imza atmayız.
İyi haftalar!…