Mazide Kalan Türkiye…-3-

97

Ayı Oynatıcılar:

Bu manzara benim yaşamım boyunca unutamadığım bir
insanlık ayıbıydı! Doğal yaşamına müdahale ederek, türlü işkencelerle bazı
hareketleri öğrettiğimiz, burnuna geçirilen halkayla da güya insanlara gösteri
adı altında bazı garip hareketleri yapan ayılarla; bir elinde tef, diğerinde
uzun bir sopanın ucunda ayının burnuna bağlı bir zincir ve kavruk bir
Çingene’den oluşan bu ikili; daha çok turistik yerler ve sokak aralarında
gösteri yapardı. Elindeki tefi; dokuz-sekizlik bir ritimle çalarak, şarkı
söyleyen çingenenin, arada bir elindeki sopayla ayıyı dürtmesiyle ayının sopaya
tutunarak, iki ayağının üzerine kalması, bazen yere yatarak bayılma numarası
yapması ilginç bir şovu ortaya koyardı.

En çok tutulan gösteri
ise: “Kocaoğlan, hamamda karılar nasıl bayılır? “sorusunun ardından,
ayının sırt üstü yere yatarak bayılma numarası yapmasıydı. Gösteri sonrasında
Çingene başından çıkardığı kasketi ile seyircilerden para toplardı.

1980 sonrasında ayı
oynatmak kesinlikle yasaklandı. Hayvanlar toplanarak, Uludağ’da oluşturulan
‘ayı yetiştirme ve iyileştirme merkezine’ götürüldüler. İnsanların doğal
yaşama, doğal yaşamın canlılarına nasıl zarar verdiğinin en belirgin
yansımasından sadece bir tanesiydi…

Boncuklu Kasap Kapıları:

O dönemde çocuk
yıllarımın içinde kalan ve hep ilgimi çeken ama biraz da çocuksu oyunlarımın
içinde yer alan ‘boncuklu kasap kapılarını’ hiç unutamam. Özellikle yaz
aylarında; kocaman boncukların sıra, sıra dizildiği upuzun iplerle kapalı kasap
kapılarından içeri girerken, o bocukların çıkardığı şıkırtılı sesleri çok
hoşuma giderdi. Yaz sıcağının o boğucu atmosferinde; İstanbul’daki kasapların
pek çoğunun kapıları, içeriye sineklerin üşüşmesini önlemek için bu boncuklu
siperliklerle örtülü olurdu…

Dalyanlar:

60’lı yıllarda ülkemizi
çevreleyen denizler, bugünkü gibi balık çeşitlerinden yoksul halde değildi!
Marmara denizinin o kirletilmemiş tertemiz sularında tutulan balıklarının tadı;
boğazın eşiz güzelliğine tat katar, yerli ve yabancı herkesimden insanın
‘Boğazda ki, rakı balık keyfi’ hayatlarına büyük bir lezzet verirdi.

İşte o dönemin özellikle
uskumru, palamut, torik, lüfer ve kalkan balığı mevsiminde; kıyıya yakın sığca
kesimlerle, denizin dibine ağaç kazıklar çakılarak, bunların arasına geniş ve
hacimli ağlar gerilirdi. Balık sürüleri bu bölgeden geçerken, bir ucu torba
gibi açık olan dalyan ağlarından içeri girerler, bir süre sonra da dalyanın
ağzı kapatılarak içindeki balıklar kıyıya çekilirdi. Dalyan tahtalarının
birinde dalyan gözcüsü sürekli nöbet tutardı. Görevi; ağa balık sürüsü girince,
tuzağın ağzını kapatmaktı. En meşhur dalyanlar, Boğaz’da akıntının yoğun olduğu
noktalarda kurulu olan Kavaklar, Sarıyer, Beykoz, Çubuklu ve Salacak ile
Marmara kıyılarında Yenikapı ve Bakırköy dalyanlarıydı…

El Radyoları:

60 yıl önce o günlerde,
avuç içi kadar büyüklükte, yassı pille çalışan radyolar çok rağbet görürdü.
Bilhassa Pazar günleri TRT’nin canlı yayınla yayınladığı lig maçları, kulaklara
sıkıca yapıştırılan bu el radyolarını genelde erkekler kullanırdı. Yine o
dönemde radyosu olmayan otomobillerde ve diğer araçlarda da torpidonun üzerinde
yerlerini alırlar ve yol boyunca açık olurlardı. Benim de kullandığım bu
radyoların parazitini en aza indirmek için, dinlediğim zaman sık, sık yönünü
değiştirmek zorunda kaldığımı, daha dün gibi hatırlıyorum…

Mandolin:

60’lı yıllarda, ilkokul
çocuklarına çalmaları için adeta zorla dayatılan ama nedense çocuklar
tarafından hiç sevilmeyen adına ‘Mandolin’ denen bir İtalyan çalgısı pek
modaydı! Bu çalgı öylesine moda olmuştu ki, neredeyse tüm okullarda öğretici
kurslar açılır, bütün kırtasiyecilerde mandolin metot kitapları satılırdı…

Leblebi Tozu:

Çocukluğumuzu yaşadığımız
60’lı yıllarda vazgeçemediğimiz muzurlukların başında gelen, ağzımıza
doldurduğumuz ‘şekerli leblebi tozunu’ karşımızdakinin suratına püskürttüğümüz
o günleri unutmak mümkün müdür? Mahalle bakkallarında satılan, işaret parmağı uzunluğundaki
şeffaf torbalara doldurulan bu ‘muzurluk cephanesi!’, eğer ağızda fazla
tutulursa, boğaza fena halde kaçar ve uzun süre öksürtürdü. Boğulmak üzere olan
çocuğunu fark eden ebeveynler tarafından çocuk güzelce dövülür, leblebi tozunun
geri kalan kısmı aceleyle çöpe atılırdı…

Mızıkalar:

İlk mızıka sesini
duyduğumda, ‘Heybeli Ada da’ ilkyaz tatilindeydim.. Elinde garip bir aleti
üfleyen bir çocuk, bu aletten, ‘kovboy filmlerini’ izlerken duyduğumuz bir ses
çıkıyordu! Bu aletin adının ‘mızıka’ olduğunu öğrendim. Dudaklar arasında hızla
sağa, sola çekilirken üflenen bu aletten çıkan çok değişik sesler, işitenlerin
oldukça ilgisini çekmişti. Daha son pompalısının da kullanım alanı-mıza girdiği
bu ince uzun, dikdörtgenler prizması şeklindeki müzik aleti, 60’lı yıllarda
çocuklara alınan hediyelerin başında geliyordu…

Kabinli Motosikletler:

O dönemde motosikleti
olanların yarısından çoğunun motorunun yanında bir de kabini olurdu! Motorun
sağ tarafına takılı, bağlanıp çıkarılabilen bu kabinler kapısız ve tek
koltukluydu. Sadece sağ tarafında tekerlekleri olurdu. Önlerinde rüzgârı kesen
bombeli bir camı, kabinin arkasında da, küçük bir bagajı vardı. İstanbul’da
genel olarak bu tür motorları kullananlar; motor kabinin içerisinde eşlerini ve
çocuklarını taşırlardı…

Devam Edecek

Önceki İçerikBabalar Günü Üzerine
Sonraki İçerikBir Nebze İnsan (4)
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.