Dünyada ve Türkiye’de Kadın Sorunu, Aslında Erkeklerin
Sorunu
(dikkat, aşağıdaki yıl miktarları, çeşitli kaynaklarda
belirtilmiş farklı yılların ortalamasıdır.)
İnsanoğlu, aşağı barbarlık konağında yaklaşık iki yüz elli
bin yıl yıl boyunca, ana belli, baba belirsiz,
bu nedenle ana soy kütüğü geçerli olarak “ana erkil” toplum
konağında yaşamış.
Yani kadınlar; erkek milletini güzel güzel yönetirken,
insanoğlu, yirmi otuz bin yıl öncesinde,
sürü hayvanlarını beslemek için giriştiği tarımcılığı,
kendini beslemek için evrimleştirmiş ve
tarım toplumuna geçilmiş.
Kimi kabilelerin ambarları tahılla, ağılları hayvanla dolu
hale gelmiş. Yani stokçuluk başlamış.
Bundan yoksun kabileler, ya da dikkat Termodinamiğin temel
yaslarından birinin çok doğal etkisiyle,
daha az enerji harcayarak yaşamını dürdürmek isteyen kimi
kabileler, niye çalışıp didineyim arkadaş deyip,
geleneksel avcılık ve toplayıcılık zihniyeti ile bu ürünleri
elde etmek için ürünce zengin kabilelere saldırmışlar ve
SAVAŞLAR BAŞLAMIŞ.
Bu arada, insanın akli evrimi süreci sonunda, evrim
başlangıcında beş yüz gr olan beyni, bin beş yüz grama çıktığı için
zorunlu olarak kafatası da büyümüş.
Doğum organları ve mekanizmasının (leğen kemiklerinin doğum
sırasında açılması vb) aynı oranda gelişmediği için (halen de aynı durum var) ve
ana karnındaki yavru, tam gelişirse, ana rahmini terk edemeyeceği için,
erken, yani prematüre, yani çok aciz ve uzun bir süre, ananın yakın
bakımına çok muhtaç doğmaya başlamış.
Alınlarına, “nesli koruyup sürdüreceksin” görevi
yazılmış anne kadınlar, savaşlar sırasında mağaralara tıkılmaya
başlamışlar. Kalış o kalış bir daha çıkamamışlar.
Engels’in “Ailenin Özel Mülkiyetin Devletin Kökeni” adlı
yapıtında uzun uzun anlatılanları,
bir çırpıda geçiyor ve sonunda “baba erkil” döneme
geçilmiştir, diyebiliyoruz.
Sonrasında kötülükler iki yolda ilerliyor.
Erkek, anaerkil dönem bir daha geri gelir korkusuyla, kadını
mağaradan çıkarmamak için elinden geleni yapıyor. Kültürel hamlelerle
kadını yerin dibine sokuyor. Örneğin eski Yunan da eşcinsellği olumlayan şöyle
bir anlayış gelişmiş.“ Bir erkek, sefil bir varlık olan kadına aşık olamaz, bir
erkek kendi gibi asil bir varlık olan bir erkeğe, aşık olabilirmiş ancak,
kadınlar sadece üremek için bir araç imiş”
Şu da var tabi ki. Erkeklerde, doğuran yani “yaradan” kadına
karşı bir rahim kıskançlığı var.
Bir de benim bir makinacı olarak şahsıma mahsus tezim
şöyle:
Ben kadınların doğurma özellikleri nedeniyle, erkeklerden
çok daha üstün bir makina olduklarını,
bu makinayı çalıştırmak için gerekli çok daha üstün bir
program ve yazılıma sahip olduklarını ve
bu nedenle de erkeklerden çok daha zeki ve çözümleyici
olduklarını, erkeklerin de pekala bunun farkında olduklarını düşünüyorum. Yani
erkekler, iktidar elden giderse diye, niye korkmasın ki, bence çok haklılar.
Tüm topluma nizam intizam getirme amaçlı dinlerde bile,
kadını,(şahitlik, miras vb)
ikinci sınıf bir insan olarak konumlamanın hikmeti neydi
acaba, ne korkuymuş yahu.
Bir yandan SAVAŞ, erkeği bir başka türlü şekillendirmiş ve
bu günlere gelmişiz.
Ordulaşan ve devletleşen milletlerin kitleler halinde
birbirlerini öldürmeleri siyasal ve yasal olarak da meşrulaşmış. Diğer
canlıların, kendi türlerine yapmadığı şekilde, insanların birbirlerini kitleler
halinde öldürmelerini akıllarına sığdırmaları, bunun akılda normalleşmesi,
evrimleşmiş, akıllı ama doğal bir canlı olmaktan çıkıp, akıllarının başka bir
evrime sürüklenmesi, insan olmaktan çıkıp geriye doğru artık başka bir
canlıya da değil, artık doğa dışı başka bir yaratığa dönüşmesidir. İnsanın
kirlenmesinin doruk noktasıdır.
Tabi ki esasen erkek milleti, bundan en büyük oranda
nasibini almış.
Erkek bütün bu süreçte, mülkiyeti ve siyaseti de ele
geçirmiş, kadını da mülkü gibi görmeye başlamış,
üstelik dini taassup altındaki toplumlarda, kadına cehennem
hayatı yaşatmaya başlamış ve kadına iyice yabancılaşmış. Doğal cinsel hazdan
iyice uzaklaşıp eşit ilişkide iktidarsızlaşmış,
Bu nedenle küçük çocuklara yönelmiş.
Türkiye’mizde de durum vahim. Hem dini bir reform olarak
Büyük Ata’mızın laiklik ilkesinin sürdürülememiş olması ve gerici bir
toplum içine düşmemizin sancılı etkileri, hem de yaygın sanayileşemediğimiz
için kadınların büyük oranda özgür işçiler olamaması,
tersine feodal yapının tam olarak çözülememiş olması, bunun
gelenek görenek ve etkileri,
kadının durumunu daha da ağırlaştırmış.
İşte bu koşullarda; bir toplum (aile, mahalle, köy, kasaba,
şehir, ülke, dünya) yaratığı olarak şekillenen bir erkek, daha kundaktan
itibaren kadına bakışında edinilmiş yargılarla yetişmeye başlamış.
Türkiye’nin herhangi bir yerinde, bir minik erkek toplum
yaratığının gözünde anne, evin, abla bile olsa kız kardeş ise, evin ve
kendisinin hizmetçisidir.
Başka bir yerde Töre cinayetlerini görüyor ya da okuyor
minik erkek toplum yaratığımız.
Ailesi bir garip kız çocuğumuza diyor ki; “sen bizim namusumuzu
kirlettin, git kendini köprüden aşağıya at, öldür ve bu suça bizi
bulaştırma” Ve garibim kız çocuğumuz da, bir toplum yaratığı olarak kuzu
kuzu kendini köprüden aşağıya atıyor.
Diyelim ki, İstanbul’da beş yüz bin hayat kadını, gece
eğlence hayatı emekçileri var.
Bunların hepsinin birer dostu vardır mutlaka. Bütün gün
kahvede okey oynamaktan başka hiç bir becerisi olmayan öküzlerdir
bunlar. Ve bu kadınlar, kazançlarının önemli bir bölümünü bu öküzlere
haraç olarak yedirirler. Çok zor şartlarda kazandıkları paraları bu
öküzlere yedirmek, o kadar basit mi, kolay mı.
Yani birebir olsalar bunu yaparlar mı, asla yapmazlar,
dövüşürler olanca güçleriyle.
Ama yapamazlar, çünkü bire bir değiller ki. O öküzlerin
arkasında koskoca bir toplumsal şiddet örgütlenmesi var. Aile, mahalle,
karakol, devlet vb. İşte bizim minik erkek toplum yaratığımız, bu çok normal
vakaları duya duya öğreniyor yetişiyor, şekilleniyor.
Ve kocasıyla çok mutsuz, eziyet gören bir kadın da “baba
evine “niye ana evi değil?” asla dönemiyor ve bu öküzlere yollanıyor.
Bu feodal gelenek öyle bir şey ki, çok yakın bir
geçmişte,
bizim bir sosyal-kültür derneğimizde bir bayan arkadaşımızın
anlattıkları üzerine şunlar döküldü ağzımdan birden bire. “Eğer, bir
erkek, güneydoğuda büyümüş, yetişmiş ve feodal geleneği almışsa, bu kişi,
isterse önemli bir yazar, şair, doktor, akademisyen, öğretmen vb
olsun, feodal öküzlüğü, içinde bir evliya gibi, uyanmak üzere yatıyordur”
Türkiye’mizde feodal geleneğin üstüne gelen yaşadığımız
taassup, kadın düşmanlığını had safhaya çıkarmış, ortam kadınlarımız için
cehenneme dönmeye, kadın cinayetleri geometrik bir hızla artmaya başlamış.
Bu arada asil hayvan dostlarımızdan bahsederek, ortamı biraz
yumuşatayım.
Çok yakın bir zamanda sosyal medyada bir video dolaşmaya başladı.
İki erkek aslan yakınlarında görülen bir dişi aslana, kendi
genlerini aktarma mücadelesi içinde,
kanlı bir dövüş yapmaktan ziyade, birbirlerine elense
çekiyorlar.
Sonunda birisi pes ediyor ve sırtını dönüp olay mahallinden
uzaklaşıyor.
Kazanan aslan, rakibinin peşinden bakmıyor bile.
Ne bir kin, ne bir düşmanlık, ne de kadim erkek kompleksi
sonucu, sen benim seçtiğim dişime nasıl göz koyarsın dayılanması, hiçbiri
yok.
Kazanan aslan, sükûnet içinde dişi aslana doğru gidiyor.
Yani bu durumda biz insanlar, niye eşref i mahlukat oluyor muşuz, anlaşılır
gibi değil.
SONUÇ: Peki NE YAPMALI.
Bir KADIN DEVRİMİ GEREK. Kadınların yönettiği bir dünya
gerek.
En azından kadınlar, yavrularını kolay kolay savaşa
göndermezler. Bu bile büyük bir kazanım olur.
Yani o zaman da, kadınların kurtuluşu, aynı zamanda
erkeklerin kurtuluşu olmuyor mu.
Peki NASIL YAPMALI. Hiçbir fikrim yok, ama
önce, KADIN öncüler olması gerektiğini biliyorum.
Ben bu öncüleri görebiliyorum.
Asıl mesele şu, sizler görebiliyor musunuz.