“Ya eyyühellezine
âmenu, âminu…” / “Ey iman edenler! İman ediniz…” (Nisa: 136) Çünkü:
Ah, ah, ah! Va
esefa! / Esef ve yazıklar olsun! Ne üzücüdür ki!
İslâmiyetin mağz
ve lübbünü / öz ve içini terk ederek, kışrına / kabuğuna, dışına ve zahirine /
dış görünüşüne vakf-ı nazar ettik / bakışımızı sadece o noktaya çevirdik ve
aldandık.
Ve sû-i fehm /
kötü ve yanlış anlayış ve sû-i edeb / edepte kusur ederek İslâmiyetin hakkını
ve müstehak olduğu / lâyık olduğu ve hak ettiği hürmeti ifâ edemedik / yerine
getiremedik.
Ta o da bizden
nefret ederek, evham / vehim, zan ve kuruntular ve hayalâtın / hayal ve
hülyaların bulutlarıyla sarılıp tesettür
eyledi / kendini bizden örtüp gizledi..
Hem de hakkı var.
Zira, biz İsrailiyyatı / Yahudi ve Hristiyanların inanç, ahlâk, tarih ve
efsaneye dayalı kültüründen İslâma karıştığı bilinen şeyleri İslâmın usulüne /
asıl, kök ve esas kaidelerine karıştırdık!
Hikâyatı /
hikâyeleri akaidine / İslâmın imanla ilgili esas ve hükümleri arasına dercettik
/ soktuk!
Mecazatı /
mecazları hakaikına / hakikat, doğru ve gerçeklerine karıştırarak, kıymetini
takdir edemedik / değerlendiremedik.
O da ceza olarak
bizi; dünyada te’dip ederek / haddimizi bildirip cezalandırarak uslandırmak
için, zillete / hor ve hakir görülecek bir duruma düşürdü. Sefalet / sefillik
içinde bıraktı.
X
Bizi kurtaracak,
yine onun merhameti ve bize acımasıdır.
Öyle ise, ey
İhvan-ı Müslimîn / Ey Müslüman Kardeşler!
Geliniz, ona
tarziye vereceğiz. / Hatalı hareketlerimizden dolayı affını isteyip özür
dileyeceğiz. El birliğiyle dest-i sadakati / bağlılık ve doğruluk elimizi
uzatacağız, biat edeceğiz / ona bağlanıp, ona uyacağız. Onun hablü’l-metînine /
sağlam ipine sımsıkı sarılacağız.
Çünkü:
Bilâperva /
korkusuzca, çekinmeden ilân ederiz ki: Bizi geçmiş asır ve yüzyılların menfi ve
yanlış efkârına / fikir, düşünce ve görüşlerine karşı koymak için; mübarezeye /
onlarla mücadele etmemizi ve bunun için, harekete geçmemizi isteyen O’dur. Bu
hususta heyecanlandıran Şecaate getiren / cesur, yiğit ve korkusuz yapan O’dur.
Asırlardan beri kuvvet bulan menfi hayalât / hayaller ve evhama / vehimlere
karşı müdafaa ve savunmada bulunmamızı isteyerek, bizi gayrete getiren O’dur.
Yani ancak itikad / inanç, iman ve yakinimiz / kesin bilgimizdir. Ki o da
şudur:
Hak neşv ü nema
bulup / yayılıp genişleyecek, büyüyüp gelişecek. Kısaca hayatlanacak. Eğer
çendan / gerçi toprak altında gizlense de, mültezim, taraftar ve destekçileri
muzaffer olacak / zafer kazanacaklardır.
Eğer çendan / her
ne kadar zaman ve zeminin merhametsizliğinden, az ve zayıf olsalar da.
Hem de itikadımız
/ inanç ve imanımız şudur ki: İstikbalde / gelecekte hüküm sürecek ve her
kıt’asında hâkim-i mutlak / hiçbir şekilde hâkimiyetine sınır konulmayan tam
hüküm sahibi olacak, yalnız hakikat-i İslâmiyet / İslâmiyetin aslı, esası ve
gerçeğidir.
Evet,
saadetsaray-ı istikbalde / istikbalin, geleceğin saadet sarayında tahtnişin / tahta oturacak hakaik / hakikat,
gerçek ve esaslar ve maarif / bilgi ve ilimler yalnız İslâmiyet olacaktır.
Nitekim onu fethedecek / ona galip gelecek yalnız odur; emare / alâmet, belirti
ve nişanları görünüyor.
Zira, mazinin /
geçmişin vahşetabad / çok ıssız, korku ve ürperti veren sahra ve çöllerinde
haymenişin / çadır kurmuş taassup ve taklit son bulacak.
Cehlistan
ülkesinde / cahilliğin hüküm sürdüğü yerde menzilnişin / oturan muzahrefat /
yaldızlı, sahte görünüşlü, aldatıcı şeyler yok edilecek.
İstibdat edenlere
/ despotluk yapanlara, baskıcı olanlara Şeriat-i Garra / Parlak ve Nurlu Şeriat
yani İslâm dininin galebe-i mutlak / mutlak gâlip gelmesi çok yakındır.
İslâmın istilâ-i
tammına / tam olarak hâkim olmasına sed çeken mâni ve engeller zirüzeber /
altüst olmuş ve oluyorlar.