III.Selim gibi bazı padişahların Saray çevresindeki varlıklı Müslümanları gemi yaptırıp dış ticarete teşvik etmesine karşı 19 ve 20. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kapitalizminin bir yarı-sömürgesi olduğunu beyan eden Yahya Tezel, 17.yy’dan beri Osmanlı-Avrupa ticaretine hâkim olan İngilizlerin 18.yy’daki 250 bin sterlinlik ihracatını 1830’larda 3 milyon 750 bin sterline çıkarmasını ve yine aynı tarihlerde Mısır’da bağımsız ve etkili bir devlet gücü kuran Mehmet Ali Paşa’nın başlattığı sanayileşme hamlesi için 12 milyon sterlinlik bir yatırım yaptığını detaylandırmaktadır.
Fabrikalarındaki işçi sayısı 30 binli rakamlara ulaşan Mısır Valiliği’nin yaptıklarını erken Devletçilik uygulamaları olarak kabul eden Yazar, merkezî Hükümete karşı ayaklanarak İstanbul’a yürüyen Mehmet Ali Paşa’nın durdurulması için 1838’de İngilizlerle imzalanan Baltalimanı Ticaret Sözleşmesi’yle Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitalist dünya piyasası ile bütünleşmede yeni bir dönem başlattığını ve diğer Avrupa ülkeleri ile benzer sözleşmeler imzalanmasıyla Avrupa’daki sanayi birikimi için açık Pazar haline geldiğini savunmaktadır.
Aynı ayrıcalıklı ticarî sözleşmeyi Donanmasının gözdağı vermesi suretiyle Mısır’la da imzalayan İngiltere’nin hem Mehmet Ali Paşa’nın ilgi çekici sanayileşme denemesini sona erdirdiğini hem de Osmanlı topraklarında Osmanlı uyruklarına göre kendisine sayısız üstünlükler sağlayan ikili bir yapıyı oluşturduğunu tespit eden Tezel, 20.yy başlarında 70 milyon sterline yükselen ticaret hacmiyle I.Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı dış ticaretindeki en büyük yeri İngiltere’nin işgal ettiğini betimlemektedir.
Yazarın Batılılaşmayla da ilgili tespitleri oldukça dikkat çekici.. Genelde Cumhuriyet’in ilk yıllarına atfedilen yanlış Batılılaşma eğilimi eserde Tanzimat’tan beri padişah ve üst düzey bürokratlarca bağdaş kurup bakır sinilerde yemek yerine gösterişli ithal yemek odası takımlarını kullanmak yada sade Topkapı Sarayı’ndan çıkarak Avrupa’dan alınan borç paralarla yapılmış gösterişli Dolmabahçe Sarayı’nda oturmak şeklinde sunulmaktadır. “Saray ve çevresi öyle bir ‘tatlı hayat’ ve ‘alafranga’ debdebe yarışına girdi ki Padişah’ın kızlarından birinin düğününde 2 milyon sterline yakın para harcanabildi” diyen Tezel’in verdiği rakam, maliyeti 3 milyon sterlini aşan Dolmabahçe Sarayı’nın yapımına yakın bir meblağdır.
19.yy sonlarında nâzırlara / bakanlara verilen yılda 5 bin altın lira ile 8 bin arasında yıllık maaşı Ocak 1994 kuruna çeviren S.Tezel, bunun 435 bin dolar ile 695 bin dolar arası bir rakam olduğunu ifade etmektedir. En çok tüketim kalıpları ile Batılılaşmış olan Saray ve Bâb-ı Âli çevrelerinin Batılı kapitalistler ve onların Türkiye’deki uzantısı olan gayrimüslim tüccarlarla binbir çıkar ilişkisi içine girdiğine de değinen Yazar, düşük verimlilikli bir tarım ekonomisinin sırtındaki bu sorumsuz israf kesiminin İmparatorluktaki iktisadî kaynakların Batılı çıkarlara peşkeş çekilmesini kolaylaştıran bir ortam sağladığını da düşünmektedir.
Yine Yazar’a göre özel el tezgâh endüstrileri çöken, devletçe açılan 160 sanayi işyeri kapanan, kara ve deniz taşımacılığında kendi uyrukları iç gümrük ödemek zorunda bırakılan Osmanlı; bir yandan müsadereyi kaldıran Ceza Kanunu (1840) ve özel mülkiyeti kolaylaştıran Arazi Kanunu çıkarmak (1858), Ziraat Bankası kurarak tarımsal üreticilere ucuz kredi sağlamaya çalışmak (1863), ithal gümrük vergisini yükseltmek (1875), Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarmak (1913) gibi yollarla direnmeye çalışmıştır.
Diğer yandan da Tanzimat sonrasında imparatorlukta tarım mülkleri edinme yarışına girenlerin başında Hanedan, gayrimüslimler, yabancı bankerler ve İngiliz girişimciler gelmektedir. I.Meşrutiyet sonrası özel hukuk çerçevesindeki en büyük toprak sahibinin II. Abdülhamit olduğunu dile getiren Tezel, Suriye ve Mezopotomya’daki ekili arazinin üçte birinin Sultan’a ait olduğunu tespitlemektedir. Artı; İngilizlerin 1857 ile 1892 yılları arasında İzmir yöresinde 2.600.000 dönüm tarım arazisi satın aldıklarını ilavelendirmektedir.