Gözlem yapmayı severim. İnsan davranışları, hayvanlar alemi, tabiat, kısaca tüm kâinatı. Gözlemlerimde sanki bir sırrı ortaya çıkarmanın, daha başka sırların şifrelerini bulmanın heyecanını, hazzını yaşarım. Kur’an-ı Kerim’in “Oku” emriyle başlamasındaki bir manasının da bu olduğunu düşünürüm: Kâinat kitabını okumak!
Malum, okuyabilmek için sesleri sembolize eden harfleri, harfleri bir araya getirip sözcükleri, sözcükleri bir araya getirip cümleleri kurabilmeyi bilmek gereklidir. Kâinattaki her olay, her şey hangi harfi, sözcüğü veya cümleyi veriyor bilmek lazım. Okumak, anlamak değildir yalnız. İlk basamaktır. İlim öğrenmek, öğrendiklerini düşünüp, değerlendirip, tatbik ederek, sürekli üzerine koyup, geliştirerek, birleştirerek, farklı biçimlerde kullanmaya çalışarak sonsuz döngü içinde kullanabilme yeteneğidir anlamak. O yüzden “oku” emriyle beraber, ilmi arayıp bulma ve onlarca defa emredildiği gibi düşünme emirlerini bir bütün görürüm. Bir mühendislik, tıp veya yabancı dil kitabını okuyabiliriz. Anlayabilir miyiz? Alanla ilgili bilgimiz arttıkça, anlayışımız da artacaktır. Düşünüp, değerlendirdikçe, hayatımızda uygulamaya başladıkça daha da artacaktır. Sonra? Bir konudan çıkardığımız mana zenginliği, derinliği, işlerliği, hayatımıza katmayı başardığımız değerleri de o derece artacaktır. Sonra? Susadığımız anlayışlı insanlara sahip olacağız. Bilge insan!
Allah’ın (CC) hiçbir şeyi nedensiz yaratmadığına inanırım. Kurduğu muazzam denge içinde, her yaratılmışın bir makine parçası gibi bir vazifesi var bence. Bu vazifenin yanı sıra, biz insanoğluna birer de mesaj iletme vazifeleri olduğunu düşünüyorum. Hâl dilleriyle, yaşadığımız dünyayı ve kendimizi tanıyıp, anlamamızın, en doğru şekilde bir hayat sürmemizin şifrelerini veriyorlar. Şifreleri fark edip, doğru okuyup, anlayıp, uygulayınca ne mi olacak? Kâmil insan!
Okumak, ilim öğrenmek, düşünmek mühim bir iştir. Sanattır. Usulü vardır. Duru bir zihin gerektirir. Alıcıların (duyular) açık ve mesajlara yönelmiş olması gereklidir. Ön yargı, peşin hüküm, sabırsızlık, yüzeysellik, tek açıdan yaklaşma, tecrübe etmeme gibi zihni ve duyuları bulanıklaştıran, körelten etkilerden uzak durulması icap eder. Aksi takdirde, kirli tabak ve kaşık – çatalla yenilen yemeğin bizi hasta etmesi gibi kişiyi ve toplumsal hayatı hasta eder.
Belki de görünenin perde arkasını görmeye çalışmayı da eklemeliyiz okuma usulüne. “Fikrimin İnce Gülü” başlıklı yazımda örnek verdiğim bir kuş vardı. Yumurtasını başka kuşların yuvalarına bırakıyor, yavru yumurtadan çıkınca, öz olan diğer yavruları yuvadan atıyor ve sadece kendisinin bakılmasını sağlıyordu. Yumurtadan yeni çıkmış bir yavru, biz insanlara göre böyle bir zalimliği nasıl yapabiliyor? Hayatımıza direkt olarak bu örneği mi alalım yani? Rahman ve Rahim olan Allah (CC) bize ne okumamızı söylüyor? İnsan, Ahsen-i takvim yani en güzel kıvamda yaratılmıştır. Lâkin, esfel-i sâfilîn ile alâ-yi illiyyîn yani aşağıların en aşağısı ile yücelerin en yücesi arasında da değişik makamlara sahip olabilmektedir. Bu kuşların tabiat içindeki vazifeleri hakkında bilgi sahibi değilim. Ama esfel-i sâfilîn mertebesindeki insanlara karşı, yazımda bahsettiğim şekilde bana uyarı niteliğinde bir mesaj verdiklerini görüyorum. Kuşlara karşı merhametini esirgemeyen Allah (CC), bana da “Oku” emrine uyduğum için merhametiyle, bu türdeki insanların zararlı davranışlarından korunmamı, tedbirler geliştirmemi sağlayacak bir bilgiyi lütfetmiş oluyor.
Buraya kadar yazılanlar, daha sonra yazmayı düşündüğüm konular için bir girizgâh olmuş olsun.