Gerçekler Vicdanlarda Karşılığını Bulamamışsa Eğer!

98

      ‘’Nefis, yalanların ve yalancıların; vicdan
ise gerçeklerin, doğruları savunanların sesidir…’’

                                            ( Bkz: 10’ların
İzleriyle Türkiye-Atilla Çilingir, 2014 )

 

       Gerçekten de öyle midir? Vicdanımız kimi
olaylar karşısında iç sesimiz olarak karşımız çıktığında, ardı, ardına sorular
sorup, sorguladığında ona nasıl yanıt veririz? 
Verdiğimiz yanıtlarla soruyu mu geçiştiririz?  Yoksa gerçeklerle yüzleşip, doğruları mı
söyleriz?

      Günümüz dünyasının her yanında yumak, yumak
olmuş pek çok sorun yaşanırken, bulunduğumuz coğrafyanın onca olumsuz etkileri
ülkemize yansırken; bütün bu olumsuzluklardan etkilenmemek mümkün olabilir mi?

      Özellikle de ülkemizin son döneminde
yaşanan gerçekleri bir kez daha düşündüğümüzde; vicdanlarımızdan taşan
sorulardan kaçılabilir mi? Hele ki, yaşanan bu gerçekler, bir daha silinmemek
üzere tarihin unutmaz hafızasına kazınmış ise…

      Şöyle bir düşünün!

      Kapatın gözlerinizi sadece ülkemizde 2000’li
yılların başından bugüne, yaşanan olayları hatırlamaya çalışın!

      Aklınıza gelen ilk olayı, yüksek sesle sorun
vicdanınıza, yanıt arayın! Bakın bakalım yakın tarihimize kazınan hangi olay,
size nasıl cevap verecek? Alacağınız o cevap sizi ne kadar tatmin edecek?

       Alacağınız
yanıt; o sorunun gerçeklerini anlatmıyorsa eğer! Hiç üstelemeyin, cevabı neydi
diye de düşünmeyin! Çünkü tarihe not düşen gerçeklerin izi yoksa vicdanlarda;
ya o gerçek tarihe ait değildir! Ya da o vicdan cevap vermeye müsait değildir…

      Yaşadığın gerçekleri gördüğün, duyduğun ve
bildiğinde; gönül gözün dahi olanlara kayıtsız kalamamış, ruhunda kopan
fırtınalara, içindeki ince sızılara yanıt bulamıyorsan eğer! Aradığın cevap;
nefsinde değil, vicdanında saklıdır. Onun sesini dinle…

       Şimdi
şöylece bir hatırlayalım o çeyrek asırlık süreci ve soralım vicdan denen o
yanılmaz yargıca! Yanıtlasın bu soruların cevabını, tabii ki tarihin unutmaz
hafızasına kazınan gerçeklerin notuyla:

     
 Hala ülkemizin yollarında,
caddelerinde el açan çocukları, yüreği yanık anaların duyulmayan feryatları,
sessiz çığlıklarıyla ada­let arayan insanları varsa eğer,

     
 Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip
ülkemizin milyonlarca genci, sokaklarda işsiz ve çaresiz dolaşırken; kimileri
güçlü ekonomi nutuklarıyla bu gerçeği gözden kaçırmaya, görmezden gelmeye
çalışıyorsa eğer,

      
 Milyonlarca emeklisiyle, iş­çisiyle,
memuruyla yaşam mücadelesini vermeye çalışanlar, hala ay sonunun nasıl
geleceğinin hesabını yapar, enflasyon canavarının diş­leri arasında öğütülürken;
kimileri çıkıp da, ‘vatandaşlarımızın yaşam standardı her geçen gün daha iyiye
gidiyor’ diyerek, gerçekle yalanın yerini değiştiriyorsa eğer,

      
 Evine eli boş dönmenin
mahcubiyetiyle boynu bükük babalar, çocuğunu besleyecek aş bulamayıp da; boş
tencerenin suyuna tirit yapan anneler, hala bu ülkenin gerçeğiyse eğer,

     
 Her yıl ülkemizin yüzlerce
kadınını acımasızca katleden, yüre­ğinde en ufak sevgi kırıntısı ve acıma
duygusu olmayan katil ruhlu erkekler; toplumumuzda elini, kolunu sallayarak
fütursuzca dola­şabiliyorsa eğer,

     
 Doğanın en güzel armağanı, en
güzel süsü olan ağaçlarımız hoyratça kesilirken; onların verdikleri/verebilecekleri
o tertemiz havayı soluyamayacağımızın, onların o dingin güzellikle­rini seyredemeyeceğimizin
refleksiyle; bu katliamlara mani olmak adına gösterilen en doğal tepkiler
görmezden, duymazdan gelinebiliyorsa eğer,

        Doğal
yaşamın bize bir lütfu, yaşamımızın bir parçası olan sokaklarımızın süsü
binlerce köpek ve kedi acımasızca telef edilirken; onların gözle­rindeki acıyı,
masumiyeti, bir lokma yemek verdiğinizde, sevgi dolu sadakatlerini
göremiyorsak, yaşam alanları birer, birer ellerinden alı­nan onca yaban hayatın
feryatlarını duyamıyorsak eğer,

     
 Sanat’a ve sanatçıya sanki bir
ucubeymişçesine bakılıyor, kimi zaman sana­tın içine tükürülmekten dahi
çekinilmiyorsa ve bundan rahatsızlık duymuyorsak eğer,

     
  Nice büyük şehirlerimizin doğal alanları haksız
getirim uğruna yok edilir, her bölgesine dikilen AVM’ler, bir hançer gibi yaşam
alanlarımıza saplanırken; kimilerine onca haksız kazanç sağlayan bu yapılaşmayı
sorgulamıyorsak eğer,

      Ülkemizin
türlü açılımlar-dönüşümler uğruna, adeta temel yapısının ortadan kaldırılmak
istendiğini, birlik ve beraberliğimizi yüzlerce yıllık kardeşliğimizi tehdit
eden dış güçler oyunlarını, bilinen kimi senaryoları, her Allah’ın günü
değişen/değiştirilen gerçekleri bilmiyor, takip etmiyorsak eğer,

    
Balyoz ve Ergenekon davaları sürecinde yaşanan hukuksuzlukları
hatırlamıyorsak eğer,

    
Çok değil bundan 6 yıl önce ülkemizi ele geçirmek amacıyla bizleri
sırtından hançerleyen alçakların, Fetö terör örgütünü hainlerinin ülkemize
vermiş olduğu bunca zararı unutmuşsak eğer,

     
Hele ki, bulunduğumuz coğrafyada yaşanan savaşlar nedeniyle ülkelerinden
kaçarak, topraklarımıza sığınmış milyonlarca insanı besleyen ülkemizde, bu
insanların geçici değil kalıcı olarak bu topraklara yerleşmesinin ne anlama
geldiğini, nüfusu giderek artan bu sığınmacıların, çok değil sadece on yıl
sonra dahi bulundukları bölgelerde çoğunluğa sahip, yönetimde söz sahibi dahi
olacaklarını ön göremiyorsak eğer,

   
Hala milyonlarca insanımız ‘’Hak-Hukuk-Adalet’’ diye bağırıyorsa eğer,

    Ve yaşadığımız tüm bu gerçekler
vicdanlarımızda karşılığını bulamamışsa eğer:

    Gelecek yarınların çok zor geçeceğini
unutmamız gerek.

    Ancak hala
güneşin gülen yüzünü özgürce görebiliyor, ay yıldızlı al bayraklarımız
gönderlerde nazlı, nazlı dalgalanabiliyor, minarelerimizden ezan sesleri arş-ı ala’
da yankılanıyorsa eğer:

    Bu gerçeği de tarihimiz
boyunca vatanımız uğruna hayatlarını seve seve feda eden milyonlarca şehidimize
borçlu olduğumuzu da unutmamamız gerek.  
 

    Kendisini Büyük Türk
Ulusunun ayrılmaz bir parçası olarak gören her yurttaşımızın, vicdanına
kazınan; hiç değişemeyecek, değiştirilemeyecek olan önemli bir gerçek daha vardır.

    O da;
asırlar boyunca Türk Milletinin devlet kurduğu, yaşam sür­düğü her coğrafya;
onun canından aziz bildiği bir vatan parçası, vazgeçilmezi ol­muştur.
İnsanoğluna kucak açan bu yaşlı gezegen, bunu böyle not etmiş; vatan
topraklarımızda gözü olan, vatan bellediğimiz top­rakları ele geçirme teşebbüsünde
bulunan her kim olduysa; bu­nun bedelini fazlasıyla ödemiş, tarih sayfaları da
bunu hep böyle yazmıştır.

Önceki İçerikErzurumlular ve Erzurum Dernekleri Hakkında!
Sonraki İçerikMemleket İsterim
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.