(Evlilikte denklik, denklik, ferâgat, geçim)
Oğuz Çetinoğlu: Mevlâna Hazretleri’nin tasavvufî konularla olan bağlantısı bilinir ve özellikle de semâ ile alakalı yönleri konuşulur. Oysaki o, hep halk arasında ve halkla berâber olmuş, halkın bütün meseleleri hakkında fikir beyanında bulunmuştur. Bunlardan biri de âiledir. Bu kanodaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Dr. Abdülhâkim Yüce: Haklısınız. Onun halkla bütünleşmesi, sahih İslâm kültürünü ve yorumunu, hem de halkın örf ve âdetlerini eserlerine aktarmasını sağlamıştır. Âile müessesesi her devirde ciddî sarsıntılar yaşamıştır. Mevlâna, batılı ülkelerde de çok okunan bir mütefekkirdir. Âilevî meseleler, batılı toplumlarda dâimâ gündemde ve ön plandadır.
Batı ile aramızda elbette kültür farklılığımız var. Ancak cihanşümul prensiplerde insanlık ortaktır. Öyle ise, bu eserlerde bulunan âile ile ilgili bazı konulara dikkat çekmek önemlidir. Zira ortada bir problem var, ilgi ile okunan eserler var ve bu eserlerde adı geçen probleme çözüm önerileri bulunmaktadır.
Çetinoğlu: Konuyu biraz açar mısınız?
Prof. Yüce: Yüce Yaratıcı bütün varlığı olduğu gibi insanı da erkek ve kadın adlarıyla çift yaratmıştır.
‘Her şeyi çift yarattık ki düşünüp ders alasınız.’ (Zâriyât, 51/49) âyeti, bu gerçeği ifâde etmektedir. Öyle ki, zerrelerden kürelere, oradan sistem ve galaksilere kadar her yerde ve her şeyde bu gerçeği görmek mümkündür. İnsanlar ve hayvanlar çift çift olarak yaratılmıştır. Bitkilerin yaratılışı da aynı şekildedir. ‘Ne yücedir O Allah ki, toprağın bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeyleri hep çift yaratmıştır.’ (Yasin, 36/36) buyrularak daha önce icmâlî olarak verilen ‘çift yarattık‘ sözü, burada biraz daha tafsil edilmiştir (geniş açıklanmıştır). Bu âyette evvelâ her şeyin çift yaratıldığına dikkat çekilmiş, sonra da yerin bitirdiği, ot, çiçek, ağaç vs. gibi varlıkların hepsi dişi ve erkek olmak üzere bu umûmi kanunun şümulüne dâhil oldukları vurgulanmıştır.
Allah her şeyi çift yaratmakla kalmamış, birini değerine hem muhtaç, hem de müştak (özleyen hasretini çeken) yaratmıştır. Bir atomda bir birlerine muhtaç ve birbirlerini çeken parçacıklar yarattığı gibi, semada dev gezegenleri de bir birbirine muhtaç ve birbirlerini çeken özellikte yaratmıştır. Çift yaratılan insan da yani kadın ve erkekten her biri de diğerine muhtaç ve müştaktır; biri diğerini cezp etmektedir. Öyle ise biri diğerinden müstağni (ihtiyacı olmaksızın) yaşayamaz. Biri diğerinden üstün de değildir. Ancak bütün varlıkta olduğu gibi aralarında iş bölümü yapılmış ve tabiattaki gibi mükemmel bir düzen oluşturulmuştur. Ne zaman ki insan eli bu düzene karıştı ve keyfi uygulamalar başladı, o zaman da maalesef günümüzde olduğu gibi, düzen bozuldu.
Çetinoğlu Mevlâna bu konuda ne diyor?
Prof. Yüce: Diyor ki: ‘Âlemde her cüz’ muhakkak kendi çiftini ister. Kehrüba (kıymetli bir taş) nasıl saman çöpünü çekerse her cüz’ muhakkak kendi çiftini çeker.
Gökyüzü yere ‘Merhaba’ der
Demirle mıknatıs nasılsa ben de seninle öyleyim
Gökyüzü aklen erkektir, yer kadın. Onun verdiğini bu besler yetiştirir.
Yerin harâreti kalmadı mı gök harâret yollar, rutubeti bitti mi rutubet verir.…
Bu yeryüzü, hanımlıklar etmekte, doğurduğu çocukları emzirip yetiştirmektedir.
Şu halde yerle göğün de aklı var, böyle bil. Çünkü akıllıların işlerini işliyorlar.…
Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harâreti olmasa yerden ne hâsıl olur? Dişinin erkeğe meyli ikisinin de işi tamamlansın diyedir
Bu birlikte âlem baka bulsun diye Allah erkekle kadına da birbirlerine karşı meyil verdi.…
Gece de böylece gündüzle sarmaş dolaş olmuştur. Geceyle gündüz görünüşte birbirine aykırıdır, fakat hakikatte birdir.
Çetinoğlu: Mevlâna Hazretleri evlilik hakkında ne diyor?
Prof. Yüce: Başlangıçta söylediğim gibi Allah insanları çift yaratmış ve ‘biri diğerinin eşi’ anlamında ‘zevceyn’ diyerek âdeta evliliğe teşvik etmiştir. İlâhî vahyi insanlara ulaştıran son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) de evliliği teşvik etmiş ve kendisi de evlenmiştir.
İnsanlar ilk günden beri, zarûrî birçok şeye gösterdikleri hassasiyetlerden daha fazlasını bu konuda göstermişler ve evliliği insanlığın ortak sünneti hâline getirmişlerdir.
Buna rağmen her fert için evliliğin dinî bir gereklilik (farz) olduğu hükmü verilmiş değildir. Bu arada târih boyunca, sayıları az da olsa, evlenmeyen kişilere rastlanmış; evlenmemeyi sistemleştirerek hayat tarzı hâline getiren râhipler ve benzerleri ise hayatla çeliştikleri için tenkit edilmişlerdir.
Çetinoğlu: Kimilerine göre evlilikte bir takım problemlerle karşılaşmak söz konusudur…
Prof. Yüce: Doğrudur. Evlilik berâberinde bir dizi sorumluluk ve ağır yük getirmektedir. Dolayısıyla hakkıyla bir evlilik herkes için mümkün olmayabilir. Kul hakkı, helal kazanç, çocuk terbiyesi ve benzeri âilevî mükellefiyetleri gereğine uygun yerine getiremeyeceğini düşünen bazı kişilerin evlilik konusunda rahat davranmadıkları bilinmektedir. Efendimiz (s.a.s.) de bu mükellefiyetlere gücü yetmeyenlere oruç tutma, az yeme, yoğun bir ibâdet hayatı vb. tedbirlere mürâcaat etmelerini tavsiye etmiştir.
Çetinoğlu: İslâmiyet’in bu hükümlerine Mevlâna’nın katkıları var mı?
Prof. Yüce: Var. İslâm kültürü ve insanlığın ortak değerleriyle beslenen Mevlâna da konuyu aynı çizgide ele almakta ve şöyle demektedir: ‘Peygamber (s.a.s.)’in yolu, kıskançlığı törpüleme (def’etme) zahmetini içerdiği, kadının yeme, giyme vb. isteklerine ve rencide edici söz ve davranışlarına katlanma zorluğunu taşıdığı için meşakkatli yoldur. Ama ancak bu yolla Muhammedî alâmet ortaya çıkar. İsa (a.s.)’ın yolu ise mücâhede çalışma, didinme) ve halvet (çevre ile her türlü ilişkiyi kesmek) şehvetten kaçınmaktır. Mademki Muhammed’in yoluna gidemiyorsun bari İsa’nın yoluna git ki büsbütün mahrum olmayasın. Öyle ise ya evlenmeli veya engin bir ibâdet ve zühd hayatı yaşanmalı; üçüncü bir yol tercih etmek şehvete mağlubiyeti beraberinde getirecektir ki o da şeytanın ağına düşmek demektir.
Çetinoğlu: Mevlâna şehvet konusunda neler söylüyor?
Prof. Yüce: Mevlâna, şehvet konusunu uzun uzun anlattıktan sonra sözünü şöyle bağlıyor: ‘Evlilik, (şeytanın ağına düşmemek için) ‘lâhavle’ çekmeye benzer; mademki yeme-içmeye düşkünsün vakit geçirmeden evlen de şehvet seni belâya düşürmesin. Aksi takdirde bil ki kedi gelir, yağlı kuyruğu kapar.
Çetinoğlu: Evliliğin temel prensipleri hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Prof. Yüce: Peygamber Efendimiz; ‘Bana dünyadan üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadınlar ve gözümün nûru olan namaz.’ Buyurmuş.
Evlilik, sâdece bir kadın ve erkeğin nikâhlanıp yuva kurması değildir; o aynı zamanda birçok kişiden oluşan iki âilenin akrabalık bağlarıyla birbirlerine bağlanmaları, bâzen birbirlerinden sorumlu olmaları, aynı tasa ve sevinci paylaşmaları, ortak veya sık sık çakışan bir hayat yaşamaları ve birbirleri yüzünden değer veya değersizlik kazanmaları demektir. Öyle ise evlilikte sâdece kız ve erkeğin bu işe karar vermeleri yeterli değildir. Âilelerin, özellikle de kız tarafının onayı alınmalıdır. Zîra ortaya çıkacak yeni durum onları da yakından ilgilendirmektedir. İşte evlilikten söz eden İslâmî eserlerde, özellikle de fıkıh kitaplarında dile getirilen denklik (küfüv) konusu bu meseleyi işlemektedir.
Çetinoğlu: Hangi meseleye hangi çözümler getiriliyor?
Prof. Yüce: Denklik, evlenecek kız ve erkeğin din, ahlâk, karakter, soy, fizik, yaş, servet ve meslek gibi konularda mümkün mertebe birbirine yakın değerler taşıması demektir. İslâm hukukunda denklikten maksat, evlenecek eşler arasında dînî, ekonomik ve sosyal seviye bakımından yakınlık ve denklik bulunmasıdır. Bu denkliğin, hem çiftler arasında, hem de yeni akrabalar arasında saâdet, huzur ve sevgiye vesile olacağı düşünülmüştür. Görüş farklılıkları olmakla birlikte, denklik konusuna, nikâhı bozma yetkisini kızın velisine verecek kadar önem atfedilmiştir. Dikkat edilirse denklik, erkeğin değil, kadının menfaatine yönelik bir haktır. Öyle ise evlilikte denklik, kadınlar için erkekte aranır. Yâni bir erkeğin, evleneceği kadına, din, ahlâk, meslek ve zenginlik gibi niteliklerde denk durumda bulunması gerekir ki, bu durum kadını korumak içindir. Zîra denkliğin olmamasından doğacak sıkıntılar daha çok kadını ve onun akrabalarını etkileyecektir. Denklik aynı zamanda huzur ve saâdetin de olmasa olmazıdır. Nitekim Efendimiz de ‘Kadınları denkleriyle evlendirin, onları velileri evlendirsin…’ buyurmuştur.
Çetinoğlu: Mevlâna’nın bu konuda görüşlerini lütfeder misiniz?
Prof. Yücel: Mevlâna da kadın-erkek denkliğine vurgu yapar ve güzel benzetmelerle konuyu şöyle işler: ‘Eşlerin birbirine benzemesi lâzım; ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak! Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işe yaramaz.’ ‘Ormandaki aslana kurdun eş olduğunu hiç gördün mü?’ ‘Bir gözü bomboş, öbürü tıka basa dolu olsa hurç devenin üstünde doğru duramaz.’ ‘Kapının bir kanadı tahtadan, öbürü fildişinden… böyle şey olur mu hiç? ‘Nikâhta iki çiftin birbirine eşit ve denk olması lâzım, yoksa iş bozulur, geçim olmaz.’
Çetinoğlu: Evlilikte bâzı tercihler de söz konusu olmalı…
Prof. Yüce: Âile saâdeti için evlenilecek kızın bakire olması öteden beri ve hemen her toplumda üzerinde durulan bir husustur. Elbette belli bir yaştan sonra veya bazı şartlardan ötürü dul insanla da evlenilebilir. Hatta bâzı çevrelerde dul kalmış kadınların evlenmelerine iyi gözle bakılmamasının yanlışlığına da işâret edilmelidir.
Gelişmiş ülkelerde evlilik öncesi cinsel hayatın yol açtığı tahribatın boyutları büyük olmalı ki, şu türden haberler basına düşmeye başladı: Gelişmişler liginde dini en çok önemseyen ülke olan ABD’nin muhafazakâr Hıristiyanları, öbür ligdeki ülkelerde bile zor rastlanacak yeni bir gelenek îcat etti: Küçük kızlar için bekâret yemini baloları… Düğün atmosferinde düzenlenen ‘iffet baloları’nda, on dört yaşına girmiş kız çocukları babaları önünde, evlenene kadar bâkire kalacaklarına dâir yemin ediyor.
Bir yıl içinde çoğu Amerika’nın güney ve orta batı bölgelerinde olmak üzere 1400 iffet balosu düzenlenmiş. Sonraki yıllarda sayının ikiye katlanması bekleniyor. Balolarda düğünlerde olan her şey var. Smokini içinde gururlu baba, beyaz katlı pasta, limuzinler ve yemin töreni. Fakat dâmat yok ve uzun elbiseli genç kız da gelin değil. Baba, kızının bekâret yeminine karşılık, evladının iffetini korumak için lekesiz bir hayat süreceğine dâir sözleşme imzalıyor. Sonra baba kızına bekâret yüzüğü veya iffet bileziği adları verilen mücevher takıyor ki, kızı da gerdek gecesi bekâretinin simgesi olarak bunları kocasına teslim edebilsin…
Çetinoğlu: Mevlâna bu konuda fikir beyan etmiş mi?
Pof. Yüce: Var. Kendisini deli gösteren bir velinin sözlerini aktararak meseleyi anlatıyor: Dünyâda üç türlü kadın vardır, ikisi zahmet ve mihnetten ibârettir, birisi dâimî bir hazinedir. Onu alırsan tamamıyla senin olur. İkincisinin yarısı senin olur, yarısı senden ayrı kalır. Üçüncüsü ise hiç sana yâr olmaz. Bâkire, tamamıyla sana mal olur, gamdan kurtulursun. Yarısı senin olan ise duldur.
Çetinoğlu: Âilede geçim, bir başka ifâde ile karşılıklı anlayış da önemli…
Prof. Yüce: Âilede saâdet ve huzurun yakalanması ve bunların bir ömür devam ettirilebilmesi evliliğin esaslarındandır. Hem Kur’ân-ı Kerîm, hem hadis-i şerifler hem de hayat tecrübelerinin imbikten geçirilmiş şekli olan ahlâk ve adâb-ı muâşeret kitapları bu konu üzerinde durmaktadır.
Âile saâdetinin birçok unsuru bulunmaktadır, ancak güzel geçim bunlar arasında hep birinci sırada zikredilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, eşler arasında güzel geçim saâdet için olması gereken diğer unsurların zeminini hazırlamaktadır.
Aksi durum, yâni güzel geçimin olmadığı yerde diğer unsurlar âdeta ruhsuz kalacaklarından yetersiz olacaklardır. Öyle ise ‘güzel geçim âile saâdet ve huzurunun ruhudur’ denilebilir.
Güzel geçim, değişik târihî, sosyal, psikolojik ve fizikî sebeplerden ötürü daha çok erkekten beklenir; oturduğu zemin ise güzel ahlâktır. Kadının da güzel ahlâklı olması hem işi kolaylaştırır hem de saâdet ve huzur seviyesini yükseltir. Güzel ahlâkın âile saâdetindeki önemine Mevlâna erkeği merkeze alarak, şöyle değinir: ‘Hz. Peygamber buyurdu ki: Kadın, akıllı kişilere ve gönül ehline fazlasıyla galip olur. Fakat câhiller kadına galip gelirler. Çünkü onlar, sert ve kaba muamelelidir’.
Prof. Dr. ABDULHÂKİM YÜCE 1962 doğumlu olan Abdulhâkim Yüce, 1986’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. İki yıl boyunca, alanında araştırma yapmak gayesiyle görev almayıp, özel dersler aldı ve ilmî araştırmalar yaptı. 1988 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde doktora çalışmalarına ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde vaizlik görevine başladı. Başkanlığın görevlendirmesiyle, Almanya’nın Köln ve Fransa’nın Paris şehirlerinde belli sürelerle görev yaptı. 1992’de, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin Tasavvuf Anabilim Dalı’na, asistan olarak tâyin edildi. Aynı yıl, ‘Razî’nin Mefatîhu’l Gayb Adlı Tefsiri’nin İşârî Yönü’ başlıklı tezini bitirerek, alanında doktor oldu. 1993 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalına Yar. Doç. Dr. olarak göreve başladı. 1997’de Doçent, 2003’te Profesör oldu. İngilizce ve Arapça bilen Yüce, hâlen bu görevine devam etmektedir. Yayınlanmış kitaplarından bâzıları: *Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf: Nil Yayınları, 1996. *Kalb Hayatı (Muhâsibî’den çeviri): Işık Yayınları, 1997. *Gece İbâdeti: Işık Yayınları, 1999. *Şehitlik ve Şehitlerin Hayatı: Kaynak Kitaplığı, 2001. *Tasavvuf ve Bid’at: Nil Yayınları, 2001.*Konuşma Sanatı ve Hitâbet: Işık Yayınları. *İtikâf: Işık Yayınları. *Bizim Yuvamız: Işık Yayınları. *Tesbihât: Işık Yayınları. *Efendimizin Bir Günü: Işık Yayınları. |