19-Risâle fî vakfi’l-arâzî ve bâzı
ahkâmi’l-vakf: Osmanlı arazi hukukunu, arazinin nasıl vakfedileceğini ve
özellikle irsâdî vakıfları konu edinen bir risâledir. Bazı kütüphane
kayıtlarına ‘Risâle fî taksîmi’l-arâzî’
diye de geçen bu risâlenin Türkçe’si de vardır.
İslâm
medeniyetinin hâkim olduğu bölgelerde ibâdet, eğitim, sağlık, şehirleşme ve
ulaşıma ait bütün bir altyapının kurulmasında ihtiyaç duyulan yatırımın yegâne
aracı vakıftır. Söz konusu müesseseye âit câmi, medrese, hastahâne, imâret,
kervansaray ve köprü gibi bütün dînî ve hayrî yapılar ile hizmetin devam etmesi
adına buralara tahsis edilen gerek menkul gerek ise gayri menkul mallar, zaman
içerisinde kullanılamaz hâle gelebilir veya ihtiyaç dışı kalabilirler.
Bu durumda,
her ne kadar vakıfta değişmezlik esas olsa da fakihler vakfı sonlandırma yerine
vakıf amacının devam etmesini mümkün kılan birtakım değişiklikler üzerinde
durmuşlardır.
Ebüssuûd
Efendi bu kabil vakıf problemlerine de örnek teşkil edecek şekilde, vakıf malı
ile alâkalı meseleler hakkındaki görüşlerini açıklamaktadır.
20-el-Kasîdetul-mîmiyye: Doksan küsur
beyitten meydana gelen bu eser, Ebüssuûd Efendi’nin çeşitli Arapça kasidelerini
toplayan bir mecmûadır. Arapça olan ‘Mimiyye’,
içerisinde ‘m’ harfi bulunan kelime
demektir.
21-Duânâme-i Ebüsuûd: Şeyhülislâm
Ebüssuûd Efendi’nin az bilinen küçük bir risâlesidir. ‘Mecmûa-i Deavât’ olarak da anılır.
‘Duâ’ kelimesi ‘Allah’tan istekte bulunma, yalvarma ve yakarış’ mânâsında Arapça
bir kelimedir, ‘nâme’ ise Farsçadır. ‘Mektup’
demektir. ‘Kitap ve mecmua’ mânâsı da
vardır. Duânâme Dîvan edebiyatında,
husûsen mesnevîlerin giriş kısmında Cenâb-ı Allah’a; yalvarma, yakarış ve
O’ndan hayırlı isteklerde bulunma manâsında edebî bir tarz olarak
kullanılmıştır. Bunun dışında hadislerden, duâ âyetlerinden derlenerek
hazırlanan duâ metinleri, duânın faziletleri, duânın kabul olmasının şartları,
fiîlî duâ gibi başlıklar altında bilgiler veren kitaplar hazırlanmıştır.
22-Kasîde fî risal’-Sultan Süleyman:
Ebüssuûd Efendi’nin Kanûnî Sultan Süleyman Han’a yazdığı mersiyedir.
Ebüssuûd
Efendi’nin Şâirliği – 2
Şeyhülislâm
Ebussuûd Efendi, Kânûnî Sultan Süleyman döneminin en önemli sîmâlarındandır.
Tefsirden hukûka, akaidden tıbba kadar pek çok eser kaleme almış olan Ebussuûd
Efendi’nin fazla olmasa da Türkçe ve Arapça şiirleri de bulunmaktadır. Ebussuûd
Efendi’nin müstakil şiir denemelerinin yanında mektuplarının arasına da zaman
zaman şiirler serpiştirdiği, hattâ bir mektubunu Türkçe bir şiir şeklinde
kaleme aldığı görülmektedir.
Muhibbî
mahlasıyla şiirler yazan Kanûnî Sultan Süleyman Han’ın, 5 beyitlik çok meşhur
şiirine Ebussuûd Efendi’nin yazdığı 47 beyitlik şiir, 5 beyitlik gazelinin
detaylandırılmış hâli gibi durmaktadır. Çünkü Muhibbî gazelinde bu dünyânın
geçiciliğini ve değersizliğini 5 beyitle anlatmaya çalışırken Ebussuûd Efendi
bu durumu etraflı bir şekilde şiirine konu etmiştir. Diğer taraftan bu şiir
aynı zamanda Ebussuûd Efendi’nin yaşlılıktan, kocalıktan bir şikâyetlenmesi
olarak da görülebilir. Çünkü şiirine gençlik günlerinin gittiğini ve yaşlılık
günlerinin tıpkı bir ayrılık gecesi gibi kapısına dayandığım söyleyerek
başlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında şâirin dünyânın geçiciliğini ve hayatın
aldatıcılığını ihtiyarladıktan sonra görebildiğini de söylemek mümkündür.
Bu şiir, elde
pek fazla şiiri bulunmayan Ebussuûd Efendi’nin şâirliği hakkında önemli
ipuçları sunabilecek bir hacme sâhiptir. Ayrıca, Ebussuûd Efendi’nin daha başka
şiirlerinin de olabileceğini, yapılacak detaylı araştırmalarla bunların da gün
ışığına çıkartılabileceği düşüncesini kuvvetlendirmektedir.
Nağme-i bülbül ferah-bahş u
sürûr-encâm iken
Ğam-fezâ oldı şadâyı bûm-ı
pür-nekbet gibi
Mülk-i şıhhatde ikâmet müddeti
oldı temam
Görinen şehr-i âdem iklimine
rıhlet gibi
Virse ger devrân zimâmın kabza-i
tedbirüne
Görmesen hergiz birinde zahmet ü
şiddet gibi
Olsa mirkât-ı celalim pâve-i
Behram-makarr
‘Ayn-ı ‘âlem görmese ‘ömrinde ol
rif’at gibi
Şun’-ı bi-hemtâsına nisbet
vücüd-ı kâyinât
Tâk-ı Kisrâ kaşr-ı Kayser
muhtasar san’at gibi
Sanma kim dest-i havadis ana te’sir
itmeye
İrmeye eyvanına bir rahne-i iffet
gibi
Ferkadine hem-ser ü cevzâya olsan
hem-‘inan
Âsmân olsa yirün mihr-i felek
rütbet gibi
Âftâb-ı ‘ömrüne bir gün irür
nâ-geh küsüf
‘Âleme tâbân iken nürun kılur
zulmet gibi
Dâs şeklinde görmen çarhda sanma
hilâli
Hâsılı ‘ömrüni halkun biçmek âlet
gibi
Yâ kemâl-i kabza-i kudretdür
ehl-i ‘âleme
Atmağa tîr-i kazâ-yı nâvek-i
mihnet gibi
Bezm-i giti ehlinim yâ kâse-i
i’mârını
Eksilüp ki tolduğum eş’âr ider
âlet gibi
Belki cümle heykel eflâk ü
evzâ’-ı nücüm
‘Âlemim şekl-i fenasın bildürür
hey’et gibi
‘Âlem-i kevn ü fesâd shâbma mevt
ü fenâ
Muktezâ-yı hükm ü tab’ u mücib-i
hilkat gibi
Bu güzer-gâh-ı fenâ şahtımda
ümmid-i bekâ
Eylemek fıkr ü hayâl ü bâtıl
emniyyet gibi
‘Âleme beyhûde bakma eyle im’ân-ı
nazar
Şun’-ı üstâd-ı ezelde nâzır-ı ibret
gibi
Her biri zerrât-ı ekvânun lisâna
hâliyle
Keşf ider sırr-ı cihanı nâtık-ı
hikmet gibi
Meskenet tacım iksir-i sa’âdet
bil sakın
Eyleme câh u celâle meyi ü yâ
rağbet gibi
Vâkıf olmaz bâr-gâh-ı ‘âlemim
tertibine
Bilmeyen şaff-ı ni’âli mesned-i
‘izzet gibi
Sa’y kıl fehm-i rumuz-ı kâyinata
gerçi kim
Künh-i esrânna irmez akl u yâ fîkret
gibi
Din ü irfan mesleğinde eyledüm
sa’y-ı cemil
İtdüm erbâb-ı himem itdükleri
himmet gibi
Keşf-i esrâr-ı dakâyıkda besi
çekdüm ‘anâ
İtmedüm ol bâbda ihmâl ü yâ
gaflet gibi
Merşad-ı enzârum oldı gâh eve ü
geh hadıd
Cüst ü cüda işler itdüm hârik-i
‘âdet gibi
Mevkıf-ı hayretden özge bir
makama irmedüm
Müntehâ-yı râh-ı ‘irfan vâdi-i
hayret gibi
Ebüsuûd
Efendi’nin Genç Yaşta Vefat Eden Oğlu Ahmed Çelebi İçin Yazdığı Mersiye:
Gel ey huceste-cemâl u
melek-hısâlüm gel
Tükendi hasret ile tâkat-ı
mecâlüm gel
Senünle mülk-i vücûdum tamâm âmir
idi
Yıkıldı cümle oldı harâb hâlüm
gel
Yakar şerâre-i âhum sipihr-i
gerdûnı
Cihânı seyle virür eşk-i
yemm-misâlüm gel
Misâl-i âlemine bari cilve kıl
şâyed
Ki göre tal’atunı hâbda hayâlüm
gel
Diyâr-ı hicrde kaldum gârib ü
bî-sâmân
Ne hâle koydı beni gör firâk
zâlim gel
KARINCA
MESELESİ
Kanûnî Sultan
Süleyman Han bahçe işleri ve ağaçlarla yakından ilgilenirdi. Bir gün bahçesinde gezinirken, karınca sürüsünün
ağaç yapraklarını delik deşik ettiklerini gördü. Önce yaprakları, sonra da
ağaçları kurtarmak için ilaçlamak suretiyle karıncaları kaçırmayı düşündü. Bu
işlem sırasında karıncaların ilaç sebebiyle ölebilecekleri aklına geldi. Aralarında sıkı bir dostlu ilişkisi bulunan
Ebüsuûd Efendi’ye iki mısralık bir şiirle sordu:
Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?
Ebüssuûd Efendi de iki mısralık
şiirle cevap verdi:
Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Ebüssuûd Efendi’den, ‘Duâ’ hakkında veciz sözler.
Duâ, Cenâb-ı Allah’la iletişim
kurmaktır.
Duâ, sevenin sevdiğinden istediği tek şeydir.
Duâ, ayrı bedenleri bir muhabbette
birleştirendir.
Duâ, çaresizken sığınabileceğimiz tek
limandır.
Duâ, kulun Rabbi’yle teke tek
buluştuğu andır.
Duâ, fakirin ekmek kapısı, dertlinin derman
yapısıdır.
Duâ, müminin kalkanı, huzura açılan kapısı,
sağlık, saadet ve başarıya ulaştıran yoludur.
Duâ; eden için hiçbir bedeli, masrafı ve
külfeti olmayan, edilen için en güzel, en kıymetli hediyedir.
Ebüssuûd Efendi’nin Duâsı:
‘Rahman ve Râhim olan Allah’ın adıyla, San’atı
üstün olan Allah’a hamdü senâ ederim. Mahlûkatının hepsine hâkim olan, sonsuz
kudretli yüce Allah’tır. Ay gibi parlayan, güneş gibi ziya veren ve mahlûkatın
en şereflisi olan Muhammed Mustafa’nın üzerine salâtü selâm ederim. O’na bağlı
olanlara, âilelerine, doğru yolu bulan huzur ve safâ ehlinin üzerine de, tâzim
ve hürmette bulunurum.
Eyvah eyvah!
Ömrümü boşa harcadım, yazık bana, yazık bana. Âzalarım kuvvetlerini kaybetti,
firkat bana firkat bana. Gözlerim ibretten kör, kalbim ise şehvetimden karardı.
Ömrüm gafletimden tükendi (hiçbir şey anlayamadım.) Ey Rabbimiz, ey Rabbimiz.
Beni uzun ümitler aldattı, benim güzel amellerim yok oldu. Bu iş tâ ecel
gelinceye kadar devam etti. Ey Rabbimiz, ey Rabbimiz, (yardım Senden kurtuluş
Senden. Ayaklarımızı sırat köprüsünün üzerinden kaydırma, mizan terazimizi ağır
kıl, günahlarımızı bağışla ey Rabbimiz ey Rabbimiz.’
Ebüssuûd
Efendi’nin duâsı çok mânidar bir münâcattır. İçindeki mânâlar düşündürücüdür.
Daha ziyâde kişinin ömrünün fuzuli gidişinin ve bir an evvel tedbir alınması
gerektiği noktaları tavsiye eylemektedir. Zâten dinimizin maksadı bizi uyarmak,
yaptığımız duâların hepsi bizi Hakk’a yaklaştırmaktır. Yoksa kuru kuruya duâ
etmenin hiç bir fâidesi yoktur.
Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi Ve Fetvâları
Hakkında…
Fetva, ‘İslâm hukuku ile alâkalı, daha önce
karşılaşılmamış bir mesele hakkında müftü veya Şeyhüsislâm tarafından ileri
sürülen görüş’ olarak târif edilebilir. Fetva, Osmanlı hukuk sisteminde
önemli bir yere sâhiptir. Elde bulunan fetva mecmuaları ise Osmanlı hukuk
sistemi ve bu sistemin tebaa üzerindeki tasarrufuna dâir önemli birer kaynaktır.
Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin verdiği fetvâlar, kendisinden sonra da
başvurulan hükümler olmuştur.
Osmanlı dînî
düşüncesinin olgunlaşmasında şüphesiz Ebussuûd Efendi’nin ayrı bir yeri vardır.
Fetvâlarından anlaşıldığı üzere O, bu çalışmaları kendisinden önceki
Şeyhülislâmlardan özellikle de Çivîzâde Mehmed Efendi ve İbn Kemal’den
devralmış, onların başlattıkları faaliyetleri daha da olgunlaştırarak yerleşik
hâle getirmiştir.
Târihçiler,
Osmanlı dînî düşüncesinin en problemli döneminin Kanûnî Sultan Süleyman devri
olduğunu belirtmektedir. Bu dönemde bâzı hareketlerin ortadan kaldırılmasına
çalışıldığı gibi, bâzı hareketlerin de ıslahına çalışılmış, bir yandan devletin
kanun, kaide ve kurumlarını kemâle erdirmeğe çalışırken, bir taraftan da
özellikle Şeyhülislam İbn Kemal ile başlayan, dînî düşüncenin tashihi ve ve
kemâle erdirilmesi çalışmalarına Ebüssuûd Efendi ile devam edilmiştir. Bu
meyanda çeşitli eserler yazılıp, fetvâlar yayınlandığı gibi, bâzı tarîkatlerin
faaliyetleri yasaklanmış, özellikle Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal gibi
devlete karşı ayaklananlar idam edilmiştir. İçlerinde Kadirî, Rufâî, Mevlevî,
Bektâşî ve Nakşibendî gibi büyükleri de bulunan on iki tarikatın dışında
kalanların faaliyeti yasaklanmıştı.
Ebüssuûd
Efendi, kendi döneminden önce Serez’de îdam edilen Şeyh Bedreddin için; ‘sâir kefere gibi adın anmayıp lâ’net etmeyip
kendi hâlinde olan Müslüman kâfir olmaz’
diyerek Şeyh Bedreddin’den yana tavır koymuştur. Bununla birlikte
Bedreddin adına ortaya çıkan sapık tarîkatlar hakkında sert tavır koymaktan
çekinmemiştir
Hubmesihçiler Meselesi:
Osmanlı
Devleti kuruluşundan beri, fethettiği yerlerde gayr-i müslim teb’a ediniyor ve
bunlarla ilişkilerini belirli bir düzene koyuyordu. Bu ilişkilerden birisi de
dînî tartışmalardır. Nitekim 1354 yılında Osmanlılara ait Biga, Bursa ve
İznik’te kalan Selanik Başpiskoposu Grigorios Palamas’ın, Sultan Orhan’ın,
Osmanlı yöneticileri ve Osmanlı uleması ile rahatça Hıristiyanlık-Müslümanlık
üzerine tartışmalar yaptığını mektuplarla anlatmıştır. Ancak zamanla bu
tartışmalar belirli bir ideolojinin propagandası, ardında da devlete karşı bir
başkaldırı olarak gelişme göstermiş ve devlet içinde düşünce hürriyetinin
ötesine geçerek siyâsî bir problem hâlini almıştır. Bu problemin bir yansıması
da bâzı kaynaklarda ‘Hubmesihçilik’
olarak ifâde edilen boyuttur.
Başkent
uleması arasında ‘İsevî Müslümanlık’
yahut Müslümanlar arasında ‘Hz. İsa Kültü’
şeklinde târif edilebilecek olan Hubmesihçilerin, Hz. İsa’ya olağandan fazla
ağırlık veren değişik bir Müslümanlık anlayışını temsil ettikleri gözleniyor.
İstanbul’da böyle bir Müslümanlık anlayışı 17. yüzyılda bile yaygındı.
Ebussuûd
Efendi bu mevzu ile alakalı olarak verdiği fetvâda bu düşüncede insanların
katledilmesinin vacip olduğunu açıkça ifâde etmiştir.
Kızılbaşlar Meselesi:
Kızılbaşlık
Anadolu’ya Şah İsmâil tarafından, Anadolu’nun düzenini bozmak, Osmanlı
Devleti’ni zayıflatmak ve neticede bütün Anadolu’da Şiîliğin hâkim olmasını
sağlamak maksadıyla yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bütün bu çalışmaların nihâî
maksadı, Anadolu topraklarını ele geçirmekti. Şah İsmâil bu düşüncesini
tahakkuk ettirebilmek için Şiiliği kabul etmeyen, yönetimi altında bulunan
kendi ülkesi İran’daki Sünni Müslümanları kılıçtan geçirmiş, 40.000 kişiyi
öldürtmüştü. Kanuni Sultan Süleyman zamanındaki bir Kızılbaş isyanını da
Sadrazam İbrahim Paşa epey güçlükle bastırabilmiştir. Sonraki yıllarda
Anadolu’da çeşitli amillerin tesiri altında zuhur eden isyanlarda da
Kızılbaşlığın rolü olduğu bilinmektedir. Kızılbaşlar; Allah’ın ve Muhammed’in
Hz. Ali’nin şahsında birleştiğini ve üçünün bir olduğunu iddia ediyorlardı. Bu
düşüncenin, kuruluşdan beri Muhammedî İslâm’a inanmış ve ona hizmet etmeyi
hayatının gayesi olarak kabul etmiş Osmanlı Devleti tarafından hoş karşılanması
düşünülemezdi. Ebüssuûd Efendi, meseleyi
tetkik ederek, Osmanlı’nın gücüne ve birliğine kast edenleri muaf tutarak
diğerleri ile savaşılmasının ve katledilmesinin câiz olduğuna dâir fetvâ
vermiştir.
BOĞAZİÇİ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi
Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76
Belgegeçer: 0.212-526 09 77 e-posta: bogazici@bogaziciyayinlari.com
// www.bogaziciyayinlari.com.tr
Faydalanılan Kaynaklar
Abdullah Aydemir: Büyük Türk Âlimi Ebüssuûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Ankara 1968.
Abdullah Kaleli: Yüksek Lisans Tezi. Adıyaman Üniversitesi 2014.
Ahmet
Akgündüz: Diyânet İslâm Ansiklopedisi.
C: 10, s: 365-371, İstanbul 1994.
: Diyânet İslâm Ansiklopedisi.
C: 12, s: 441, İstanbul 1995
Diyânet
İslâm Ansiklopedisi.
C: 22, s: 456-458, İstanbul, 2000
Diyânet İslâm Ansiklopedisi. C: 29, s:
72, 73, İstanbu, 2003
Aykut Avcı: Ebüsuûd Efendi’nin Ahkâm Âyetlerini Yorum Metodu. Sakarya
Üniversitesi Sosyal İlimler Enstitüsü, Sakarya 2008.
Bengisu Battal: Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi ve Fetvâları. Hacettepe Üniversitesi,
Ankara 2017.
Emeti
Çalışkan: Yüksek Lisans Tezi. Yalova
Üniversitesi 2017.
Hüseyin
Nihal Atsız: İstanbul Kütüphânelerine
Göre Ebüssuûd Bibliyografyası. İstanbul 1967.
Pehlül Düzenli: Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’nin Fetvâları. Marife Dinî Araştırmalar
Dergisi. İstanbul 2005
Selâmi Bakırcı; EKEV Akademi Dergisi, Yıl 7, S: 16, İstanbul 2003.
Süleyman
Ateş: Ebüssuûd Efendi. www.dergipark.org.tr
ANSİKLOPEDİLER:
Diyânet
İslâm Ansiklopedisi:
Türkiye Diyânet Vakfı
Yeni
Rehber Ansiklopedisi:
Türkiye Gazetesi Yayını.
Yeni Türk Ansiklopedisi: Ötüken Neşriyat
Yayını.