—Üstadım, aşağılık kompleksine düşüyorum. Bana şiir oku, diyorsun, okuyorum; bir şey anlamıyorum okuduklarımdan. Ben aptal mıyım, diye düşünüyorum. Şiirden anladığını söyleyenler gerçekten anlıyorlar mı?
— Senin, saf ve samimi halin olmazsa hiç çekilmezsin Kertenkele. Altından anlamak için sarraf olmak lazım; değilsen altın sıradan bir metaldir. Şiir de böyle.
—Yani üstadım, yine bende mi bir kusur var?
—Buna kusur demeyelim. Tüylenmeden uçmaya çalışan kuş gibisin. Önce kuş olduğunu bil, sonra tüylen, sonra kanatlan, sonra taklit et, sonra uç.
—Üstadım, önce kertenkeleydik, şimdi kuş olduk, öyle mi?
—Ne fark eder; biri ayaklı, biri kanatlı. Hep sürünecek değilsin ya, biraz da terfi et ve uç. Bedenin uçmuyorsa gönlün uçsun, şairler gibi.
—Şairler uçar mı Üstadım?
—Tabi uçar. Şairler, bedenlerinin bulunduğu iklimden başka bir iklim yaşadıkları ve bunu okuyanlara yaşatabildikleri zaman şairdirler ve yazdıkları şiirdir.
—Üstadım, yine karışık bir şey söyledin.
—Kertenkele, şiiri yazmak da anlamak da birikim gerektirir. Midesi az gelişmiş birinin somun yemesi nasıl hazımsızlık yaratırsa, kafası az gelişmiş birinin de şiir okuması hazımsızlık yaratır. Bu bir süreçtir. Her zekânın anlayabileceği şiirler vardır. Sen biraz acele etmişsin.
—Üstadım, iltifatlarınıza hayranım. Kuş olduk, az gelişmiş olduk, zaten kertenkeleydik.
—Soru sorman, öğrenme merakın çok güzel; bunlar seni geliştirir. Alınganlığın kötü, bu ise seni köreltir.
—Üstadım, ben de size latife olsun diye söyledim.
—Şiir, tanımı henüz yapılmamış anlatımdır. Herkes kendince bir tanım yapıyor. A. Hamdi Tanpınar’a göre şiir, “Bir iç kale sanatı”dır. A. Haşim, “Şiir, nesre çevrilemeyen nazımdır… Şiir, hikâye değil, sessiz bir şarkıdır.”der, Balzac ise, “Şiir, zekâ ülkelerinde uzun, üzücü yolculuktan sonra doğan şeydir.” der. Nasıl ki her insanın duygu ve düşüncesi birbirinin aynı değilse şiirin tanımı da böyledir. Voltaire, “Bir ulusun duygu ve düşünce sanatlarındaki üstünlüğünün şaşmaz ölçüsünün şiir kültürü” olduğunu söyler. Sait Faik de: “Şiir olmayan yerde, insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak şiir sevdirir.” diyerek şiirin, yürekteki sevginin yansıması ve insanları sevmenin aracı olduğunu söyler.
—Üstadım, o sözü ettiğiniz adamların ne söylediği değil, benim için, sizin ne söylediğiniz önemli. Siz ne diyorsunuz şiir için?
—Kertenkele, şiir bir sanattır. Sanat, inancın estetik hüviyet almış şeklidir. Bu kendini renklerle yansıtırsa resim, seslerle anlatırsa müzik, kelimelerle aktarırsa şiir olur. Şiir, kişinin ta kendisidir. Kişinin dünyası, inancı, hayalleri, emelleri, ince ruhu, hatıraları kendini şiirde gösterir. Şair, malzemesi sözcük olan kuyumcudur. Onun duyguları derindir, düşünceleri yüksektir. “Gel-git”leri hem yaşar hem yaşatır. Şöyle bir benzetme yapalım: Çöle düşmüş bir yolcusun. Günlerce susuz kaldın. Nihayet bir matara su buldun. Tam içecekken birileri geldi o suyu elinden aldı. Veya eşkıyalar tarafından yıllar önce kaçırılan bir evladının sağlık haberini aldın, ona kavuştun, onu kucaklamak üzeresin. Evladını tekrar aldılar ve gözlerinin önünde vahşice katlettiler. Bu “gel-git”ler arasındaki sevinç ve üzüntülerinin şiddeti neyse şair bunları yaşayan ve yaşatabilen kişidir. Onun duyguları arasındaki açının genişliği hiçbir canlıda yoktur. Şairlik, kendini, orijininin ya da yaratılışın formülünü, nedenini keşfetmeye adamış yolcunun mesleğidir.
—Üstadım, siz bana yaptığınız iltifatlarda galiba pek haklısınız. Dediklerinizin ancak yarısını anladım, çeyreğine de kendimi layık buldum. Buna göre ben bir hiçim.
—Kendini bilmek, hiç olduğunu anlamakla başlar. Kendini bilen insanın çıktığı ve vardığı durak aynıdır. Bunun adı, “hiç”tir. Şair “hiç”liği bilen, ona değer katan kişidir. Âşık Veysel ne güzel söylüyor: “Güzelliğin on par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa / Eğlenecek yer bulaman / Gönlümdeki köşk olmasa” Şairler, eşyadaki sihri keşfettikleri için onlara değer katarlar. Onların eğlendikleri mekânlar farklıdır, gönül sofralarında yerler, eğlenirler. Orası bir zirvedir, oraya herkes çıkamaz.
—Üstadım, bana kızma; ama şairler olmasa insanlık ne kaybeder?
—Senin tek artın, samimiyetin. Anlattıklarım, anlaşılan o ki, bir kulağından girmiş, bir kulağından çıkmış. Sana cevabı Veysel versin: “Tabirin sığmaz kaleme / Derdin dermandır yareme / İsmin yayılmaz âleme / Âşıklarda meşk olmasa” Anlatımdaki şu güzelliğe bakar mısın? Şairler, söz mimarlarıdır; güzeli en güzel biçimde anlatırlar. Onlar, düşünceleriyle, yaşantılarıyla, üsluplarıyla modeldirler. Her şair, âşıktır. Aşkın ateşinde yanmayan, suyundan içmeyen, şair olamaz.
—Üstadım, ben şiir yazabilir miyim?
—Şiir yazabilirsin; ama şair olabilir misin, onu bilmiyorum. Bu, biraz yetenek, biraz gayret, biraz da nasip işi. Güneşte yanmayan meyvenin tadı olmuyor, ateşte pişmeyen yemek hazımsızlık yapıyor. Yolunu bilirsen, aşılmayan dağ yoktur.