İki günden beri Facebook arkadaşlarımın paylaşımlarında fiyat artışlarının acısı, şaşkınlığı ile bir feryat havası yoğunlaştı.
Bir aydan beri gelen zamlara karşı önceleri biraz dalga geçme, biraz “AKP’ye oy verenlere oh olsun!” tarzı yorumlar vardı. Şimdi bunun yerine “fiyat güncellemelerindeki” oranların yüksekliği ve yaygınlığı görüldükçe hayret, endişe ve öfke dolu bir üslup hâkim olmaya başladı.
Kimisi bir koli yumurtanın 7-8 TL’den 18 TL’ye yükseldiğini; kimisi İstanbul- Samsun arası otobüs biletlerinin en tırışkadan firmalarda bile 140 TL’den başladığını; bir başkası model değiştirmek için almayı düşündüğü otomobilin üç ay önce 105 bin TL iken, şimdi 168 bin TL’ye çıktığını anlatıyor.
Böyle onlarca benzer haber sadece sosyal medyada yer alabiliyor. Gazete ve TV’ler magazin haberlerle dolu.
Sadece sosyal medyada mı? Çevremizde de benzer yakınmaların iç acıtıcı örnekleri çoğaldı.
Evlere temizliğe giderek ailesinin geçimine katkı sağlamaya çalışan bir hanımefendi, “Cebimdeki 20 TL ile Perşembe Pazarına gittim. Hiç 5 TL’nin altında sebze ve meyve yoktu. Hiçbir şey alamadan öfkeyle döndüm!” diyor.
İki ay kadar önce asgari ücretle çalışan iki genç adamla konuştuğumda “biz pazara ancak iki haftada bir gidebiliyoruz” demişti. Bu gittiğinde de pazardan ne alır, iki hafta boyunca mutfaklarında ne pişer soramamıştım.
Fiyatlardaki bu hızlı artıştan sonra şimdi “bu durumda olan kardeşlerimiz ne yer, ne içer?” diye düşündükçe içim darlanıyor.
Biliyorum ki, bu daha başlangıç. Satın alma gücümüz daha da azalacak, daha da fakirleşeceğiz. Çok daha zor günler bizleri, daha çok da dar gelirli vatandaşlarımızı bekliyor.
Hele hele kapanacak işyerlerini, artacak işsiz sayısını düşündükçe üzüntüm daha da artıyor.
Bazıları “bu vatandaşların çoğu mevcut iktidara oy verdi, oh olsun” havasında. Ben özellikle dar gelirli, tek haber alma kaynakları yandaşlaşmış TV kanalları ve Camilerdeki AKP hocaları olan vatandaşlarımız hakkında böyle düşünemiyorum.
Bu vatandaşlarımız “ülkenin yanlış yönetildiğini, gidilen yolun çıkmaz sokak olduğunu, yakın bir gelecekte duvara toslayacağımızı” anlatanlara değil, kılavuz bellediklerine inandılar.
Bu kılavuzlar “yeni Türkiye’nin müthiş gücünü”, “dış güçlere karşı” başarıyla mücadele ettiğini, “Batı’nın bizi kıskandığını” anlattılar.
“Hepimiz aynı gemideyiz”, gemimiz çok lüks, kaptanımız çok usta” dediler. Yola çıkarken ve ara limanlarda yeterli filika ve can yeleği dahi almadılar.
“Hepimiz aynı gemideyiz.” Kimimiz lüks kamaralarda zevk ve safa içinde, kimimiz kazan dairesinde kan ter içinde olsak da. Doğru, “hepimiz aynı gemideyiz.”
Geminin keyfini çıkaranlardan bir kısmı orkestraya uymuş dans ederken, buzdağına çarpma riskini görenlerin bir kısmı şimdiden kısıtlı sayıdaki filikaları doldurdular, can yeleklerine el koydular.
Bu arada buzdağı görüldü.
Artık buzdağını görmek için kılavuza ihtiyaç duyulmayacak kadar yakınız.
Kaptanın rotayı değiştirmek için imkânı ve hatta bir niyeti de yok gibi gözüküyor.
Rabbim geminin ve gemidekilerin en az zararla bu badireden çıkmasını nasip etsin.
*************************************
İşte Atatürk, İşte Lider!
İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci olduğum sıralar, okul duvarında bir ilan gördüm: “Avrupa’ya talebe yollanacaktır.”
“Allah Allah, dedim! Ülke yıkık dökük, her yer virane, Lozan yeni imzalanmış, bu durumda Avrupa’ya talebe… Lüks gibi gelen bir şey…
Ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içinden 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk, “Berlin Üniversitesi’ne gitsin.” diye yazmış.
Vakit geldi, Sirkeci Garı’ndayım; ama kafam çok karışık. Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı?
Tam gitmemeye karar verdiğim, geri döndüğüm sırada bir posta müvezzi ismimi çağırdı. “Mahmut Sadi! Mahmut Sadi! Bir telgrafın var.”
“Benim” dedim. Telgrafı açtım, aynen şunlar yazıyordu:
“Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz.”
İmza: Mustafa Kemal
Okuyunca düşündüklerimden olağanüstü utandım. “Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme.” dedim.
“Düşünün 1923’te o kadar işinin arasında 11 öğrencinin nerde, ne zaman, ne hissettiğini sezebilen, ona göre telgraf çeken bir liderin önderliğinde bu ülke için can verilmez mi?”
Çok başarılı oldum. Ülkeme alev olarak döndüm.
Önce İstanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü’nü kurdum. Kürsü başkanı oldum. Daha sonra ülkemin başbakanlığını yaptım.
Ben kim miyim? Ben sadece iki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamıyım.
Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak
(İrfan Turan Acar – Dünya Türkleri)
*********************************
O, Mustafa Kemal’di
“Ordu yok” dediler, “kurulur” dedi.
“Para yok” dediler, “bulunur” dedi.
“Düşman çok” dediler, “yenilir” dedi.
Ve…
Bütün dedikleri oldu.