“Öz vatanında garip, öz vatanında parya!”
Türk Milleti, en zor dönemlerinde dahi kendi devletine güvenmiş, devleti yönetenleri adeta baba bilmiştir. “Devlet Baba” kavramı da böyle doğmuştur. İngiltere sanayide buhar makinalarına geçtiğinde, sayıları yüzbinleri bulan üretimde çalışan işçilerin birçoğu sanayi devrimiyle işini kaybetmiş, evsiz barksız kalmışlar ve sokaklarda dilenir duruma düşmüşlerdi. Bu durumu isterseniz ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı’nın: “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” kitabının 238. Sayfasındaki bir paragrafına bakalım: “Küçük üretimin ve Lonca düzeninin Avrupa’da 15. Yüzyıldan beri büyük olaylar ve acılar yaratarak yıkıldığı, aynı deneyin kısa zamanda Japonya’da yoğun biçimde tekrarlandığı düşünülürse, Osmanlı devlet adamları böyle bir toplumsal devrime cesaret edemediler denilebilir. 19. Yüzyılın Osmanlı devlet adamları Avrupa’yı tanımaktaydılar. Ancak Victoria İngiltere’sinde gelişen sanayi ile birlikte çıkan sefalet, sınıf farkları, her türlü değer ve hayat tarzının sarsıntılı değişimi onları ürkütmekteydi.”
Görüldüğü gibi Osmanlı devlet adamları, her ne kadar sanayileşmenin getireceği bir takım yenilikleri ve teknolojinin değişimini ertelemiş olsalar da, milletini sefalete mahkûm etmek istememişlerdir. İşte millet ve devlet arasındaki “Devlet Baba” Kavramı budur.
“Devlet Baba” geleneği ta ki 1980’lerde Turgut Özal’ın: “Artık Devlet Baba geleneği bitmiştir.” Türündeki bir açılamasıyla Türk Milleti ilk defa vahşi kapitalizmin gerçek yüzüyle karşı karşıya kaldığını görmüştür. Millet o yıllardan sonra birtakım yolsuzluklarla, hayali ihracatlar la, “Benim memurum işini bilir” sözleriyle tanışır olmuştur.
AKP dönemi iktidarlarındaysa milletin değerlerine en fazla darbe vurulan dönemleri yaşadık ve halâ da yaşamaya devam ediyoruz.
* Milletin en fazla itibar ettiği “Ordu-Millet el ele” kavramı orduya çeşitli kumpaslar kurularak itibarsız hale getirilmiştir.
*Yıllardır sağlıkta reform denilerek en sonunda bu milletin evladı doktorlarına: “Giderlerse gitsinler” diye kapı gösterdiler.
*Her şehre açtıkları üniversitelerden yetişen sayıları yüzbinleri bulan atanamayan öğretmenler için: “Her okul bitiren öğretmen olacak diye bir kaide yok” diye gençlerin umutlarını ve hayallerini yıktılar.
*Milli eğitimde yaşanan en son müfredat değişikliği ile matematiğin belkemiği İntegral derslerden kaldırılmış, ilk ve ortaokulda okuyan genç beyinler tarikat ve cemaatlerin ellerine teslim edilmiştir.
*Hukuk ve adalette, kadın cinayetlerinde, uyuşturucu trafiğinde, sokak cinayetleriyle her gün yüz yüze geliyoruz.
Bu saydıklarımı daha da uzatmak mümkün, hatta romanlara sığmaz. Ancak yapısal kurumlar o kadar yıkıma uğramıştır ki Karar yazarı İbrahim Kahveci’nin değimiyle ülkemiz Cumhur İttifakı sayesinde “Yolsuzluk Algı Endeksinde” rekor kırıyor.” 90’lı yıllarda 30-40 arası olan ülke sıramız, 98-2002 arasında 50-60 arasına yükselerek kötüleşme gösterdi. Ama maşallah diyelim çünkü 2022 yılında 100 barajını devirerek Dünya Yolsuzluk Algı Endeksi sıralamasında 101. ülke olduk.
Şükredelim ki, yolsuzluk endeksinde Uganda, Pakistan, Kenya, Zambiya bizden kötü.”
Osmanlı’nın son dönemine ışık tutan bir gerçeğe göz atacak olursak, o günkü Türkiye’nin insan yapısıyla bu günün insanını mukayese edelim isterseniz; insanımızın devletine ve milletine bakış açısını daha rahat tahlil edebiliriz.
“İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin güçlenmeye başladığı dönemdir. Tanin Gazetesinde Hüseyin Cahit (Yalçın) birkaç yazıyla halkı boykota çağırır. Servet-i Fünun’dan Übeydullah Efendi de bir yazıyla bu çağrıya katılır. Boykot, Selanik’ten Trabzon’a, İzmir’den Beyrut’a, Samsun’dan Konya’ya, İstanbul’a Yafa’ya kadar bütün coğrafyada etkili olmuştur (Y. Doğan Çetinkaya, 1908 Osmanlı Boykotu).
Hamallar Avusturya mallarını gemilerden ve trenlerden indirmemişler, mavnacılar taşımamışlar, tüccar ve esnaf şeker ve fes satmamışlardır. Satanları da halk protesto etmekle kalmamış, gösteri yaparak teşhir etmiştir. Boykot Avusturya’da iflaslara yol açmış, sonunda Avusturya, Osmanlı Devleti’ne tazminat ödemiştir.” Hakan Paksoy(Dava Sahibi Olmak-Milli Düşünce Merkezi)
Osmanlı’nın en buhranlı döneminde: (Bulgaristan 5 Ekim 1908’de bağımsızlığını ilan eder, 6 Ekim de Macaristan, Bosna-Hersek’i ilhak eder.) Balkanlar bir bir elimizden çıkmak üzereyken Hüseyin Cahit Yalçın bir yazıyla koskoca imparatorluğu boykota çağırıyor ve neticesini alıyorsa; şimdi biraz düşünmek gerekmez mi? Bu günkü şartlarda böyle bir eylem gerçekleşebilir mi? Toplum birbirine güvenmiyor, devlete güven kalmadı kim kime söz söyleyip dinletecek?
En yakın tarih 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistin(34 bin 700) vatandaşını kaybetti hükümet yetkililerimizin günlerce İsrail’e atıp tutmalarına rağmen bir de ne görüyoruz, İsrail’in ihtiyacı demir, çimento, akaryakıt ve en önemlisi Müslümanların ilk kıblegâhı Mescid-i Aksanın etrafının çiti o da bizden gidiyormuş. Böyle bir idareci zihniyetine millet inanıp güvenir mi?