CB
Tayyip Erdoğan “Sultan Abdülhamid 33 sene gram yer kaybetmeden
Osmanlı’yı yönetti” cümlesini ikinci defa yine söyledi. Demek ki
yanlış bilgi değil, kast söz konusu.
Oysaki “2.
Abdülhamid en çok toprak kaybeden Osmanlı padişahı” olarak biliniyor.
Tarih kitaplarında 2. Abdülhamid’in, 33 yıllık saltanat döneminde Osmanlı’nın;
Tunus, Mısır, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ ve Romanya olmak üzere, 1 milyon
592 bin 806 kilometre kare toprak kaybettiği yazılıyor. Yani bugünkü Türkiye’nin
iki katı büyüklüğündeki topraklarımız vatanımız olmaktan çıkmıştı. Ciddi
tarihçilerin hepsi de bu acı gerçeği ifade ediyor.
Bir kere toprak üzerinde hakimiyet kaybı anlatılırken kullanılacak birim,
ağırlık birimi gram
değildir. Alan birimi olan kilometrekare kullanılır. Ama bu “küçük”
ayrıntıya takılmayalım. Şimdilik “Reis’in hikmetinden sual olunmaz”
diyelim ve geçelim.
RTE sadece tarihi gerçeklere
değil, halen herkesin şahit olduğu gerçeklere aykırı beyanları da sık sık
tekrarlıyor. ABD’de Birleşmiş Milletler’de, “Amerika’da AVM’lerin rafları
boş” diye konuşma yapıyor. “Almanya’da raflar boş, Almanlar bizi
kıskanıyor” gibi gerçeğin tam zıddı ifadelerde bulunuyor. Üç ay önce gezdiğim
ABD’de asla bir kıtlık yoktu ve orada bulunan Türkler bizleri üzülerek,
acıyarak izliyorlardı.
Erdoğan
kendi iktidar döneminden çok önce yapılmış havaalanları, üniversiteler, yollar
vd. eserleri “Bizden önce ne vardı? Biz yaptık biz” diye sahipleniyor.
Bu da yine bir nevi tarihi gerçekleri değiştirme çabası sayılabilir.
**********************
Otoriterlerin Tarihi Değiştirme Meyli
RTE’nin
gerçeklere taban tabana zıt bu tür iddialarını işitince aklıma hep George
Orwell’in 1984 isimli romanı geliyor. Bu roman diktatör liderlerin ihtirasları yüzünden yaşattıklarının hayal ötesine varabileceğini anlatan uyarıcı, sarsıcı
ve müthiş bir romandır.
Bu kitapta,
hükmettiği toplumu kontrol eden totaliter bir rejimin başvurduğu yöntemler hakkında ilginç örnekler veriliyor. Çok şaşırtıcı ve “bu kadarı da
olmaz” denilen yöntemler öğreniyoruz.
Kullanılan
yöntemler arasında benim anlamakta en zorluk çektiğim konu “gerçeklerin inkârı, saptırılması ve değiştirilmesi
ile görevli DOĞRULUK
Bakanlığı’nın”
yaptıklarıydı.
Kitabı
okuduğumda bir türlü aklım almıyordu.
Tarih değiştirilebilir miydi? İnsanlar daha önceden çeşitli kaynaklardan öğrendikleri tarihi
olayların olmadığına veya başka türlü olduğuna inandırılabilir miydi?
****
1984 romanının
geçtiği hayali “Okyanusya” ülkesinde, sistemi yöneten Büyük Birader (Ağabey),
verici ve kaydedici özelliği olan, tele ekranlar vasıtasıyla herkesi
izleyebiliyordu. Toplumundaki her bireyin hareketlerini, duygularını ve
hatta düşüncelerini kontrol edebiliyordu.
Sistemin
telkin ettiği ve herkesin kesin kabul ettiği temel “doğrular” şunlardı: “Ağabey
yanlışlık yapmaz, tüm güç onun elindedir. Her başarı, her zafer, her buluş, bütün mutluluk, bütün
erdem onun önderliği
altında var olur ve ondan ilham alır.”
(Bu
cümledeki “Ağabey” yerine “Reis” koyun. İktidar yandaşı
medyanın propagandası da böyle değil mi?)
Böyle
bir güç tarihi gerçekleri de değiştirebilir mi?
Otoriter
rejimler tarihi değiştirme ihtiyacını neden hissederler?
Uzun
yıllar aydın çevrelerde “acaba 1984 romanındaki gibi yönetimler olacak mı, bu
tür yönetimler altındaki toplumlarda böyle insanlıktan uzak bir hayat yaşanması
ihtimali var mı?” diye tartışmalar yapıldı.
Romanda
anlatılanlara göre, “1984’te bireylerin hafızaları çok zayıftır ve
Ağabey’in yönettiği parti tarafından kontrol altında tutulabilmektedir.”
İnsanların dünyada olup bitenleri hatırlamaması için gereken her şey
yapılmaktadır. “Geçmişi sürekli değiştiren parti dünyanın gerçeklerini de
değiştirmekle kalmamış, geçmişi yok etmiştir.”
**********************
Akıl Ve Bilim Yolu
2022
yılında dünyanın herhangi bir yerinden bilgiye erişim çok kolay. Dünyanın
tamamına hâkim olan bir güç de yok.
Böyle
bir ortamda tarihi gerçekleri inkâr etmek, gerçeğe aykırı bilgiyi ısrarla
tekrar etmekle geçmişi değiştirmek mümkün olabilir mi?
En
otokrat yöneticiler ülkelerinde tüm yazılı ve görsel medyaya hâkim olsalar
bile sosyal medyaya hâkim olamıyor. Fakat bireylerin izlenmesi her
zamankinden daha kolay.
Bu şartlarda dahi otoriter liderler kendilerine aklını, iradesini ve
vicdanını tam olarak teslim etmiş bir taraftar kitlesi oluşturmayı
başarabiliyor.
Ülkemizde
siyasal İslamcıların “tarihçi” dediği Fesli Kadir ve benzeri şarlatanların
zırvalarını tekrarlayanlar siyasiler var. “Ege Adalarını Lozan’da Atatürk ve
İnönü verdi”, “Lozan’ın gizli maddeleri 2023’de kalkacak ve şahlanacağız”,
“Cumhuriyetin devrimleri bizi cahil yaptı” gibi saçma ama kasıtlı ve hain
yalanlara inanan kitleler var.
Çünkü “okumuş
da ne olmuş?” diyen bir devlet başkanımız var. Çünkü cehalete övgü düzenler
ödüllendiriliyor. Mesela “Türkiye’nin okumuş kesimi, profesörlerden
başlayarak geriye doğru en tehlikeli olanlar üniversite mezunlarıdır. Ben
cahillerin ferasetine güveniyorum” diyen profesör YÖK Denetleme Kurulu
üyesi yapıldı.
Biz
bugün Kuzey Kore liderine ve O üzüldüğünde kitlesel olarak
ağlayan robotlaşmış insanlara gülerek bakıyoruz. Ama öyle bir yönetim
altında yaşamanın maliyetini ve acısını yeterince anlayabildiğimizi söyleyemem.
Demokrasisi
gelişmiş ülkeler de, bizim gibi ülkelere baktıklarında, tarihi değiştirme
çabaları gibi saçmalıklara muhtemelen gülerek tepki gösteriyorlar. Ama
eminim ki, böyle bir toplumda yaşamanın maliyetini ve böyle bir hayatın
mahiyetini anlamakta güçlük çekiyorlardır.
Batı’daki refah, özgürlük ve mutluluğun benzerini veya daha iyisini yaşamamız için
yol belli:
·
Fikri
hür, vicdanı hür, akıl ve bilim yolundan sapmayan, bağımsız bireylerden oluşan
bir toplum yaratmak.
·
Kurumlarımızı
akıllı, irfanlı, vicdanlı, iyi eğitimli ve liyakatli insanlara emanet ederek
güçlendirmek.