Ebüsuûd Efendi Ve Tefsiri – 5 (İrşâdü’l Akli’s-Selim – 5)

91

‘Biz ancak Sana ibâdet (kulluk) eder ve ancak
Senden yardım dileriz / İyyake na’büdü ve iyyake nestaî’n’

Bu âyetle, şimdiye kadar kullanılan gıyabî
ifâde üslûbundan hazıra hitap üslûbuna geçilmektedir. Bu, o makamın gereği
olarak, yüksek bir belâgat, nazımda ve kelâmda üstün bir edebî sanat örneğidir.
Çünkü ifâdede bir üslûptan diğerine geçmek, nefisleri celp etmek, gönülleri
çelmek için daha etkilidir.

Kur’ân’ın diğer yerlerinde de, birtakım
sırların ve meziyetlerin gereği olarak bu üslûp değişikliğine rastlanmaktadır.

Bu yüce hitap makamının, ibâdet ve yardım
talebinin Cenâb-ı Allah’a tahsisine delâlet eden özel nüktelerden biri de
şudur:

Bundan önceki âyetlerde Allah’a has en
mükemmel temeyyüz ve tecelliyi gerektiren sıfatlar zikredildi. Şimdi bu âyetle
gaybîlik, gizlilik, vicahta veya huzurda (yüz yüze) olma açıklığına çevrilmekte
ve ikinci şahıs zamiriyle hitab edilmektedir. Bir de anılan âyetlerin mevcut
nazmı bize, Yüce Allah’ın, en mukaddes varlık olarak yalnızlığını, Zâtı ile,
kendisinden başka her şeyden ayrıldığını, Zâtı ve sıfatlarıyla birliğini, bütün
varlıkların başlangıçta ve varlıklarını devam ettirirken zât ve vücût olarak
O’na muhtaç olduklarını bildirir. 

İşte insan bu tafsilat ile tefekkür ettikten sonra delil mertebesinden göz ile görme
mertebesine yükselmeli, gıyabî âlemden müşâhede âlemine geçmeli, mukaddes
mahfillerde Mevlâ’sının huzurunda eğilmeli, kemâl-i tevazu ve zillet ile
yalvarıp münâcât kapısını eziklik içinde çalarak:

Ey
Zâtının ve sıfatlarının hâlleri böylesine ulu ve mükemmel olan Allah’ım! Bizler,
ibâdetimizi ve yardım dileğimizi yalnız Sana has kılıyoruz. Zira Senden başkası
kim ve ne olursa olsun, buna lâyık değildir
.’ demelidir.

Her hâlde Fâtiha sûresinin, kulun Mevlâsına
münacâtı ve kendini tamamen O’nun kulluğuna vermesi demek olan namazın bütün
rek’atlerinde okunmasının vücûbunun sırrı bu olsa gerektir.

İbâdet
ve ubûdiyetin mânâsı:

İbâdet, zillet ve alçak gönüllülüğün en
yüksek derecesidir. Bir görüşe göre de ibâdet, Allah’ı râzı eden işlerdir.
Ubûdiyet, Yüce Allah’ın tasarruflarına rıza göstermek; istiâne ise yukarıda
belirtildiği üzere yardım talep etmektir.

Tümleçlerin başka bir deyişle Sana, Senden
kelimelerinin fiillerden önce zikredilmesi, daha önce belirtilen tahsis
mânâsını ve ta’zim ile ihtimam mânâsını ifâde içindir. İbn-i Abbas’a göre bunun
anlamı ‘Senden başkasına ibâdet etmeyiz.’
demektir.

İstiânenin
/ yardım istemenin mânâsı:

Sana ve Senden demek olan ‘İyyake’
kelimesinin tekrarlanması, ibâdet ve yardım talebinden her birînin Yüce Allah’a
tahsisini sarahatle ifâde etmekle beraber bir de O’na olan münâcât ve hitabtan
zevk alındığını belirtmek içindir. İbâdetin, yardım talebinden önce
zikredilmesi ise, İsm-i Celîl’in ve ondan sonra gelen sıfatların, ibâdeti gerektirmesindendir.
İstiâne ise, Allah’ın söz konusu sıfatları üzerine bina edilmektedir. Bundan
başka ibâdet, Yüce Allah’ın hukukundan; yardım isteği ise kul hukukundandır.
Kaldı ki ibâdet, kesin olarak vâcibtir. Yardım istemekse, vâcib olup ol-maması,
yardım talebinin konusuna bağlıdır.

Bir görüşe göre de, anılan takdimin sebebi
şudur: Vesilenin istenen şeyden önce zikredilmesi, icâbet ve kabulde daha etkilidir.
Bu izah, âyetteki yardım talebinin, İslâm âlimlerinin dedikleri gibi, mutlak
olup yardım talep edilen her konuyu kapsaması hâli içindir.

Bir görüşe göre de âyet nazmındaki tertibin
hikmeti şudur: 

Burada istenen, ibâdetteki yardım ve ibâdet
merasimini gereği gibi yerine getirmek için başarılı olmaktır. Kur’an’ın şânına
lâyık ve hamd edenin hâline münâsip olan da budur. Çünkü kulun yardım
talebinden önce mutlaka Yüc Allah’tan, gerçekleştirilmesinde kendisine yardım
etmesi için herhangi bir iş düşüncesi vardır. Ve açık bir gerçektir ki kul,
Yüce Allah’ın akıl ermez işlerini tefekküre dalınca ve o tefekkürün
gerektirdiği hamd ü sena ile meşgul olunca, bütün benliği ile kendini Allah’a
vermekten, O’na tam olarak yönelmekten başka kendi hâl ve hareketlerinden
hiçbir şey aklına gelmez. Bunu da, önce ibâdeti Yüce Allah’a tahsis etmek, sonra
da kendisini Rabbine ulaştıracak hidâyeti dilemek ile gerçekleştirmektedir. O
hâlde ibâdet ile hidâyet dileme zamanları arasında dünyâ işleriyle meşgul
olması nasıl tasavvur edilebilir?! İşte sanki: ‘Bunda da yalnız Senden yardım diliyoruz’ demiş oluyor. Çünkü
bizler, Senin yardımın olmadan hukukunu edaya muktedir değiliz. Bu yoruma göre
âyetteki tertibin gerekçe ve sebebi gayet açıktır. Ayrıca bu âyet-i kerîmede
Yüce Allah’a ibâdet mertebesinin yüksekliğine, buna erişmenin azizliğine,
ibâdet eden kul için bunun en büyük arzu ve amaç olduğuna ve bunun kendi şahsî
gayretleri ile değil, fakat Yüce Allah’ın bir bağışı olduğuna da açık işâreder
vardır. Bir de bu âyetin, kendisinden sonra gelen duâ âyeti ile olan uyumu da
pek açıktır.

Biz
ancak Sana ibâdet eder ve ancak Senden yardım dileriz
’ âyetinde ‘Biz’ zamirinin kullanılması, kulun bütün
kusurlarıyla, tek başına o huzurda durmaya, ibâdetini sunmaya, münferiden
yardım ve hidâyet dilemeye lâyık olmadığını bildiğini ve bunları ancak
kendisinin de içinde bulunduğu bir topluluk ve cemaatle yapabileceğini tasavvur
ettiğini belirtmek içindir. Nitekim hükümdarların âdeti de böyledir (Onların
huzuruna da bir hey’et hâlinde çıkılıp taleplerde bulunulur). Yahut da bütün
tevhid ehli arasında bir dayanışma olduğundan kulun kendisine tecelli edecek
İlâhî hâle onların da iştirakini sağlamak içindir.

Bizi
sırât-ı müstakıme (dosdoğru yola) ilet (İhdina’s-sırata’l- müstakım)!

Bu âyet-i kerîmede, yardım konularının en
önemlisi tahsis ve tâyin edilmiştir. Sanki Cenâb-ı Allah, bundan önceki âyette
yapılan yardım talebine cevap veriyor:

Size
nasıl yardım edebilirim
?’ buyuruyor ve kullar da: ‘Sen, bizi dosdoğru bir yola hidâyet eyle!’ diye niyazda
bulunuyorlar.

Hidâyetin
tarifi:

Hidâyet; lütûf ve atıfet olarak, amaca ulaştıran
araçları göstermektir. Bundan dolayı hidâyet, hayırlı işlere mahsustur.

Hidâyetin
nevileri:

Yüce Allah’ın hidâyeti sayılamayacak kadar
çok ve çeşitlidir. Bununla beraber bunları üç grupta incelemekte yarar vardır:

1-Dâhilî hidâyet: İnsanın, tabiî ve hayvanî
faaliyetlerini, dünyevî ve uhrevî işlerini düzenlemek için gerekli olan kuvvetler,
zâhirî ve bâtınî şuûrlardır.

2-âaricî hidâyet:

Bu da ikiye ayrılır:

a)Tekvinî hidâyet: Bu nevi hidâyet, lisan-ı
hâl ile Hakk’ı açıklar. Daha önce belirtildiği gibi, âlemin (evrenin) her
ferdinde, Allah’ın varlığına işâret eden deliller vardır.

b)Tenzilî (vahyî) hidâyet:Nazarî ve amelî
hükümlerin tafsilâtını açıklayan bu nevi hidâyet de pey-gamberler göndermek ve
kitaplar indirmek sureti ile gerçekleşmiştir. Zira mukaddes kitaplar, tekvinî
delilleri değerlendirme yöntemini göstermek ve onlara dikkat çekmek sûretiyle
hidâyetin bütün çeşiderini içerir. Nitekim:

‘Gerçekten imân ve itaat edenler için arzda
delil, belge, ibret vardır.’ (Zâriyât 51/20)

Kendi nefislerinizde de… O hâlde niçin
görmüyorsunuz?’ (Zâriyât, 51/21)

‘Şüphesiz gece ve gündüzün ihtilâfında (ardı
ardına gelişinde), Allah’ın gökte ve yerde yarattıklarında, Allah’tan gereği
gibi sakınan, sorumluluk şuuru olan bir topluluk için delil ve ibret vardır.’
(Yûnus 10/6) meâlindeki âyederde bu gerçeklere mücmelen işâret edilir.

3-Husûsî hidâyet: 

Bu, hidâyete mazhar olan kimselere vahiy,
yahut ilham ile esrar perdesinin açılmasıdır. Bu mertebelerin her birinin
sâhibi ve peşine düşen tâlibi vardır. İstenen;

‘Hidâyete erenlere gelince; Allah onların hidâyetini
daha da artırır ve onlara takvâlarını ilham eder.’ (Muhammed 47/17) meâlindeki
âyette belirtildiği gibi ya hidâyetin artması veya hidâyetin sürekli
kılınmasıdır (sebat).

 

 

EBÜSSUÛD
EFENDİ’NİN DİĞER ESERLERİ – 2

6-MA’RÛZÂT

Ebüssuûd
Efendi’nin Kanûnî Sultan Süleyman Han’a arzetmiş olduğu fetvâlardır. Padişahın
irâdesi alındığı için kadıları bağlayan ve uyulması mecbûrî hâle gelen bu
fetvâlar, muhtemelen Ebüssuûd Efendi’nin ölümünden sonra Şeyhülislâm Hâmid
Efendi tarafından toplanarak Sultan İkinci Selim Han’a yeniden arzedilmiş ve
uzun yıllar mahkemelerde yürürlükte kalmıştır.

Müftü ve
kadıların sadrazam ve padişaha arzettikleri meselelere ‘ma‘rûz’ denilmektedir.
Ebüssuûd Efendi’nin hayatı boyunca verdiği binlerce fetvâ içinden bu mecmuâda
yer alanlar mahkemelerce mecbûrî olarak uygulanan bir tür kanun hükmü hâline
dönüşmesi için Kanûnî Sultan Süleyman’a sunulduğundan ‘padişaha arzedilen
fetvâlar’ mânâsında ‘Ma‘rûzât’ diye
anılmıştır.

Fetvâlar
genelde müftülere sunulan somut olaylarla ilgili olarak verilir ve kadıları
bağlayıcı değildir. Ma‘rûzât’ta yer alan fetvâlar ise somut bir problemi
çözmeye değil, uygulanan hukuk kuralını değiştirme ve kadıları mecbûrî biçimde
bu yeni ictihadı/kuralı uygulamaya yönlendirme maksadı vardır. Osmanlı
Devleti’nde özellikle 16. yüzyıldan itibâren Anadolu ve Rumeli’de görev yapan
kadılar sâdece Hanefî mezhebi içindeki hâkim görüşe göre hüküm verebilirlerdi;
farklı mezheplerden bir görüşün kadıların şahsî tercihleriyle uygulanması söz
konusu değildi. Kadıların görev alanlarını ve sürelerini sınırlama yetkisine
sahip olan padişahın aynı çerçevede onların yetkilerini sınırlaması da
mümkündü. Kadıyı belli mezheplerin ve hukukçuların görüşleriyle sınırlama da bu
yetki çerçevesindeydi. Osmanlı hukukunda önemli bir yeri olan Kanûnî döneminin
ünlü şeyhülislâmı Ebüssuûd Efendi, kamu yararını ve dönemin ihtiyaçlarını göz
önüne alarak farklı bir mezhebin veya Hanefî mezhebi içerisindeki farklı bir
görüşün uygulanmasını istediğinde bunun gerekliliğini bir fetvâ ile Kanûnî
Sultan Süleyman’a arzetmiş, padişah da fetvâ istikametinde uygulamaya
gidilmesini emretmiştir. Böylece aslında ilmî bir mütalâa olan fetvâlar mecbûrî
biçimde uygulanması gereken bir hukuk kuralına dönüşmüştür. İslâm-Osmanlı
hukukunun dönemin ihtiyaçları ışığında esnek bir ortamda uygulanmasında bu tür
fetvâların önemli bir yeri vardır. Muhtelif zamanlarda Kanûnî’ye arzedilerek
onayı alınmış olan fetvâlar Ebüssuûd Efendi’nin vefatından sonra bir araya
getirilmiş, muhtemelen yeni şeyhülislâm Hâmid Efendi tarafından Sultan İkinci
Selim Han döneminde de yürürlükte kalması için bu padişahın onayına
sunulmuştur.

Ma‘rûzât fıkıh
kitaplarının sistematiğine göre tertip edilmiş ve on dört kitapla; namaz,
zekât, nikâh, cihad, kaçak köle, gāib, vakıf, satım, yargılama, şâhitlik, dâvâ,
gasp, kısmet, kira konularında çeşitli hükümlere ait bölümlere
ayrılmıştır.                                                                       

7-Arazî-yi Harâciyye ve Öşriyye Hakkında
Kanun ve Fetvâlar:
Osmanlı mîrî arazi hukukunun temelini teşkil eden on
kadar uzun fetvâsı veya bu fetvâların mukaddimesini teşkil ettiği Kanûn-ı cedîd
nüshalarıdır.

İslâm’da
toprağın ilâhîlik vasfından dolayı mülkiyete konu olmayacağı şeklinde bir
telakki mevcut değildir. Yerin, göğün, her şeyin yaratıcısı Allah olduğundan
itikadî açıdan her şeyin gerçek mâlikinin de Allah olduğu temel ilkedir. Ancak
bu hukûkî mânada mülkiyet hakkının fertlere tanınmasına engel değildir. Sâdece
fertler bunu Allah’ın ihsanı bilerek ona göre tasarrufta bulunmaya dâvet
edilmiştir. Son zamanlarda ortaya atılan bâzı iddiaların aksine, İslâm
hukukunda arazi hem kamu mülkiyetine hem de ferdî mülkiyete konu
olabilmektedir. Arazinin ferdî mülkiyete konu olabildiğini gösteren Kur’an
âyetleri ve hadisler mevcuttur.

Bütün İslâm
hukukçuları arazinin hem özel hem de kamu mülkiyetinin konusu olabileceğinde
ittifak etmişlerdir. Ancak arazinin Müslümanların eline geçiş tarzının arazi
mülkiyetine etkili olduğunu belirtmişler ve bu konuda bazı farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir. Ebüssuûd Efendi bütün bu konuları sağlam esaslara
bağlamıştır.

8-Risâle fî vakfil-menkul ve’n-nuküd:Mevkufül-uküd fî vakfi’l-menkul’ veya ‘Risâle fî cevâzi vakfı’n-nukud’ gibi
adlarla da anılan bu Arapça risâlede taşınır malların ve paranın vakfedilmesi
konusu ele alınmıştır. Risâle İstanbul’da târihsiz ve taşbasması olarak
yayımlanmıştır.

Vakıflar,
İslâm medeniyetinin önemli unsurlarından birini teşkil eden hayır kurumlarıdır.
Vakıfların faaliyet alanı târihî süreç içinde genişlemiş ve özellikle Osmanlı
döneminde paranın vakfedilmesi uygulaması kısa sürede yaygınlaşmıştır. İlke
olarak, vakfedilen malın gayrimenkul/akar olması esastır. Bu sebeple, para
vakıfları konusunda ciddî tartışmalar ortaya çıkmıştır Ebüssuûd Efendi ve Çivizâde
Muhyiddin Mehmed Efendi gibi ulemânın karşılıklı olarak kaleme aldığı
risâlelerde tez ve anti tezler ortaya konularak mesele derinlemesine
tartışılmış ve karara bağlanmıştır.

9-Bidâ’atü’l-kâ- dî li – ihtiyâcihî fil –
müstakbel ve’l-mâzî:
Osmanlı kadılarının uyması gereken usul ve erkânı
anlatan önemli bir risâledir.

10-Fetâ-vâ Kâtiblerine Tenbih: Fetvâ
metni hazırlayıcılarının riâyet etmesi gereken kaidelerle alakalı bir
risâledir.

11-el-Fetvâl-müteallika bi-beyâni’l-vakti’l-mu‘tebere
li’l-hasâd ve istihkâki’l-gallât:
Osmanlı hukukunda araziden alınan
ürünlerin hasat vakitleriyle vergi tahsil zamanlarını anlatan ve daha sonra
kanunnâmelerin temel kaynağı hâline gelen bir fetvânın hem Arapça’sı hem de
Türkçe’si mevcuttur.

12-Gamezâtü’l-melîh fî evveli mebâhisi
kaşri’l- âmm mine’t- Telvîh:
Hanefî hukukçusu Sadrüşşerîa Ubeydullah’ın
et-Tavzîh Cale’t-Tenkîh adlı fıkıh usûlüne dair eserine Seyyid Şerîf el-Cürcânî
tarafından ‘et-Telvîh’ adıyla yapılan
hâşiyeye Ebüssuûd Efendi tarafından yazılmış bir ta’liktir.

13-Şevâkıbul-enzâr fî evâ’i-li
Menâri’l-envâr:
Hanefî hukukçusu Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin usûl-i fıkha
dair Menârü’l-envâr adlı eserinin ilk kısımlarının Arapça şerhidir.

14-Hasmüî-hilâf fi’l-mesh ‘ale’l-hifâf:
Ebüssuûd Efendi’nin, oğlu Mustafa Çelebi için yazdığı mest üzerine mesh ile
alâkalı bir risâledir.

15-Risâle fî tescîli’l – evkâf: Özellikle nakit para vakıflarının
tesciliyle vakfının tamamlandığını anlatmak için kaleme alınmıştır.

16-Risâle fî vakfi’t – tavâhîn ‘a-le’l – arzi’l
– mevkûfe li’l – gayr:
Başkasına ait vakıf arazi üzerinde bulunan
değirmenlerin vakıf yapılıp yapılmayacağının tartışıldığı bir risâledir.

17-Öşür Hakkında Risâle: Osmanlı vergi
hukukunun şer‘î esaslarını açıklayan bu risâledir. Ebüssuûd Efendi ayrıca
Burhâneddin el-Mergînânî’nin meşhur eseri ‘el-Hidâye’nin
birçok bölümüne ta’lik ve hâşiyeler yazmıştır.

18-Galatât-ı Ebüsuûd: Bu risâle halk
arasında yanlış kullanılan bazı kelimelere dâirdir.

Halk arasında
yanlış kullanılan bazı kelimeler üzerine Türkçe olarak yazılan bu eser; ‘Risâle fî tashîhi’l-elfâzil-mütedâvele
beyne’n-nâs
’ ve ‘Sakatâtü’l-ʻAvâm
isimleri ile de anılır. Yazma nüshaları Süleymaniye kütüphanesinde bulunan bu
risâle, Hayati Develi tarafından Kemalpaşazâde ve Ebussuûd’un Galatât
Defterleri adıyla yayınlanmıştır. Türkiye’de ‘galat’ konusu üzerine yapılan ilk
çalışmanın et-Tenbîh ʻalâ galâti’l-câhil ve’n-Nebîh adıyla İbn Kemal’e âit
olduğunu dile getiren Develi, ikinci sırada Ebussuûd Efendi’yi zikretmiştir.
Nitekim Ebussuûd Efendi’nin bu eserini telif ederken yaptığı birtakım
ilâvelerin yanı sıra genelde İbn Kemal’in risâlesini esas aldığı ifade
edilmiştir. Her iki müellifin de eserlerinde Arapça kelimeler üzerinde durarak,
Farsça ve Türkçe kelimelerden hiç söz etmediğini belirten Develi, bu durumu müelliflerin
ilmiye sınıfından olması ile ilişkilendirmiştir.

Risâlelerin
ele aldığı kelimelerden hareketle genel olarak, ‘imlâ yanlışları ve yanlış okumalar’, ‘anlam bilgisi ve ilgili yanlışlar’, ‘yapı bilgisi ve ilgili yanlışlar,’ ‘ses bilgisi ve ilgili yanlışlar’ şeklinde dört durum üzerinde
yoğunlaştığını ifâde eden Develi, bütün bu benzerliklerinin yanı sıra İbn
Kemal’in risâlesi Arapça iken, Ebussuûd Efendi’nin ise Türkçe olarak yazmasını
önemli bir fark olarak görmüştür.

                                                                        (DEVAM EDECEK)

BOĞAZİÇİ YAYINLARI:

Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3
Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77  e-posta:
bogazici@bogaziciyayinlari.com
//   www.bogaziciyayinlari.com.tr  

Önceki İçerik‘’Sınırları Girne’de Bitermiş!’’
Sonraki İçerikBu Toplum İflah Olur Mu?
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.