Oğuz Çetinoğlu: Osmanlı Devleti’nde, hâkimiyeti altında bulunan
bölgeler için ‘Tahrir Defterleri’
denilen kayıtlar tutuluyordu. Siz Azerbaycan târihinde ilk defa Güney Kafkasya’da
tutulan bu kayıtlar üzerinde incelemeler yapıyorsunuz.
Röportajımıza, bu
kayıtlara alâkanızın nereden kaynaklandığını sorarak başlayabilir miyiz?
Doç. Dr. Nazir Ahmedli: Tarihde bu tür
belgeler ilk defa İlhanlılar döneminde, büyük Hülakü hükümdarı Gazan Han
tarafından, onun uyguladığı meşhur siyasî ve iktisadî reformlar sırasında
tatbik edildi. Gazan Han’ın memurları her bir köyün girişinde ahalinin ne kadar
vergi ödeyeceyini bildiren levhalar asıyorlardı. Sonradan bu iş Osmanlılar
zamanında, esasen Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından bir sistem haline
(Kanunnâme) getirildib Devletin bütün
arazisinde tahrir defterleri denilen iki tür – mufassal ve icmal defterleri tutuluyordu.
İcmal defterinde her hangi bir köyün, kasabanın ve ya şehrin verdiği vergi,
mufassal defterde ise köy ve kasaba ahalisinin isimleri kayıt ediliyor, köydeki
bennak ve subayların isimleri yazılıyor, hangi bitkilerin ekildiyi, hangi
vergiden hangi miktarda alındığı gösteriliyordu. Bilindiğine göre, Osmanlılar
iki defa -1578 ve 1723 yıllarında- Safevilerin kuzey bölgelerini feth etmişlerdi.
Bu fetihler kalıcı olunca, 1590 ve 1727 yıllarında bütün arazilerde de Tahrir
defterleri tertib edilmişdi. 2000’li yılların başında bütün defterler
Azerbaycan’da neşr olundu. O belgelerde Azerbaycan tarihine dair çok kiymetli
mâlumatlar yer almaktadır. Safevi devletinin son padişahı Sultan Hüseyin’in
fermanı ile 1722 yılında da ‘Tezkiretül-müluk’ adında bu tür belge tertip
edildi. Rusiya İmparatorluğunda tertip edilen ve ‘Kameral tesvir’ denilen
benzer defterler ilk defa 1772 ve 1774 yıllarında Doğu Belarusyada (Beyaz
Rusya) tatbik edildi. Rusya önceleri Polşa (Polonya) arazisi olan toprakları zapt
etdikden sonra toplayacağı gelirlerin kaynaklarını belirlemek istiyordu.
Çetinoğlu: Sizin incelediğiniz kayıtlar hangi dönemlere ve hangi
bilgelere ait?
Doç. Dr. Ahmedli: Rusya imparatorluğu
19. Yüzyılın başlarında Güney Kafkasyayı işgal etdikden sonra orada da Kameral
defterler tertip ettirdi. Bu kameral defterler adeta 10 senede bir
tekrarlanıyordu. Onlardan birincisi 1806. yılda, sonuncusu ise 1886. yılında
tertiplendi.1831 yılında tertip edilen Kameral defterler daha mükemmel olmakla 2
kısımdan oluşuyordu: ilk kısımda nüfus isimleri – aile üyeleri ve onların yaşı,
2. kısımda ise nahiye hakkındakı bütün bilgiler yer alıyordu. Burada nahiyenin
coğrafi mevkii, arazisi, hangi çaylar, yollar, dağlar, hangi vergiler ve ne
miktarda olduğu yer alıyordu. Benim incelediim bölgeler çok kadim zamanlardan Türk
toprakları olan Erivan hanlığı, Zengazur kazası, Pembek nahiyasi, şimdi
ise Ermenistan olarak anılan araziler,
1801 yılında Rusyanın ilhak ettiyi araziler, Derbent şehri, Nahçıvan eyaletidir.
Bu araziler 19. yüzyılın başlarından 1828 senesine kadar işgal olunan Türk
topraklarıdır.
Çetinoğlu: Elde etiğiniz bilgilerden bize neleri aktarabilirsiniz?
Doç. Dr. Ahmedli: Elde
ettiyim en mühüm bilgiler odur ki, işğal zamanı ölenleri, işğalçılara tabi
olmak istemeyip İrana ve Türkiyeye göç edenleri nezere almasak bele, 1831. senede
bu erazilerin eski nüfusunun yüzde 80-e yakını yerli türkler idi. Tükmençay
(1828) ve Edirne (1829) Antlaşmalarından
sonra ruslar İrandan ve Türkiyeden getirdikleri ermenileri en verimli
topraklarda yerleşdirmekle onların sayısını yüzde 50-nin üzerine çıkartıyorlar
ve get-gede daha da artırıyorlar. Rus bilim adamı N.Şavrov 1911. yılında
yayınladığı bir makalesinde etiraf etmişdi ki, o vakıt Güney Kafkasyada yaşayan
1 milyon 300 bin civarında olan ermeni nüfusunun en az 1 milyonunu buraya biz
ruslar getirmişiz.
Çetinoğlu: Ruslar bu belgelerden nasıl faydalanmışlar, belgelerle
alâkalı olarak neler yapmışlar?
Doç. Dr. Ahmedli: Türkmençay
Antlaşmasının maddelerinden biri o idi ki, İranlı Kaçarlar devleti Erivan ve
Nahçıvan Hanlıklarına ait olan maliyye-vergi senetlerini de Rusya tarafa
vermeli idi. Ruslar 1831. Yılında tertip ettikleri yeni belgelerle Kaçarların
takdim ettikleri belgeleri kıyasladılar. Yani evvelki hökümetin devrinde
toplanan vergilerin eksilmesini istemiyor, aksine, onu nasıl artırmak hakkında
düşünüyorlardı. Bunu etmek içinse yeni araziler hakkında maksimum malumatlar
toplamak, yeni vergi kaynakları bulmak isyorlardı ve bu bakımdan Kameral
defterler onlara yardımçı oldu.
Çetinoğlu: Bu belgeler ‘çok kıymetli’
diyorsunuz. Kıymeti nereden kaynaklanıyor?
Doç. Dr. Ahmedli: Bu belgelerin bizim
için çok kiymetli tarafı bütün erazilerin eski Türk toprakları olduğunu isat
etmesidir. Benim yayınladığım kitablar bir nevi hemin toprakların tapusudur, o
arazilerin türklere mahsus olduğunu isbat eden hükuki belgelerdir. Düşünüyorum
ki, uygun bir zamanda devlet adamlarımız, diplomatlarımız menim
yayınladığımbelgelere dayanarak Azerbaycan Türklerinin haklı davasını yürüte
bilecekler.
Kameral
defterlerde Azerbaycanın ünlü sanat, devlet ve bilim adamları hakkında çok
kiymetli bilgiler yer alıyor. Şimdiye kadar bu maksatla Kameral defterlerden
istifade edilmemiştir. Neşre hazırladığım Zengezur kazasının Kameral defterinde
Azerbaycanın Cümhurbaşkanları olmuş E.Elçibeyin ve H.Aliyevin dedeleri hakkında
bilgiler vardır.
Kameral
defterler diğer bilim alanlarının araştırıcıları için de ilgi çeken
malumatlarla zengindir. Tarihçilerden başka etnograflar, dilçiler, iktisatçılar
ve başkaları bu defteri incelemekle katkıda bulunabilirler.
Nihayet,
ayrı-ayrı bireyler bu belgelerde kendi dedelrini buluyor, şecerelerini tertp
ediyorlar.
Çetinoğlu: Kayıtların bir bakıma nüfus
sayımı özelliği taşıdığı anlaşılıyor. Söz konusu bölgelerde ve o tarihlerde
mesela Azerbaycan’da ve Ermenistan’da nüfusun yüzde kaçı Türk’lerden meydana
geliyordu?
Doç. Dr. Ahmedli: 1387 yılında Bizans
ve İran Ermenistanı kendi aralarında paylaştıktan sonra 1918 yılına kadar Ermenistan
denilen bir devlet yoktu, 1918 de, İngilizlerin yardımı ile Türk topraklarında ermeniler ilk kes kendi devletlerini ilan
ettiler. Bu toprakardan biri de Erivan Hanlığıdır, işğaldan sonra ruslar Hanlığı
kaldırıp eyalete çevirdiler. Erivan eyaleti üzere türkler nüfusun yüzde 80-ni
oluşturuyordu. Ele nahiyeler vardı ki, ermeniler yalnızca bir kaç aileden
ibaret idi. Mesala, 1828 yılında Gökçe nahiyesinde 999 müslüman, cemi 15 ermeni
ailesi olduğu halda, 1829-1830 yıllarında oraya Kars ve Beyazit Paşalıklarından
1.485 ermeni ailesi getirmiş ve bundan sonra müslümanlar azınlıkta kalmışlardı.
Benim doğduğum Dereleyez nahiyesinde (Nahçıvan Hanlığı) işğaldan evvel 1.001
müslüman, cemi 58 ermeni ailesi yaşıyordu, işğaldan sonra isə oraya İrandan
507, Türkiyeden ise 8 aile yerleştirdiler ve etnik balansı deyiştirdiler.
Çetinoğlu: Şahısların isimleri de defterlerde kayıtlı mı? O
dönemdeki isimlerin günümüzde kullanılıp kullanılmadığını öğrenmek bakımındanen
çok görülen üç-beş isim verebilir misiniz?
Doç. Dr. Ahmedli: O zaman kullanılan
şahıs isimleri ile indikiler arasında büyük bir fark yoktur. Mesala, Erivan
şehrinde 1831. yılındkı isimler arasında şimdi olduğu gibi en çok kullanılan
isimler Muhammed, Ali, Hüseyin, Hasan, İbrahim, İsmail, Mehdi, Rasul, Cafer,
Mustafa, Musa, Oruc gibi dini isimlerle birlikde, şimdiya kadar da kullanılan Şahbaz, Mahmud, Taştemir, Zaman, Burhan, Balı,
Şaban, Paşa, Kadim ve s. gibi isimler geniş rastlanıyordu. Erivan şehrinde
kadınların isimleri de kayıtlı olduğuna göre, onları da inceleye biliriz.
Mesela, Fatma, Zeyneb, Ummu, Hatice, Hacer, Zübeyda isimleri ile birlikde
Nabat, Hatun, Püste. Sona, Ceyran, Sayalı, Asya, Nergiz, Leyla, Buta, Yasemin,
Müşerref, Azize gibi isimler de geniş r5astlanıyordu. Fikrimce, dilçi bilim
adamlarının bu alanda araştırmalarına ehtiyac vardır.
Çetinoğlu: Günümüze intikal eden eski döneme ait Osmanlı
kayıtlarında kadınların nüfus sayımında dikkate alınmadığı görülüyor. İncelediğiniz
kayıtlarda durum nedir?
Doç. Dr.
Ahmedli: Ruslardan evvelki Kaçarlar döneminde de kadın adları yazılmıyordu, ama
Tahrir defterlerinden farklı olarak erkek çocukların ismini yazıyorlardı, çünki
15 yaşdan itibaren onlar da büyükler gibi vergi veriyorlardı. Nahçıvan
Hanlığında buna “başpulu” deyiliyordu. Bazi Kameral defterlerde ise kadınların
da ismi kayıtlara geçmişdir. Mesala, Erivan ve Nahçıvan şehirlerinde, Dereleyez
nahiyesinde kadınların da adları yazılmıştır və hemin devrin araştırıcıları
için çok kiymetli bilgiler bula biliyoruz.
Çetinoğlu: Kayda geçen şahısların dinleri konusunda bilgi var mı?
Doç. Dr. Ahmedli: Evet, etnik
mensubiyyetden başka, kameral defterlerde bu kayıtlar da yer alıyor. Türlkerin
ve diğer müslümanların Şii veya Sünni mezhebine mansup olduğu, ermenilerin ise Grigoryan, veya katolik
olduğu da gösterilmiştir. Hem müslüman, hem de Hıristian romanlar vardı. Şii mezhebinde
olanlar Karaçı, sünni mezhebinde olanlar Mütrüf, Hıristiyan romanlar ise ‘Boşa’
olarak isimlendiriliyordu. Kürtler ise şii ve sünni olmaktan başka, bir kısmı
da Ezidi inancında idiler. Burada yerleştirilen Aysorlar ise Provoslav –
Ortodoks dinine geçmeye zorlanıyordu. Bunda muvaffak oldular.
Çetinoğlu: Merak ettiğim husus şu:
Türkler, Azerbaycan topraklarına milattan önceki asırlardan itibâren gelmeye
başlamış. Selçuklular döneminde bölgede Türk nüfus mutlak ekseriyet hâline
gelmiş. Bilindiği gibi Selçuklular Sünni Müslümandı. Günümüzde Bakü
Azerbaycan’ının büyük bölümü, Tebriz Azerbaycan’ının tamamına yakını Şiî
Müslüman’dır. Bu değişiklik Şah İsmail döneminin mi eseridir? Başka etkenler
var mı?
Doç.Dr.Ahmedli: Düşünüyorum ki, bu
deyişiklik yalnızca Şah İsmail döneminin eseri değildir. Eğer orada Şii mühiti olmasaydı, Şah İsmail bunu başaramazdı. Yani
eksini düşünürsek, böyle alınır ki, Şah İsmail Şünnilerin bir yarısının yardımı
ile geride kalan yarısını katl ederek Şii yapmış, sonra da hemen Şiileri yanına
alarak ona yardım eden Sünnileri Şii yapmıştır. Dikkate almak lazım ki, Safevi
devletinin kurucuları aslında, Anadolu Türkleridir. Bu olayı büyük Türk
tarihçisi Faruk Sümer böyle deyerlendirmişti ki, Safevi devletinin başı
Erdebilde, gövdesi ise Anadoluda idi. Osmanlıda 15. Yüzyıldan başlayarak
devşirmelere üstünlük verildi ve devletin kurucusu olan Anadolu Türkmenleri
dışlandı, kötü duruma düştüler. Ona göre Şah İsmail ortaya çıkınca Safevi devletini
kendilerine daha yakın bilip onun yanına toplaştılar ve İranda büyük bir Türk
devleti yarattılar. Bilindiyi gibi, Şiiliyin yayılması İsmayılın dedelerinden
başlar. Hatta denilir ki, onun 13. Yüzyılda yaşamış ulu dedesi Şeyh Safiaddin
Sünni olmuştur. Safevi devleti kurulduktan sonra ise Şiilik bu devleti ayakta
tutan esas etken olmuştur. Safevi devletinin kurucusu olan Türklerden
zaman-zaman Osmanıya geri dönenler de olmuştu. Bunun önlemek ve devletin
bütünlüyünü sağlamak için Şiilikden bir ideoloji silah gibi kullanılmağa
başlandı ki, onların Osmanlıya geden yolu kapansın ve Safevi devletini
kendilerine daha yakın,daha doğma bilip karşı cepheye geçmesinler. Halbuki, Şah
İmailin anne dedesi Asğkoyinlu hekemdsrı Uzun Hasan Sünni mazhebinde idi.
Şah İsmail
1509 yılında Şirvan şahlığını feth etti, babasının katili Şirvanşah Farruh
Yasarı öldürdü, ama Şirvan’ı Şii mezhebine geçmeye zorlamadı. Aynen Şeki
eyaleti de Sünni olarak kaldı. Denilir ki, Şah İsmail hatta kızını Şirvanşahlarla
evlendirmişdi.
Şurasını da
mutlaka demek gerktir ki, Osmanlı-Safevi savaşları mezheb düşmanlığından
kaynaklanmıyordu, eğer bele olsaydı o zaman Osmanlılar Uzun Hasanla, yahut
Karamanlılarla neden savaşıyorlardı? Mesele budur ki, o zaman dünyanın 1 numarası
olan Osmanlı devleti kendi yanıbaşında tehlike oluşturan diğer bir supergücün yaranmasına
ve gettikce gücünü artırarak ona tehlike oluşturmasına haklı olarak seyirci kalamazdı.
Yüzyıllar boyunca süren Osmanlı-Safevi savaşlarının asıl nedeni de budur, Şii-Sünni
mezhep düşmanlığı asıl nedenin görünen tarafı, daha çok behane idi. Sonuçta her
ikisi zayıfladı ve egemenliyi yeni yaranan supergüce, Rusyaya kapdırdılar ve
maalesef bugünkü duruma geldik. Güney Kafkasyayı, Türkiyenin doğu eyaletlerini
işğal eden Rusya Ermenistan devletini yaratarak, 1988 yılında sonuncu Türkü de
vatanlarından kovdular.
Çetinoğlu: Ermenilerin, Rus işgalinden
önce Katolik oldukları, sonradan ve baskılar neticesinde Ortodoksluğa
geçtikleri bilgisine bâzı kayıtlarda rastlanıyor. Sizin tespitleriniz nasıl?
Doç. Dr. Ahmedli: Bu tür bilgiler doğru
deyildir. 1828 işğalından 3 yıl sonra tertib edilen Kameral defter kayıtlarında
Ermenilerin büyük çoğunlukla hristianlığın Grigoryan mezhebinde olduğu
gözükmektedir. Az bir kısmı ise, belki yüzde 1 civarında katolok idiler. Ola
bilsin ki, hemen katolikler Grigoryan olmuşlardır. Tarihde başka bir faktör
mevcuttur. Kuzey Azerbaycanın arazisinde, Hilafet dönemine kadar Albaniya adlı
devlet olmuştur ve Azerbaycan onun varisi sayılır. Arab işğalından sonra ahali
Müslümanlığı kabul etti, ama onun bir kısmı Hristianlıkta kaldı. 1836 yılına
kadar onların Alban (Ağvan) kilisesi mevcut idi ve Ermeni Pastrikliyinden ayrı
idi. 1836. yılında onun varlığına son koyuldu ve Grigoryanlaştırıldı.
Azerbaycan bilim adamlarının kanaatına göre, bütün ahali Ermeni deyildi, Eçmiadzin
Patrikliyine birleşdirilenden sonra onları da baskı altında Ermenileşdirdiler.
Kanaate göre Yukarı Karabağın şimdiki Ermeni ahalisinin hepsi alban ahalidir.
Çetinoğlu:İncelediğiniz belgeler Türk topraklarının tapu
senetleridir. Karşılaştığınız önemli hususlardan bahsedebilir misiniz?
Doç. Dr. Ahmedli: Şunu diyebilirim ki,
şimdi Ermenistan Cümhuriyyeti olarak adlandırılan bir devlet tamamaen işğal
olunmuş Türk topraklarının yerinde yaratılmışdır. Bu siyasetin esası ise Rus Çarı Büyük Pyetro tarafından koyulmuşdur.
1722. Yılında Bakünü, Kubanı, Derbenti, Şamahını ve Hazaryanı arazileri tutan
Pyetro general Matyuşkine talimat göndermişdi ki, yeni arazilərin idare
edilmesini kolaylaştırmak ve bir daha kayb etmemek için yerli Müslüman nüfusu
azaltıb hristianları, hüsusen de ermenileri oralarda yerleştirin. Asiyanın
İsgenderi adlandırılan Nadir Afşar işğal
edilmiş Safevi topraklarını 1735 ylında ruslardan da geri aldı, 1736 da kendini
şah ilan etdi. Fakat 1747 de sui-kasta kurban gittiyinde, ülke Hanlıklara
parçalandı ve tenezzül etti, sonra diğer büyük Türk hükümdarı Ağa Mumammed Şah Kaçar
yeniden dövletin bütünlüyünü sağladı, maalesef, sui-kastçılar 1797.yılda Karabağ
Hanlığının merkezi olan Şuşada onu da öldürdüler (elde edilen yeni belgeler
sui-kastın teşkilatçısının ruslar olduğuna işaret ediyor) ve tecavüzkar Rusya
imparatorluğu fırsattan yararlanarak Güney Kafkasyadakı 18 Hanlığı işğal ve
ilhak etti, sonra ermenileri bu erazilere getirib onlara devlet kurdu.
Nihayetinde Azerbaycan türklerni min yıllarla yaşadıkları topraklardan
kovdular. Bu, Tarihin bize anlattığı acı hakikatlardır. Hemin senetlerde
karşılaştığın başlıca hüsüslar da bunlardır.
Çetinoğlu: İncelediğiniz belgeler aynı zamanda Azerbaycan’ın sanat
târihi ile alakalı mâlûmatı ortaya çıkarıyordur. Onlardan da bahseder misiniz?
Doç. Dr. Ahmedli: İncelediğim Kameral
defterlerin çok kiymetli taraflarından biri de odur ki, orada Azerbaycanın 19.
Yüzyılda doğmuş ve yaşamış bir çok ünlü sanat adamları kayıt altına
alınmışlardır. İster Azerbaycan Devlet Tarih Arşivindeki, isterse de çoğu
Ermenistan Ulusal Arşivinde olan Kameral defterler şimdiya kadar araşdırmacıların
dikkatından uzakta kalmış bulunuyorlardı. Ben onları inceleyince ortaya hayret
doğuran yeni malumatlar çıktı. Belli oldu ki, şimdiye kadar bizim dünyaca ünlü
sanatkârımız Âşık Aleskerin yaşı 31 yıl, onun Ustası Âşık Ali’nin yaşı 34 yıl,
hatta 1941 yılında ölmüş Âşık Hüseyin Bozalganlı’nın yaşı 13 yıl büyütülmüş, eski
tarihleri esas götürülürek onlar için anma toplantıları yapılmıştır. 6 sanatçıyı
kapsayan va sayın Hocamız Yavuz Bülent Bâkiler Bey’in hakkında makale yazdığı ‘Hakk Nahakk Seçiler Hakk Divanında’
isimli ilk kitabım 2017 yılında basıldı ve Azerbaycanda büyük ses getirdi,
akademisyenleri hayrete düşürdü. 2019 da basılan ‘Azerbaycan Âşıkları ve El
Şairleri’ isimli ikinci kitabımda ise 17
sanatkârımız yer almış bulunuyor. Hali -hazırda bu alandakı araşdırmalarım
devam ediyor ve yeni-yeni isimlerin hayat tarihçesini düzeltiyorum. Yeni doğum tarihinden
o da belli oldu ki, Âşık Aleskerin hayat hikayesi de doğru yazılmamıştır,
mesala onun emmisi Allahverdi’yi Aleskerin dedesi gibi sunuyorlardı.
Bele
şahıslardan biri de ünlü yazarımız Celil Mehmetkuluzadedir. Onun evvelce 1866
da, sonra ise 1869 da doğduğunu yazıyorlardı. Nahçıvan şehri üzre tertip
edilmiş Kameral defterlerden onun 1868 de doğduğunu, babasını ve dedesinin
doğum tarihlerini, hem de dedesinin dedesi olan şahısın ismini tespit ettim.
Şimdiya kadar onun ismi bilinmiyordu.
Çetinoğlu: Azerbaycan’da Molla
Nasreddin isimli bir dergi yayımlandığına göre, Bizim Akşehirli Nasreddin Hoca
Azerbaycan’da da biliniyor. Hatta
Azerbaycan’da bir dostum, Nasreddin Hoca’nın Şeki şehrinden olduğunu iddia
ediyordu. Tahmin ederim bu konu ile de ilgileniyorsunuzdur, Anlatacaklarınız
vardır. Lütfeder misiniz?
Doç. Dr. Ahmedli: Azerbaycanın Şeki
ilçesininin ve onun merkezi Şeki şehrinin ahalisi hazırcevab, yumor, şaka hissi
güçlü olan insanlardır. Çağdaş Azerbaycanın ve Türk dünyasının en ünlü
şairlerinden olan Bahtiyar Vahabzade, Azerbaycanın en böyük mütefekkiri sayılan
Mirze Fefeli Ahundov Şeki’de doğdular, Azerbaycan medeniyyetine, edebiyyatına
büyük katkılarda bulundular. 1918 yılında kurulan, Doğuda ilk Cümhuriyyet olan
Azerbaycan Halk Cümhuriyeti’nin ilk Başbakanı Feteli Han Hoylu da Şekide doğdu.
M. F. Ahundov Azerbaycan dramaturjisinin temelini koyan kişidir. Azerbaycanın
kendi Hoca Nasreddini de Şekiye aittir, bu şahıs ‘Hacı Dayı’ adı ile bilinir. Ama
bizim bilim adamlarının ve benim fikrimce, Nasreddin Hoca Şeki’de ve Azerbaycan’ın
her hangi bölgesinde doğmadı. Demek gerektir ki, Nasreddin Hoca Türkiye’den çok
uzaklarda da meşhurlaşdı ve başkalarının da onu kendinden hesap etmesi
tabiidir. 1980’lerde elime bir kitap geçti. İsmi “Yirmi dört Nasreddin” idi.
Burada 24 mühtelif halklarda mevcut olan Nasreddin Hoca hikâyeleri – fkraları
toplanmıştı. Yine her vakıt Özbekistanda “Nasreddin Hoca” adında bedii film yapıldı
ve Azerbaycan’ın ünlü komedisyeni Başir Safaroğlu baş oyuncu, yani Nasraddin
Hoca rolüne çekildi. Yani Özbekler de Hoca’yı kendilerinden biliyorlar. Geçen
yüzyılın başlarında, 1906 senesinde Azerbaycanın çok ünlü yazarı Celil
Mehmetkuluzade Tiflisde “Molla Nasreddin” adında, bütün Doğuda meşhur olan mizah
dergisini basdı ve sonradan onun kendisini de Molla Nasreddin adlandırdılar. Orasını
da mutlak demem lazım ki, Azerbaycan’daki Molla Nasreddinin Emir Teymurla
ilişgili bir çok hikâyetleri mövcut olduğu halde, Osmanlı muhiti ile alakalı
hikayetlerine bizde rastlanmaz.
Nihayet,
Azerbaycanda Molla Nasreddinin ismi dergiye göre bilinmedi, tam eksine, onun
fıkraları Azerbaycanda çok meşhur olduğuna göre Celil Mehmetkukuluzade
dergisine onun ismini verdi ki, okuyucu toplaya bilsin.
Çetinoğlu: Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için ve de verdiğiniz
bilgiler için çok teşekkür ederim. Hoş baht olunuz.
Doç. Dr. Ahmedli: Ben teşekkür
ederim, Hocam.
Nazir AHMEDLİ
1961 yılında Dereleyez’de (indiki
Ermenistan) doğdu.
1984 yılında Nahçıvan Devlet
Universitesinin kimya-biologiya fakültesinden mezun oldu.
1990 yılında Azerbaycan Bilmler
Akademisinde (AMEA) kimyadan Doktora tezi savundu.
Gazeteçiliye 1992 de “Millet” gazetesinde
başladı. 1996-1998 yıllarında gazetenin Genel Yayın yönetmeni oldu.
2001 yılından Atatürk Merkezinde
Uluslararası Bölüm başkanıdır.
“Milli
Meclisden Etüdler” isimli ilk kitabı 1996 yılında basıldı. “Bis sözü seçtik”
(1997), “Mustafa Kamal Atatürk” (2002), “Etnik dinler ve dünya dinleri” (2003),
“Dereleyez mahalının Kameral tesviri” (2016),“Hakk Nahakk seçiler Hakk
Divanında” (2017), “Göyçe mahalının Kameral tesviri” (2017), “İrevan şeherinin
Kameral tesviri” (2018), “Dereleyezli Ustad Aşık Celil” (2018), “Azerbaycan
Aşıkları ve El Şairleri Arşiv belgelerinde” (2019), “Hz.Süleymanın kelamları” (2019)
kitaplarının, ümumen 18 kitabın müellifidir.
“Mustafa Kamal
Atatürk” kitabı Azerbaycanlı müellifin Atatürk hakkında basılmış ilk kitabıdır.