“Her toplum, bulunduğu coğrafyanın kaderini yaşar.” Siyasi, askeri, iktisadi sıkıntılar yaşamak; bizim kaderimiz olmuş. Kabullendik; kanıksadık. Şimdi bir ekonomik sıkıntıdan söz ediliyor. Devleti yönetenler, köşe yazarları, kanaat önderleri milleti tasarrufa davet ediyor. Krizden çıkmanın çok önemli iki yolu varmış: İhracat ve tasarruf.
İhracat için söylenecek söz yok. Alt yapı kurmalıyız, çok çalışmalıyız, teknoloji üretip pazarlamalıyız.
Tasarruf konusu yanlış anlaşılıyor, istismar ediliyor. Kelime olarak “tasarruf, bir şeyi dikkatli ve iradeli kullanmak, para biriktirmek, kısmak” anlamına geliyor.
Hiç kimsenin, kimseyi tasarrufa davet etmesine gerek yok. İsraf etmemek, zaten tasarruf etmektir. “İsraf; gereksiz yere zaman, emek, para harcamak, savurganlıktır.” “İsraf, haramdır.” İsraf, fıtratı zorlamaktır, bozar.
Çok karmaşık, girift bir yapıya sahip olan insan organizması, yaşamak için gayet basit şeylere ihtiyaç duyar. Bunlara “hevaic-i asliye” diyoruz. Birkaç lokma, birkaç metre basma vb. emtia bizim insanca yaşamamız için yeter. Bunun dışında harcadıklarımız, biriktirdiklerimiz, boşuna bir gayrettir, hamallıktır, yüktür, beynimizin ve ayaklarımızın prangalarıdır. Ah, mahalle baskısı!
Kendimizden başlayalım, çapı genişletelim, ülkemiz ve insanlık ölçeğinde düşünelim; uğruna hayatımızı verdiğimiz, hayatlara kast ettiğimiz, savaşlar yapıp kanlar döktüğümüz, kalpler kırıp insani değerlerimizi çiğnediğimiz hangi iş, madde, düşünce bizi daha insanca bir seviyeye çıkardı, yoksa insani bir düzlemden sefih noktaya mı getirdi? Bütün sıkıntıların temelinde, asli ihtiyaçlarımızın dışında, ihtiraslarımızı, sefih arzularımızı tatmin için elde etmeye çalıştığımız yapay hedefler, giydirilmiş deli gömlekleri, cambaza bak oyunları var. “Kendine gel, ey insanlık!”
İsraf üzerine tasarımlanmış bir dünya düzeninin piyonu olarak yaşıyoruz, yaşadığımızı zannediyoruz. Sürünüyoruz, sömürülüyoruz.
İşe kadından başladılar. Eskiden “Yuvayı dişi kuş yapar.” derdik, kızlarımızı buna göre yetiştirir ve örneğini de annelerimizde görürdük. Şimdi ticarette “kadın için ne satarsan gider, iflas etmezsin.” anlayışına geldik. Sonra çocuklarımızı ele geçirdiler, çocuğun her istediği alınmalıydı, ona “Hayır!” denmez; çünkü özgüven problemi yaşardı, bu da onun ezik kişiliğe sahip olmasına yol açardı. Bunun adına “modern hayat”, “çağdaş eğitim” dendi. Modernlik veya çağdaşlık, benim fıtratımı bozuyor, dostlar!
“Tıkınma, ıkınma, sıkılma.” yani T. I. S.” formülünü, sağlıklı bir yaşam adına çok severim. Oturup sağlıklı beslenme yerine “tıkınma” hayatımıza girdi, şehir hayatı buna göre kurgulandı, kuruldu, kirası en yüksek yerlerde “tıkanmahane”ler açıldı, obezlik arttı; tıkanmanın getirdiği ıkınmalar başka sağlık problemlerini getirdi. Adına “stres” denen sıkılmalar, modern insanın alamet-i farikası oldu. Sonuç; hasta kişiler, hastalıklı toplumlar, tedavisi kendinde mevcut insanlık. Hastalığın adı “TIS”, reçetenin adı “TIS”.
Bildiğimiz çok örnek vererek zamanınızı almak istemiyorum. Günlük hayatımızda vazgeçemediğimiz hangi eşyamız olmasa veya daha azıyla olsa biz yaşayamayız? Sahip olmak için borca girdiğiniz, gözyaşı döktüğünüz telefonunuz mu, oturmaya kıyamadığınız koltuklarınız mı, bir çiziğine tahammül edemediğimiz otomobilimiz mi? Ülke olarak düşünelim; hangi ihtişamlı yapımız, uğruna büyük borçlara girerek gurur abidesi diye lanse ettiğimiz hangi yatırımımız, asli ihtiyaç olmayıp konforumuzu sağlayan hangi vasıtamız, bağımsızlığımıza güç kattı, dünya milletleri arasındaki saygınlığımızı artırdı, milli birlik, beraberlik ve aidiyetimize güç kattı? İnsana ve insanlığımıza, milletimize değer katmayan hiçbir harcama, hevaic-i asliyeden değildir, her harcama israftır.
İnsani değerlerimizi de fena israf ediyoruz. İnsan nasıl olmalıdır? Adil olmalıdır; güvenilir, vefalı, cömert, paylaşımcı, saygılı… olmalıdır. İnsan ümitvardır. Şair, “İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” demiş. Birbirimize haksızlık yaparak adaleti israf ediyoruz, yalan söyleyerek güveni israf ediyoruz, sorumsuzluğu önemseyerek vefayı israf ediyoruz, cimrilik yaparak cömertliği israf ediyoruz, özellikle miras hukukuna dikkat etmeyerek akrabalık bağlarımızı, sözcük ve cümle yapımızı bozarak ve kelimelerin anlamlarını değiştirerek sağlıklı iletişimi israf ediyoruz, öldürüyoruz. Her israf, madde ve mananın özünden kopması, değerlerin kokuşmasıdır.
Tasarrufa gerek yok. Siz ışığı getirin, karanlık gidecektir. Siz insan merkezli bir sistem kurun, havaic-i asliyeye dönün, israftan kaçının; tasarrufa gerek kalmayacaktır. Tasarruf için harcadığınız çaba bile bir israftır.
İsraf yoksa tasarruf vardır.