Taha Akyol, son iki kitabıyla hem gazetecilik hem tarihçilik
yapıyor. Gazetecilik yapıyor çünkü kitapları bugünün siyasi hataları, hatta
aptallıkları üzerine yazıyor. Tarihçilik yapıyor, çünkü ele aldığı siyasi
kurumun, neredeyse bir asırlık gelişmesini ve tarihini de araştırıyor, bugünle
karşılaştırıyor, bugünkülere benzer hataları gösteriyor. Kuvvetler Ayrılığı
Olmayınca- Otoriter Demokrasi: 1946-1960 böyleydi. Son kitabı da öyle: ‘Laf
Dinlemedi’ Merkez Bankası Nereden Nereye?
Tarih bazen tıpkı bugünkü gibi yanlış, bazen “Neydi o
günler!” dedirtecek kadar bugünden ileri ve güzel. Bakınız, 53 yıl önce TBMM’de
Merkez Bankası Kanunu görüşülüyor: “Tasarı komisyonlarda bazı değişikliklere
uğradı, 12 Mayıs 1960 günü Meclis’te görüşülmeye başlandı. Hiç kavga çıkmadı,
kimse kimseye hain demedi. Muhalefetin haklı eleştirilerini iktidar kabul etti.
İktidar ve muhalefet konuşmacılarının bilgi seviyesi ve medeni üslubu her türlü
takdirin üstündedir; hele de bugünkü Meclis’e bakarak!”
Karasinek cama çarpar, çarpar, çarpar…
Böyle, bakıp ah çekeceğimiz günler var. Fakat tekrar eden
hatalar da… Bu da asıl bazı siyasi liderlerimizin yakın tarih cahili olduğunu,
laf dinlemediğini, laf anlamadığını gösteriyor. Eskinin sonuçları ortadayken
tekrar tekrar aynı hatayı yapmak ve aynı çukura düşmek! Hani karasinekler camı
görmez ve gidip çarpar… Sonra bir daha, sonra bir daha… Ölünceye kadar çarpar
durur. Onun gibi. Bakınız:
“Çiller hükümeti Merkez Bankası başkanı olarak Prof. Bülent
Gültekin’i atamıştı. İktidar 1993 sonlarında muslukları iyice açacaktı. 1993
Aralık ayının bütününde Hazine’nin (iktidarın) Merkez Bankası’ndan kullandığı
avans 11 trilyon lira iken 1994 Ocak ayının 20. gününde bu rakam 29 trilyon
lirayı aşmıştı! Piyasa likiditeye boğuluyordu. Ama iktidar faizi düşürme saplantısı
ile hareket ediyor, Merkez Bankası’nın piyasadaki bu aşırı likiditeyi yüksek
faizle çekmesini engelliyordu. Deniz Gökçe 1994’te “Faiz genelde sebep değil,
sonuçtur” diye yazıyordu; faizi indirmek için faizi yükselten sebepleri
kaldırmak gerektiğini belirtiyordu..
“Trilyon, biraz sonra katrilyon! O zamanki enflasyonun
rakamları böyleydi! İktidar piyasadaki aşırı likidite bolluğunun faizi
düşüreceğini, paranın borsaya gideceğini düşünüyor, Merkez Bankası’nın
piyasadan para çekmesini sağlayacak Hazine kâğıtlarını Merkez Bankası’na
vermiyor ya da çok kısıtlı veriyordu. Hâlbuki likidite bolluğu faizi
indirmeyecek, likidite borsaya değil dolara gidecek, enflasyonu ve krizi
körükleyecekti.”
“Nitekim 1990 yılında yüzde 40 olan enflasyon 1994’te yüzde
100’ü aştı…”
Yerli ve millî rant
Otuz yıl sonra sinek yine cama çarpıyor. Akyol, bu çarpışı
Prof. Celasun’un bir tespitiyle anlatıyor: “Prof. Celasun, ‘2000’li yıllara
girerken Türkiye, kronik ve yüksek enflasyon sorununu çözememiş pek az ülkeden
biridir’ diye yazmıştı. Bu çok hazin bir tespitti. Elinizdeki kitap yazılırken
de Türkiye 2022 yılına ‘yüksek enflasyon sorununu çözememiş pek az ülkeden
biri’ olarak girmiş bulunuyor.”
Merkez Bankası’nı emir kumanda altına alma ve yüksek faizin
sebeplerini ortadan kaldırmadan faizi düşürme inadı… Sebep bu. Peki, bu sebebin
sebebi ne? Bir defa “Niçin?” diye sormak yetmiyordu ya. 21. asrın başındaki
krizden çıkmamızın mimarı Kemal Derviş, ikinci sebebi, rant ve siyaset diye
açıklıyor. Akyol özetliyor:
“Rant ve siyaset: Devlet borçlarının böylesine dayanılmaz
boyutlara çıkmasının sorumlusu iktidar-toplum ilişkileridir. Bir- çok reform
denemesine rağmen ekonomide ve toplumsal hayatta rant çekişmesi devam etmiştir.
Siyaset kanun koyma, denetleme, dış politika, adalet ve savunma, dar
gelirlileri koruma gibi doğal işlevlerin ötesinde rant oluşturma ve dağıtma,
özel sektör de politikadan rant kazanma alışkanlığını sürdürmüştür. Derviş
önsözde şöyle diyordu: Bankacılık sektöründe olsun, enerji sektöründe olsun,
birçok başka sektörde olsun, yaşanan olumsuzlukların kaynağı hep bu rant elde
etme çabasına odaklanmış düzendir. Bir türlü yenemediğimiz yüksek enflasyonun
da temel kaynağı budur. Çok daha hızlı büyümemizi ve daha yüksek refah düzeyine
hızla ulaşmamızı engelleyen de budur.”
… “Bu siyaset-ticaret çarkını yürütmek için bankaların
başına “bizden” isimler getiriliyordu.”
Üretime, verimliliğe sıra gelmiyor
İktidarlar bizden’lere rant sağlamaya odaklanınca,
sanayileşme, yatırım, verimliliği arttırma gibi konular göz ardı ediliyor.
Üretimde gelir artışı olmayınca ne yaparız? Yabancılardan borç alır, bizdenlere
veririz.
Akyol, bunu da Daron Acemoğlu’ndan aktarıp anlatıyor:
“Verimlilik ve sanayileşme eksikliği: Dünyaca saygın
iktisatçı Daron Acemoğlu, Kasım 2016’da şöyle diyordu:
“Verimlilik artışı sıfır ya da eksi. Bu şekilde Türkiye’nin
kendi zenginliğini artırması mümkün değil. Büyüme, tüketime giderek hız
verilmesinden geliyor. Yatırımda, verimlilikte artış yok. Ne oluyor, cari açık
ortaya çıkıyor. Böyle bir büyüme uzun süre devam edemiyor. Eşitsizlik çok
yüksek. Büyüme herkese aynı yararı getirmiyor. Enflasyon da cari açık da
düşmüyor…”
“Acemoğlu aynı açıklamasında basına baskıların, kurumlardaki
kalite azalmasının da ekonomiyi olumsuz etkileyeceğini söylüyordu.”
Dış güçler değil, iç güçler
İktidar, yüzde yüz yerli kendi hatalarıyla Türkiye’yi bu
hâle getirip ülkeyi fakirleştirince yapıp ettiğini nasıl açıklayacak?
Kendisinden- hâşâ – hata sâdır olmayacağına göre… Şöyle:
– Dış güçler.
– Batı da sıkıntıda.
Hayır efendim! Tamamıyla iç güçler ve batıdaki sıkıntı
bizimkinin onda biri bile değil. Onlar yıllık %7-8 enflasyonda alarma geçerken
biz bir ayda bu sayıları aşıyoruz! Çözüm? Çözüm, böyle şeyler yazanları 1 ilâ 3
yıl hapsetmek!
Acaba siyasete soyunanlara ön şart olarak Taha Akyol okutup
sınava mı çeksek?
https://millidusunce.com/taha-akyol-laf-dinletmeye-calisiyor/