Şer, Hayır ve Kader

119

     Şerri / kötülüğü
işlemek ve yapmak şerdir. Çünkü şer; kötülük, fenalık ve bir günahtır. Şerri /
kötülüğü halk etmek / yaratmak ise şer, kötülük ve fenalık değildir. Nasıl ki
pek çok maslahat ve faydaları içinde bulunduran bir yağmurdan zarar gören
tembel bir adam: “Yağmur faydalı değildir!” diyemez. Evet, yaratmak ve icatta
yani var etmede; cüz’î / az bir şerr, fenalık ve kötülük ile beraber; içinde
pek çok hayır ve fayda vardır.

     Cüz’î / küçük bir
şerr ve kötülük için, içinde pek çok fayda bulunan hayrı terk etmek; pek büyük
bir şer yani kötülük ve fenalık olur. Onun için, o cüz’î / azıcık şerr yani
kötülük ve fenalık; hayır, iyilik ve güzellik hükmüne geçer. Çünkü, Allah’ın
bir şeyi icat ve yaratmasında; şer / kötülük ve çirkinlik yoktur. Aksine,
çirkinlik ve kötülük; kulun bir şeyi işleyip yapmasından ve istidadından ileri
gelir. Çünkü sonuç, kulun kendi kabiliyetine aittir.

     Hem nasıl ki,
İlâhî kader sonuç bakımından şer, kötülük ve çirkinlikten münezzeh ve uzaktır.
Öyle de; illet, sebep ve gaye bakımından da; zulüm, haksızlık, çirkinlik ve
kabahatten de mukaddes ve temizdir. Kısaca İlâhî kader; kusur ve noksanlardan
beridir. Çünkü, kader hakikî ve gerçek illet, sebep ve gayelere bakar; adalet
eder. Yani, her hak sahibine hakkını tam ve eksiksiz olarak verir. Ona hakkaniyet
ve âdillikle muamele eder.

     İnsanlar ise,
zahirî / görünürdeki illet ve sebeplere hükümlerini dayandırırlar. Böylece,
kaderin aynı adaletinde; zulme, haksızlık ve adaletsizliğe düşerler. Meselâ,
hâkim seni çalmadığın halde, hırsızlıktan dolayı mahkûm edip hapse atar! Oysa
sen hırsızlık yapmış değilsin. Fakat, kimsenin bilmediği, gizli bir katlin /
birini öldürmüşlüğün var! İşte, bu sebepten ötürü, İlâhî kader / Allah’ın kader
kanunu seni o hapisle mahkûm etmiş olsa da; aslında  kader / İlahî hüküm, o gizli katlin /
cinayetin için seni mahkûm edip adalet etmiş oluyor. Hâkim ise, masum / suçsuz
olduğun hırsızlığa dayanarak, seni mahkûm ettiği için, zulüm, haksızlık ve
adaletsizlikte bulunmuş oluyor!

     İşte, bir tek
şeyde; hem kader, hem de İlâhî yaratmanın adaleti kendini gösteriyor. İnsanın
yaptığı çalışmasında ise zulmü görünüyor. Bunun gibi başka şeyleri de, buna
kıyas et ve karşılaştır. Demek, kader ve Hakkın yaratması; başlangıç ve sonuç,
asıl ve dallar, sebep ve sonuçlar bakımından şer, çirkinlik ve zulümden
münezzeh ve uzaktır.

     Eğer denilse:
“Madem cüz-i ihtiyarî / kula verilen arzu serbestliğinin icada / vücuda
getirmeye kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî / var sayılan hükümden ibaret olan
kisb ve kazanımdan başka insanın elinde bir şey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki,
açıklamaları âciz bırakan Kur’an’da; yer ve göklerin Yaratanına karşı, insana
âsi ve düşman vaziyeti verilmiş. Arz / yer, sema ve göklerin Hâlıkı / Yaratanı;
ondan azim / büyük şikayetler ediyor. O âsi insana karşı mümin  kuluna yardım için, melekleriyle ona destek
oluyor. Ona büyük bir önem veriyor?”

     Deriz ki: “Çünkü
küfür, isyan ve seyyie / kötülük; tahrip / harap etmek ve yok saymaktır!
Halbuki, azim tahribat ve hadsiz yok edişler; bir tek itibarî / var sayılan işe
ve yokluğa bakabilir. Nasıl ki, büyük bir geminin dümencisi görevini yerine
getirmemesiyle, gemi batıp, bütün görevlilerin tüm gayretleri boşa gider. Bütün
o tahribat ve yıkımlar, bir görevi yapmamanın sonucudur. Bunun gibi, küfür /
inançsızlık ve itaatsizlik, yokluk ve tahrip çeşidindendir. Cüz-i ihtiyarî /
kulun seçme serbestliği, var sanılan bir emir ile onları tahrik edip, müthiş
neticelere sebebiyet verebilir. Zira, küfür bir seyyie ise de, bütün kainatı /
evreni kıymetsizlik, abesiyet ve lüzumsuzlukla hakir görür! Vahdaniyet
delillerini gösteren bütün mevcudatı yalanlar! Tecellî eden bütün İlâhî
isimleri çürütür! İşte Yüce Allah; tüm kainat ve mevcudat ve İlâhî isimler
namına, kafirden şiddetli bir şekilde şikayet ediyor. Dehşetli tehditlerde
bulunuyor. Bu ise, gereğini yapmanın ta kendisidir. Böylelerine ebedi azap
vermek, tam bir adalettir. Madem insan küfür ve isyanla tahribat tarafına
gidiyor. Az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için ehl-i iman / inananlar
onlara karşı, Allah’ın sonsuz yardımına muhtaçtır. Çünkü, on kuvvetli adam bir
evin muhafazasını ve tamiratını üstüne alsa, haylaz bir çocuğun o evi ateşe
vermeye çalışmasına karşı, o çocuğun velisine başvurmaya mecbur kalmaları gibi,
müminler de, böyle edebsiz baş kaldıranlara karşı dayanmak için, Allah’ın
yardımına muhtaçtırlar.”

Önceki İçerikStar Wars Bölüm IV – Yeni Bir Umut (Akşener Kazandı, Türkiye de Kazanacak)
Sonraki İçerikDin Sosyolojisi Profesörü YÜMNİ SEZEN ile Deprem Ve Kader Hakkında Konuştuk.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.