Adnan
Menderes’in Başbakan olarak Bursa’da yaptığı açık hava
toplantısına büyük katılım olmuş. Menderes bu coşkuyla “Aziz vatandaşlarım, bakın
Başbakanınız geldi. Benden ne dileğiniz varsa söyleyin!” diye hitap etmiş.
Miting
alanını dolduran kalabalıklardan gelen cevap, “sağlığını isteriz Muhterem
Başbakanımız” olmuş. Oysaki eksik olan çok sayıda hizmetin veya bazı
yatırımların yapılmasını isteyebilirlerdi.
Benim
aklımın ermeye başladığı dönemde Süleyman Demirel Başbakan ve Adalet
Partisi iktidardı. Bu dönemde ve sonrasında vatandaşlarımızın demokrasi
anlayışı daha gelişmişti. Bu yüzden mitinglerde taleplerini
pankartlarla veya sloganlarla duyurmaya çalıştığına şahit olurduk.
Çünkü
artık vatandaşlar devleti yöneten siyasilerin kendi vekilleri olduğunu, millete
hizmet etme görevi sebebiyle yetkiler kullanabildiğini, devletin denilen
paranın aslında milletin parası olduğunu öğrenmeye başlamıştı.
Ancak
son yıllarda iktidar partisinin ve liderinin mitinglerinde bu anlayışın da
değiştiğini, talep bildiren pankart ve sloganlar yerine övgü ve
teşekkür mesajlarının yer aldığını görüyoruz.
*******************************************
Felâketzede
Giresunluların Tavrı
22
Ağustos’ta Giresun’un bazı ilçelerinde ağır bir sel felaketi
yaşandı. “Dereli, Doğankent ve Yağlıdere’de hasar büyük oldu.
Tirebolu-Doğankent yolu ve 118 köy yolu kapandı. Ve içerisinde beş
jandarmamızın bulunduğu araç bir menfezde suların içinde gömülü olarak kaldı.” 11
vatandaşımızın cenazelerine ulaşıldı, 1 asker ve 3 vatandaşımız henüz
bulunamadı.
“Afet
bölgesinde 43 bina yıkıldı, 94 bina acil yıkılacak şekilde ağır hasar gördü, 64
bina ağır hasar ve 492 hafif hasar aldı.”
Cumhurbaşkanı
ve AKP Genel Başkanı Erdoğan Dereli’de sosyal mesafe kuralı hiçe
sayılarak toplanan kalabalığa konuştu. Covid-19 salgının yeniden sıçrama
yaptığı bir zamanda böyle bir toplantı yapılmasının endişe ve eleştirilere yol
açması gerekiyordu.
Dahası
felaketin bu boyutta olmasının sebebi yanlış idari kararlardı. Vatandaşın
hesap sorması, yöneticilerin hesap vermesi gerekiyordu.
Öyle
olmadı. Çağdaş demokrasilerde olduğu gibi halk hesap sormadı. İlahi adalete bıraktık yine hesap sorma
işini.
Hani,
M. Akif “Kenar-ı Dicle’de Bir Kurt Aşırsa Koyunu / Gelir de Adl-i İlahi
Sorar Ömer’den Onu / Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse; Ömer kalır yine
altında, hiç değil kimse!” diyordu ya?
Devleti
yönetenlere ‘sorumluluğu üzerinize alma erdemini gösterin’
çağrısıydı bu.
Yöneticilerimiz
ise hiç üzerine almadan, sorumluluğu dere yataklarına ev yapan
halkımızın üstüne atıverdi.
“Demek
ki kabahatli olan benmişim” diye düşünen halkımız, Erdoğan’ın
konuşması sırasında “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları attı.
Alandaki
binalara “Derelinin halkı size minnettar”, “Her zaman
umudumuz sizsiniz”, “Sel felaketinde devletimizin tüm imkanlarını
seferber eden Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür
ederiz” yazılı pankartlar asıldı.
Erdoğan konuşmasının
ardından otobüs üzerinden bunca felaketi yaşayan vatandaşa “keyif çayı” fırlattı. “Cumhurbaşkanı çay dağıtırken
paketlerden almak isteyen vatandaşlar arasında ufak çaplı izdiham yaşandı.”
****
Bu
hadisede kalabalıkların davranışını, “cahil insanların bilinçsizliği”
ile izah etmek yeterli değil. Çünkü sosyal medyada yüksek tahsilli bir
arkadaşın paylaşımında da benzer davranışı gördüm.
Bu
arkadaş Dereli’de ana caddenin sel felaketinden sonra çamur ve taşlarla kaplı
halini gösteren fotoğrafı ile bir hafta sonra çamurların kazınıp, yolun
asfaltlanmış halini gösteren fotoğrafını paylaşmış. Ve “sadece bir hafta
içinde, binlerce ton taşı toprağı kayayı çamuru hem kaldırıp hem de yolu asfalt
yapabilecek bir ülke daha yok yer yüzünde! Bu yüzden Cumhurbaşkanım, devletim
ve milletimle gurur duymaktayım” yazmış.
Tam
bir otoriter ülke tebaasının refleksi bunlar.
*******************************************
Erdoğan
ve Sel Felaketine Yol Açan Sebepler
Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan Dereli’de yaptığı konuşmada sel felaketine yol açan
sebepleri açıkladı:
“Şehirlerin
etrafı önce plansız, altyapısız kontrolsüz yapılarla dolduruldu sonra buralar
ıslah edilmeye çalışıldı.” Oysaki olması gereken şey, “önce plan
yapılması, sonra buna göre altyapı kurulması, ardından da yerleşim yerlerinin
inşa edilmesi gerekiyordu. İlk düğme yanlış iliklendiğinde sonrakileri
düzeltmek ya hiç mümkün olmuyor ya da çok büyük bedel istiyor.”
“Şimdi
bakıyorum, bir tarafta zemin artı üç, hemen yanı başında zemin artı 4 kat, 5
kat bina var. Şimdi bu şık mı? Değil. Bu plana uygun mu? Değil.”
“Biz
tutup dere yataklarını evlerle, işyerleriyle işgal edersek, gün
geldiğinde sel gelir, bunları da alıp götürür. Biz yaylaları betona boğarsak
gün gelir hep birlikte bunun pişmanlığını da yaşarız.”
“Güzel
bir söz var: Dere er veya geç selde yatağını bulur. İstediğiniz kadar
oraya binalar yapın ama o sel geldiği zaman, taşkın geldiğinde ne yapar?
Yatağını bulur.”
“İnşallah
devlet ve millet olarak elele verip bundan sonra dünyanın kadim
işleyişine uygun bir şekilde şehirlerimizi geliştireceğiz.”
****
Yapılan
hataları biz söylesek “Erdoğancılar” hemen “muhalefet yapmayın, teşekkür edin”
derler. Erdoğan, “Erdoğancılar”dan daha fazla özeleştiri yapabiliyor.
Demek
ki, şehirlerimizi dünyanın kadim işleyişine uygun şekilde geliştirmemişiz.
Plansız, altyapısız, kontrolsüz yapılarla doldurmuşuz. İmar
planlarını adamına göre değiştirmişiz. Dere yataklarını, yaylaları
betonla doldurmuşuz.
Bunda
da kesintisiz 18 senedir tek başına ülkeyi ve yıllardır buradaki Belediyeleri
yöneten iktidarın payı büyük.
Vatandaşın
da kusuru var. Ama kaçak yapılara göz yumanların, planları bozanların,
denetim görevini yapmayanların yaptıklarının maliyeti ne olacak?
Şimdi
“Giresun’da bir daha böyle bir afet yaşanmaması için 1 milyar 290
milyon lirayı bulan proje hayata geçirilecek” deniyor.
İsteyen
istediğiyle gurur duysun. Ama bilelim ki, bu paranın onda
birini harcayarak aynı ilçeleri afetlerden etkilenmeyen, düzenli
yaşanabilir yerleşim yerleri yapabilirdik.