Ahlâk Hastalıkları Hastanesi

108

Bir dinleri olduğu için ahlâka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar” diyor Amin Maalouf. Tam da bizim durumumuzu imliyor: Ahlâksız dindarlık yada netameli Müslümanlık.

Dünya İslâmîlik Endeksi‘nin ilk 10’unda, 20’sinde, 30’unda tek bir İslâm ülkesi bile yok; tamamı gayrimüslim ülkeler ve hatta bir kısmı da ateizme yakın İskandinav ülkeleri.

Malezya 38’nci sırasıyla 57 İslam ülkesinin en önde olanı. Bizse 65’nci sıradayız. Bu şu demek: İslâm ülkelerinin İslâm’la (ekonomi, hukuk, özlük ve siyasî haklar, uluslararası ilişkiler) neredeyse doğru dürüst bağı yok.

Hani CumhurbaşkanıBizim zamanımızda TEOG mu vardı” dedi ya; bizim zamanımızda Ahlâk Bilgisi diye ayrı bir ders vardı. Gerçi o dersin haricinde de günün her saatinde herhangi bir olayda Büyükler çeşitli ahlâkî uyarılarda bulunarak toplumsal mutabakatı hep canlı tutarlardı.

İki Kızılderili atlarıyla dörtnala koşturup duruyorlarmış. Derken yaşlı ve bilge olan; “Çok hızlı gittik, ruhlarımız geride kaldı. Biraz dinlenelim de ruhlarımız bize yetişsin” demiş.

E biz de bayağı bir ileri gittik ve ahlâkımız çok gerilerde kaldı. Biraz geviş getirelim de ahlâkımız davranışlarımıza otursun.

Bu konuda Osmanlı zamanında yazılmış sıkı bir kitap var: AHLÂK-I ALÂÎ. 1565’te kadılık ve kazaskerlik yapan Kınalızade Ali Efendi tarafından yazılmış; ilk Türkçe ahlâk kitabı sayılıyor ve Yüksek Ahlâk anlamında.

Kitaptan Türk Yurdu‘nun Temmuz 2017 sayısında “Nevâbitler / Türediler” hakkında muhteşem bir makale yazan Doç. Alper Özmen kardeşim vesilesiyle haberdar oldum. Ve Doç. Ayşe Sıdıka Oktay‘ın inceleme – araştırma tezi üzerinden okudum.

Başlıktaki hastane fikri benim, 60 sayfalık Ahlâkî Hastalıklar ve Tedavisi bahsi ise Kınalızade’nin. Muhlik (helâk edici) hastalıklar olarak saydığı cehl (câhillik), hayret (şaşkınlık), hased (kıskançlık), hışm (kızgınlık), hıkd (kin), galebe-i gazab (aşırı öfke), atâlet (tenbellik), emel (arzu), aşk (şehvete) gibi dalları da Kınalızade Üniversitesi Ahlâk Hastalıkları TeoTıp Fakültesi‘nin bölümleri olarak somutlaştırmak lazım.

İnsan insanın tanığıdır” der Kınalızade. “Anlatma; örnek ol!” der Kınalızade. Ve insanları Özgür İnsan, Özerk (Yarı Özgür) İnsan, Bağımlı (Yarı Köle) İnsan ve Köle İnsan diye dörde ayırarak tasnifler. İsterseniz günümüzdekilerle test edelim.

Kınalızade’nin ‘Sefih Çelebi‘ imlendirmesiyle örneklediği tiplerin Müslüman toplumumuzda milyonlarca fotokopisi var. Bir de İkiyüzlüler (Muraî), Bozguncular (Muharrif), Haydutlar (Bağî), Sapkınlar (Mârik) ve Gözbağcılardan (Muğalâta) oluşan beşlemesi var.

Yalancı şahitlik edenleri, yalan-yanlış yollardan mal edinenleri, rüşvet alan ve bâtıla meyledenleri, insanların mal ve rızkını gaspedenleri, hırsızlık ve dolandırıcılık yapanları, ceza diyerek haksız yere mala konanları da bu faslın zeyli olarak verir.

Aile Ahlâkı‘ndan Devlet Ahlâkı‘na, Erdemler ve Rezîletler‘den Vasat / Orta, İtidal ve Adalet‘e kadar birçok alanda fikir paylaşan KINALIZADE, literatürde Farâbî (Fusûl’ül-Medenî) ile Makyavelli (Prens) arasında bir yerde duruyor.

Son tahlilde bu günlerde en çok tartışılan adalet – adaletsizlik konularında ise makam odalarına çerçeveyle asılabilecek bir söz söyler: Adalet insaftır.

El insaf!