Millî hâkimiyet, demokrasiyi getirir. Demokrasi,
insanları tebaa olmaktan çıkarır, vatandaş yapar. Her birini diğerine eşit
kılar.
Kardeşlik, eşitlik, adalet tek tek fertler arasındadır.
Biri, diğerinin yerine geçebilenler fertlerdir. Gruplar değil. Halk içindeki
etnik veya dinî gruplar, kabileler, aşiretler değil. Demokrasi deyip
egemenliğin bölüşülmesini isteyenler, “ortak vatan”cılar, “anayasal
vatandaşlık”çılar ve bazı Batılı dostlarımız bunun tersini savunur. Bunlar
sanki, Orwell’in 1984’ündeki ikidillilikle konuşuyor: Hürriyet esarettir. Doğru
yanlıştır. Demokrasi diktatörlüktür!
Fransız İhtilalinde Vatandaşlık
İhtilal sonrasında Fransız Meclisi, Yahudiler, Protestanlar
ve aktörler, cellatlar gibi “aşağılık” toplulukların akıbetini tartışıyordu. 27
Aralık 1789 günü, yani Bastil’in kırılmasından henüz beş ay geçmişken
Clermont-Tonnerre Kontu Meclis’te şu nutku irat etti:
“Fakat diyorlar Yahudilerin kendi hâkimleri ve kanunları
var. Cevabım şudur: Bu sizin hatanız. Müsaade etmemelisiniz. Millet olarak
Yahudilere her şeyi reddetmeliyiz ve fert olarak Yahudilere her şeyi
vermeliyiz. Hâkimlerini tanımayı bırakmalıyız; sadece bizim hâkimlerimiz
olmalı. Judaik teşkilâtlarının kanunlarının temadisine hukukî destek vermeyi
reddetmeliyiz; devlette kendilerine has bir siyasî hükmî şahsiyet veya düzen
kurmalarına müsaade edilmemelidir. Her biri tek tek vatandaş olmalıdır.
Bazıları diyecek ki, ama onlar vatandaş olmak istemiyor. Tamam öyleyse! Eğer
vatandaş olmak istemiyorlarsa bunu söylesinler ve biz de onları sürelim. Bir
devletin içinde herkes gibi vatandaş olmayan öbekler, millet içinde bir başka
millet, iğrenç bir şeydir… Özetle efendiler, bir ülkede yaşayan herkesin farz
olunan statüsü vatandaşlıktır.”
Avrupa bu gerçeğin yüzyıllar önce farkındaydı.
Şimdi de farkındadır. Fransa’ya Korsikalılar’a Korsika dili
ile eğitim hakkı verilsin dendiğinde Fransa’nın cevabı, “Fransa’da sadece
Fransızlar vardır!” oluyor. Clermont-Tonnere Kontu’nun sözleri hâlâ
kulaklarında küpe. Almanya ve İngiltere, “Çok kültürlülük ölmüştür!” diyor.
Tekrar olacak ama 2010 yılında Merkel, “ “Çok kültürlülük ‘Multikulti’ tamamen
başarısız olmuştur” derken Merkel’in siyasî ortağı Horst Seehofer de “İki
parti de hâkim Alman kültüründe kararlıdır, çok kültürlülüğe karşıdır… Göçmenler
Almanca konuşmaya mecbur edilmelidir. Yalnız öğrenmeli değil, konuşmalıdırlar
da. Yalnız sokakta değil, evlerinde de Almanca konuşmalıdırlar.” dediği nutku
atıyordu.
Milliyetçilik İmparatorlukların Aleyhine Milletlerin Lehinedir
Fakat aynı ülkeler, kendilerinde öldürdüklerini bizde
diriltmeğe çalışıyorlar. Neden etmesinler ki? Multikulti Almanya için,
İngiltere için, Fransa için kötü. Alman, İngiliz, Fransız gözüyle baktığınızda
Türkiye için hiç kötü değil. Türkiye’de uygulanmak şartıyla ABD, Rusya ve Çin
için de kötü değil. Hatta pek iyi. İmparatorluklar başkalarının multi-kultisini
sever.
Biz Fransız ihtilaline imparatorlukken yakalandığımızdan,
milliyetçiliği imparatorluğu bölen “mikrop” olarak gördük. Gökalp, Türkçülüğü
savunurken, “Bu mikrop bugüne kadar bizim aleyhimize çalıştı. Biraz da bizim
için çalışsın!” der.
Azar Gat’ın izahıyla, kendi egemenliklerine sahip çıkacak
güçleri olmayan milletler, bir imparatorluğa tabi olurlar. İmparatorluğun
merkezinde tabilerden daha güçlü başka bir millet bulunur. İmparatorluk tarihin
bir döneminde zayıflarsa, hâkim devlet, tabilerini bir arada tutamaz ve onlar
bağımsızlıklarına kavuşup millî devletler hâline gelir.
İhmal ettiğimiz bir olgu var: Milliyetçilik Osmanlı
İmparatorluğu için ve bütün imparatorluklar için bölücüydü ama aynı
milliyetçilik Almanya ve İtalya için birleştiriciydi. Bunların parça bölük
şehir devletleri, feodal siyasî devletçikleri, kontlar, dükler,
prenslikler, milliyetçilik sayesinde, millî egemenlik anlayışı sayesinde,
millet devletler hâlinde birleşti.
Millet Devleti’nden Sıkıldınız mı?
Tarihin bize gösterdiği şu: Millî devleti bırakıp başka bir
yere göç etmek niyetindeyseniz, tutabileceğiniz iki rota var:
BİR: Ya egemenliği aşiretler, etnisiteler, kabileler, feodal
otoriteler arasında bölüşeceksiniz; ki eskiden böyleydi. Avrupa’nın 18., 17.
asırdan öncesinde… Veya daha yumuşak bir tarza, Türklerin 15. asırdan önceki
boyların eşitliğine döneceksiniz: Hani Osmanlı’nın başlangıcı için, “Osmanlı,
eşitler arasında birinciydi” derler ya… Bu boylar, aşiretler rekabeti düzeni
zaman zaman güçlü bir boy veya aşiret etrafında birleşse de bu birleşme ancak
birkaç nesil sürüyor. Sonra hâkimiyet başka bir güçlüye geçiyor. Bu düzene
isterseniz “fetret ~ anarşi” diyelim.
İKİ: Yahut da bir imparatorluğun emir-kumandasına
gireceksiniz. Adı ister imparatorluk olsun ister AB veya Yeni Dünya Düzeni veya
başka bir şey. Ama millî egemenlikten vaz geçeceksiniz.
Ya anarşi ya imparatorluk. Seçenekler bunlar.
Yukardakilerin ikisi birden de olabilir. Önce bölünürsünüz…
Sonra parçalarınızı toplarlar. Dünyada imparatorluk mu yok.
Böldüğünüzde, Avrupa’nın millî devlet öncesi haline
gerilersiniz. Osmanlı, Babür, Safevî, Memluk çağında bizde kıta çapında
devletler varken Avrupa parça parçaydı. Avrupa’da 1500 yılında 500 bağımsız
siyasî otorite sayılıyor. Bunlar bir orduyu besleyecek güce bile sahip değildi.
Nitekim, o tarihte daimî ordusu olan tek devlet
Osmanlı’ydı.
Millî devletten sıkıldınız mı? Çağı çoktan mı geçti? O halde
kendinize bir manda beğenin. (Alıntı: Karar Gazetesi)