Şâir ve fikir adamı olarak tanınan Hüseyin Nihal Atsız, yazdığı romanlarla; gerek edebî
dil, gerekse roman tekniği, olaylar örgüsü ve sürükleyicilik
açısından da zirvelere ulaşmış bir kalem erbâbıdır.
1958 yılında yazılan Deli Kurt isimli roman, 1402-1444
yıllarında, Osmanlı Devleti’nde yaşanan
târihî olaylar üzerine
kurgulanmıştır. Savaş sahneleri o dönemin günlük hayatı, muhayyile gücü ile zenginleştirilmiş, aşk ve mâcerâ ile çeşnilendirilerek
anlatılmıştır. Okuyucuyu sarıp sarmalayan, sayfalara ve satırlara çeken; ilgiyi
ve heyecanı eksiltmeden devam ettiren, ‘acaba
ne olacak, nasıl sonuçlanacak sorusunun’
bir sonraki bölüme,
sayfaya veya cümleye
bırakan bir üslûp kullanılmıştır.
Bazı bölümler var ki okuyucuyu, âdetâ
nefes almadan okumaya mecbur bırakmaktadır. Duygu sömürüsüne tenezzül edilmeden okuyucunun hisleri harekete geçirilmektedir.
Şehzâdeler arasındaki mücâdele
had safhaya ulaştığında içlerinden biri, güvendiği
Çakır adındaki sipâhiye birkaç ay sonra doğum yapacak olan hanımını, kimsenin
bilmediği emin bir yere göt rmesini, doğacak çocuğu erkek olursa, taht mücâdelesi sebebiyle
katledilmekten korunması
tâlimatını verir. Sipâhi Çakır; hatunu, kağnı arabasının üzerine yerleştirdiği keçeden
yapılmış oda içerisinde, uzak bir köydeki sütannesi
Satı Kadın’ın evine götürür. Satı Kadın, güvenilir
olduğu kadar dirâyetli bir Osmanlı kadınıdır. Gerekli bilgileri verdikten, bir
kese içerisinde yüklüce para bıraktıktan sonra Çakır
vazifesinin başına döner.
Şehzâde katledilmiştir. Sipâhi Çakır üstlendiği vazifeler ve savaşlar sebebiyle ancak 10
yıl sonra
sütannesinin
yanına gidebilir. Emânet etiği hâtun, bir erkek evlât dünyaya getirmiş, adını‘Murad’koymuştur.
Murad, herhangi bir çocuk gibi yetiştirilmesine rağmen, asil bir aileye mensup
olduğu
intibaını uyandırır. Konuşması ve hareketleriyle, sevimliliği
ile dikkat çekmektedir. At binmeyi, ok
atmayı, güreş
tutmayı bilir. Köylüler O’na ‘Deli Kurt’ ismini yakıştırırlar. Hiç kimse asıl adını
bilmez. Sipâhi, çocuğun babasına benzediğini fark eder ve
endişeye kapılır. Eğitimini sağlayacak
hoca bulur, asker olacak şekilde yetiştirilir. 18 yaşına
geldiğinde O’nu da
asker ocağına yazdırır.
Birlikte savaşlara katılırlar. Savaştaki başarıları sebebiyle
kısa zamanda tımarlı sipâhi sınıfına alınır.
Evlenir çocukları olur.
Sipâhi Çakır ile ‘Murad’, fırsat buldukça sütanneyi ziyârete giderler. Bu
gidişlerden birinde, akşam yemeğini yemek için gittikleri pınarın başında akıl
almaz bir hâdise yaşarlar:
Çakır, endişe ile ‘Birisi
geliyor’ der. Sütanne sâkindir. ‘Varsın
gelsin.’ Konuşmalar devam eder:
-Yürüyüşü
bir tuhaf. Yürüyor değil de süzülüyor
gibi. Hayâlete benziyor.
-Hayaletten pek farkı yoktur! Hep geceleyin gezer.
-Tanır gibi konuşuyorsun sütanam!
-Tanımaz olur muyum? Gökçen Kız. Yüzüne
bakmayın, tekin değildir.
Gökçen kız yaklaştı, durdu ve Deli Kurt’la göz göze geldi. Deli Kurt, yakın mesâfeden göğsüne ok yemiş savaşçı gibi şöyle
bir irkildi. Sonra kamaşan gözleriyle bir anda çevresini göremeyerek
dehşete kapıldı. Bir eliyle gözlerini kapayarak elinde
olmadan, yılan şokmuşçasına fırlayıp ayağa kalktı. Göz göze geldikleri zaman
kızın bakışlarından yeşil bir ışık çıktı gibi görmüş, bu ışıkla kamaşan gözleri hiçbir şey görmez
olunca, kör olduğunu zannederek ayağa fırlamıştı. Delirmiş
miydi? Elini gözlerinden çekip ihtiyatla kıza baktı. Olduğu
yerde duruyor fakat kimseye bakmıyordu. Başını öne eğmişti ve gözleri yerdeydi.
Herkes heyecanlanmış, Deli Kurt’la birlikte Satı kadın bile ayağa kalkmıştı.
Şaşkınlık sebebiyle
uzunca bir süre
kimse konuşamadı. Sessizli Satı Kadın bozdu:‘Gezmeğe
mi çıkmıştın Gökçen?’
dedi. ‘Pınara
geldim Satı Ana!’
Deli Kurt yeniden ürperdiğini
hissetti. Kızın sesinde öyle bir ezgi vardı ki gecenin sessizliğinde
insanın gönlüne
işliyordu.
O ses, gönlüne,
hâfızasına, yüreğine,
aklına, bütün bedenine yerleşmişti. Hiçbir
zaman da terk
etmedi…
Gökçen, testisini doldurdu ve gitti. Oturmaya devam edenler,
saatler boyunca Gökçen’i
konuştular.
Satı ana, Sipâhi Çakır’ı
ve Murad’ı bilgilendirdi:
-Bu Gökçen Kız korkunç bir kızdır. Ondan kurt, kuş, yılan, çıyan
bile korkar. Obanın köpekleri onun yanına yanaşamaz. Kurtlar ondan kaçar. İki
arşınlık koca yılanı bakışı ile bayılttıktan sonra
eliyle boğduğunu ben şu gözlerimle gördüm.
Vakit gecikmişti. Fakat Gökçen’in meraklı hikâyesi onları o kadar sarmıştı ki çadıra
dönmek akıllarına bile gelmiyordu. Satı Kadın, noktayı koydu: ‘Bu kadar gevezelik yeter, haydi kalkın,
çadırlarımıza dönüyoruz.’
Okuyucu ise son sayfaya kadar kitabı elinden bırakamaz.
Savaş sahneleri, özellikle de Macarlarla yapılan savaşların
anlatıldığı bölümlerde
heyecan doruklara çıkıyor. Kahramanımız Murad, esir düşüyor,
birkaç defa ölümle burun
buruna geliyor.
Ve bu harika roman, kimsenin aklına gelmeyen sürprizlerle bitiyor.
Haziran 2021’de
yayınlanan eser, sert kapaklı cilt içerisinde 14 X 21,5 santim ölçülerinde 200
sayfadır.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.
İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul
Telefon: 0.212- 251 03 50
Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr
www.otuken.com.tr
HÜSEYİN NİHAL ATSIZ
12 Ocak 1905 târihinde
İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Gümüşhâne’nin Torul ilçesinden Deniz
Binbaşısı Mehmet Nâil Bey, Annesi Trabzonlu Kadıoğlu
Ailesinden Deniz Yüzbaşı
Osman Fevzi Bey’in kızı
Fatma Zehrâ Hanım’dır.
Asıl adı Hüseyin
Nihal Çiftçioğlu’dur. Atsız
soyadını daha sonra aldı.
Tahsil hayatına İstanbul’da başladı. Kadıköy’deki
Fransız ve Alman okullarına bir müddet
devam etti.
Babası Süveyş’e
tâyin edildi. Burada kısa bir süre
Fransız okuluna gitti. İstanbul’a döndükten
sonra
birçok okul değiştirdi. 1922’de, günümüzdeki adı ‘İstanbul Erkek Lisesi’ olan İstanbul Sultanisi’nden ve
1930 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
Çalışma hayatına, Fuat
Köprülü’nün
isteği ile Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü‘nde asistan olarak başladı. 1933 yılında, Millî
Eğitim Bakanı Dr. Reşat Galip ile Prof. Zeki Velidi Togan arasında yaşanan bir tartışmada
hocası Zeki Velidi Togan’ı
destekleyen bir telgrafı bakanlığa gönderince üniversitedeki görevinden alınıp Türkçe öğretmeni olarak Malatya’ya gönderildi. Sonraki çalışma hayatı, yazıp yayınladığı
fikir yazıları sebebiyle devamlı sürgünlerle geçti. 1944 Türkçülük-Turancılık
dâvasından mahkûm oldu ise de Askerî Temyiz Mahkemesi’nde beraat etti. 1969 yılında öğretmen kadrosuyla çalıştığı
Süleymâniye Kütüphânesi’nden
emekli oldu.
Emeklilik hayatında bütün zamanını inandığı Türk Milliyetçiliği dâvâsına ayırdı. Gazete ve
dergilerde yazdı, dergiler ve kitaplar yayınladı, konferanslar verdi.
Türk milliyetçiliği ile alakalı yazılarını: Türk Ülküsü,
Şiirlerini; Yolların Sonu isimli kitaplarda topladı.
*Bozkurtların Ölümü, *Bozkurtlar Diriliyor,
*Deli Kurt, *Ruh Adam, Z Vitamini ve *Dalkavuklar Gecesi
isimleriyle 6 adet romanı yayınlandı.
Bunların dışında *Âşıkpaşazâde
Târihi, *Türk Târihi Üzerine
Toplamalar, *Dokuz Boy Türkler ve
Osmanlı Sultanları, *Müneccimbaşı
Şeyh Ahmed Dede Efendi Hayatı ve Eserleri, *Tevârih-i Cedid-i
Mirât-ı Cihan, *Osmanlı Târihi 1, *Osmanlı Târihine Âit
Takvimler, *Evliya Çelebi Seyahatnâmesinden
Seçmeler, Oruç Beğ Târihi. Ayrıca ansiklopedi maddeleri,
Bibliyografya Çalışmaları (4 Kitap), Edebiyat
Târihi Üzerine Çalışmalar (3 cilt) isimli eserleri vardır.
11 Aralık 1975 târihinde
İstanbul’da kalp krizinden vefat etti.
Hakkında yazılan
kitaplar, lisans ve y