Eğer, ancak bu gibi Kanun-u Esasîler sayesinde Avrupa’nın din ve devletimiz hakkında beslediği kötü zan ve yanlış düşünceleri düzeltebileceğimizi sananlardan yanaysanız.
Eğer, ancak bu çeşit yasalarla medeniyet tahripçisi olan ve anarşistliğe yol açan dinsizliğe karşı bir set oluşturabileceğimizi savunanlardan yanaysanız.
Eğer, ancak bu çeşit yasalarla, aykırı fikir karanlıklarından ve temelsiz sapık fikirlerden soyutlanabileceğimizi düşünenlerden yanaysanız.
Eğer, bu şekilde din ve ilim adamlarını bir araya getirmenin mümkün ve milletin mutlu olacağını; meşru hükûmet icraatlarının ise ancak böyle gerçekleşeceğini umanlardan yanaysanız.
Eğer, ancak bu kanunlar çerçevesinde, merhametli olan asıl adaleti yerine getirmekle; gayri Müslim ahaliyi daha ziyade milletle kaynaştırmaya ve devlete samîmane bir şekilde bağlamaya imkân bulacağımızdan şüphe etmeyenlerden yanaysanız.
Eğer, en korkak ve sıradan bir adamı bile en cesur ve en has adam gibi gerçek ilerleme hissiyle heyecanlı bir hâle getirmekten, fedakâr yapmaktan, vatan sevgisiyle kalbinin atmasını sağlamaktan yanaysanız.
Eğer, insanımızı medeniyetin yıkıcı vasfı olan sefahat ve israfattan ve zarurî olmayan ihtiyaçları elde etmek peşinde koşmaktan kurtulmasını isteyenlerden yanaysanız.
Eğer, ne dünyayı din için, ne de dini dünya için terketmeyen; belki dünyayı kesben değil; kalben terketmeyi yeğleyen; yâni dünya için çalışıp çabalayan fakat kalbde yer tutmasına fırsat vermeyen. Hattâ dünyayı da din için seven. Âhiretin imarı, dünyayı bayındır etmekten geçtiğini bilen. Âhirete inancı nisbetinde dünyayı mâmur hâle getirenlerden yanaysanız.
Eğer, ancak bu nevi düşünce tarzı, çalışma şevkini arttırır diyenlerden yanaysanız.
Eğer, medeniyet ve insanlığın hayatı olan güzel ahlâk ve yüce hislerin düstûr ve prensiplerini İlâhî kaynaktan öğrenmek lâzımdır. Çünkü yapan bilir, bilen konuşur. Zira söz odur ki Hakk’tan gelen Hakk olandır, diyenlerden yanaysanız.
Eğer, bütün bu zikredilenleri hüsnü niyetle kabul ettiğiniz ve yerli yerinde güzelce tatbik ettiğiniz sürece, bütün yaptıklarınızın -aynı zamanda- ibadetten sayılacağını sananlardan yanaysanız.
Evet, şayet bütün bu saydıklarımızdan yanaysanız. Sizler aslında o mânaların asıl Mâlik-i Hakîkîsinden; o mânaların ünvanlarının Muhteşem Sâhibi’nden ve o mânaların asıl Müessir-i Hakîkîsi / Tek ve Gerçek etki sâhibi olan Sâhib-i Kâinat’tan yâni Allah’tan yanasınız demektir.
Evet, şayet bütün bu saydıklarımızdan yanaysanız. Sizler aslında Hatemü’l-Enbiya / Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa’dan yanasınız demektir.
Evet, şayet bütün bu saydıklarımızdan yanaysanız. Sizler aslında Mukaddes Kur’an’dan yanasınız demektir. Çünkü, bütün bu zikredilen ulvî değerler, Kur’an’ın ruhuna ve dört büyük mezhebin özünü uygun prensiplerdir.
Avrupa bu değerleri ancak ondört asır sonra idrâk edebilmiştir. Her ne kadar bu değerler, bugün Avrupa menşeli görünse de, hattı zatında hepsi de İslâm’ın özünde mevcut olan gerçeklerdir.
Öyleyse bütün bu düsturları, hükümlerimize kaynak edinsek ve layık veçhile tatbik etsek ne lâzım gelir? Acaba bu kadar faydalar ile beraber ne gibi bir şey kaybederiz?
Nitekim bütün bu değerlere inanıyor; bütün bu değerleri kabul ediyor; bütün bu değerleri uyguluyor; daha iyi tatbik etmeye çalışıyor; hayatımızın her safhasında gereği şekilde yer almasına gayret ediyoruz.
Fakat ne yazık ki, bazıları bütün bu değerleri İslâm’da yok sanıyor; İslâm’la bağdaşmıyor zannediyor! İslâm’a zıt şeylermiş gibi algılıyor! Bu durumda Hz. Ali’nin, ilimde metot sayılması gereken şu veciz sözünü baş tacı etmeliyiz: “Hakikati, söyleyenlerine bakarak öğrenme; hakikati (kaynağından) öğren; söyleyenlerini (onların ne olduklarını da) öğrenirsin.” Demek ki, Müslümanın hatalarına bakıp “İslâm budur!” dememeli. Müslümanın yanlış söz ve davranışlarını mensubiyetinden, bağlı olduğu kişi ve kuruluşlardan bilmemeli. İslam’ı bizzat kaynağından öğrenmeli. Hem unutmamalı ki, kanunda bilmemek özür değil.