İlkokul yıllarımızda birbirimize veya büyüklerimize latifeli bilmeceler sorardık. Güya muhatabımızın zekâsını test eder, mahcubiyetinden çocuksu bir sadistlikle zevklenirdik.
Biri de şuydu: Babayla oğlu aynı araçla birlikte kaza geçirirler. Baba ölür, oğul ağır yaralıdır ve ameliyat edilmelidir. Cerrah, ben bunu ameliyat edemem, der. Herkes şaşırır. Bu defa, “Dayanamam, çünkü o yaralı, benim oğlum.” der. Soru şu: “Doktor, çocuğun nesidir?”
Burada durup bir süre düşünebilirsiniz. Gerçekten doktor, çocuğun nesidir? Edindiğimiz kültür, yaptığımız gözlemler, oluşan ön kabullerimiz; bize “amcası, dedesi” dedirtir; ama bir türlü “annesi” diyemeyiz. Kadınların cerrah olamayacağına dair bir önyargımız oluşmuştur; at gözlüğümüz, böyle bir ihtimali düşünmemize izin vermez.
Koronavirüse kilitlendik, başka bir şey düşünemez olduk. Bizi çaresiz bırakan, daha düne kadar varlığından bahsedilmeyen bu virüs ne kadar itibarlıymış ki ekonomiyi, siyaseti, trafiği düzenliyor; gazeteler, televizyonlar ondan bahsediyor; onunla ilgili toplantılar yapılıyor.
Koronavirüsün doğurduğu tehlikeyi, ölümcül oluşunu ciddiye almıyor değilim. Virüs dolayısıyla oluşan veya oluşturulan kaos bana mantıklı gelmiyor, daha ötesi kötü şeyler düşündürtüyor. Uygurlara Çin’in yaptığı soy kırım, Suriyeli mültecilerin çilesi, Hindistan’daki Müslüman katliamı birden unutuldu, unutturuldu. İnsanlar, korona adlı cambaza bakarken devletlerden daha güçlü şirketlerin üst yöneticileri değişti, büyük sermaye ve şirketler el değiştirdi. Kaybedeni belli; ancak kazananı henüz belli olmayan, senaryosu karanlık zihinler tarafından yazılan bu mücadele, bu anlayış ve yaklaşım devam ederse, doğal şartlarda yetişen insan türünün sonunu getirecek gibi görünüyor. Yeni bir insan tipinden, yeni bir sosyal yapıdan, yeni bir dünyadan bahsedenlerin haksız çıkmayacaklarını ben de düşünmüyor değilim. Koronavirüs cambazı, telde yürümeye devam ediyor.
İnsanlar, ülkeler yarınlarından emin değiller. Tedirginlik ve karamsarlık oluşturuluyor. Medyada iyi niyetle boy gösteren kişiler, art niyetli insanların maşası olduklarının farkında değiller, yarınlarda yaşanacak travmaların tohumlarını ekiyorlar. Kırılma ve geçiş dönemi yaşıyoruz. Bu dönemden en az zayiatla sıyrılmak mümkün: Oturması gerekenler oturacak, yürümesi gerekenler yürüyecek, konuşması gerekenler konuşacak; herkes üzerine düşeni yapacak; ne bir eksik ne bir fazla…
Bazılarının gündöndü dediği ayçiçeğini; ona niçin gündöndü dendiğini de bilirsiniz. Ayçiçeklerinin, güneşli havalarda enerji almak için yüzünü güneşe doğru döndüğünü bilirdim; ancak bulutlu havalarda yüzlerini birbirlerine döndüğünü yeni öğrendim. Bulutlu, sıkıntılı günler yaşıyoruz. Toplum olarak birbirinden enerji alışverişi yapan ayçiçekleri gibi olmalıyız. Yüzlerimizi birbirimize dönmeli, gerçek enerji kaynağı güneşin bir gün bizim için doğacağı inanç ve umuduyla, sevinç ve sıkıntılarımızı paylaşmalıyız, birbirini yıkayan iki el misali olmalıyız. Burada “Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak / Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.” diyen iman şairi Akif’i hatırlamak, değerbilirlik olacaktır.
Bu kargaşa ortamında kitleler, oltada yem; yöneticiler, rotasını kaybetmiş geminin kaptanı olmaktan, aydınlar ipteki cambazı seyretmekten harap ve bitap düştüler. İnsanlar kendilerini gerçek manada ısıtıp ışıtacak güneşe, şaşmaz yönü gösterecek kutup yıldızına muhtaçlar. Her kriz, bir fırsat iklimidir. Bu iklimi değerlendirmeli iyi insanlar, ülkemin aktif iyileri. Siyasetteki akil insanlarımız, ilim ve hikmette bilge kişilerimiz, ekonomideki para sahipleri; bir araya gelerek insanlık tarihindeki bu kargaşa dönemini iyi okumalı, geleceğe yönelik olarak, insanlığın kurtuluşu adına projeler yazmalı, eylemler başlatmalıdır. Batı medeniyetini inşa edenlerin çaresizliğini gören Batı insanı ve bunun dışındaki insanlar için, ülkemizin aktif iyileri tarafından başlatılacak iyilik hareketi, bir umut, belki de kurtuluş olacaktır. İnancım odur ki, Türkiye’nin eli bütün ülkelerden daha güçlüdür, imkân ve enerjisi son iki yüz yılın en yüksek seviyesindedir. İdrak, inanç, kararlılık, seferberlik; şimdi lazım.
Bırakın, birileri koronavirüsü tartışsın, Covit 19 belası üretsin, tek dünya devleti kurma hayallerinin entrikalarıyla meşgul olsun. Biz biliriz ki rüzgâr eken fırtına biçer. Yaşatmak için yaşamayı inancının temel ilkesi yapan aktif iyiler, kutlu hedefine kilitlenmelidirler. Güya horoza ”Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar?” diye sormuşlar, o da “Ne neden çıkar, bilmem; ben kendi işime bakarım.” demiş. Biz de horoz gibi kendi işimize bakmalıyız:
“Ademi öldürmenin, alemi öldürmek; ademi yaşatmanın, alemi yaşatmak” olduğunu bilmeliyiz. Yaşatmak için yaşamalıyız. Dünya, aktif yaşayıcılara muhtaç!