Hazret-i Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi

61

Ahmed Yesevî, 1105 yılında Günümüzde Kazakistan sınırları içerisinde bulunan Sayram Kasabası’nda dünyaya geldi. Önce annesi, 7 yaşında iken de babası vefat etti. Hakkında anlatılanlar, destan, menkıbe ve efsâne türünden bilgilerdir.

Tahsiline Yesi şehrinde başlayan Ahmed, küçük yaşına rağmen birtakım kerâmetlere mazhar olması, beklenmeyen fevkalâdelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini çekmiştir. İntisap etiği Arslan Baba’nın yönlendirmesi ile Buhara’ya gidip devrin önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Yûsuf el-Hemedânî’den dersler aldı, O’nun terbiyesi altına girdi. Hemedânînin vefatından sonra; halifeleri, onların da vefatından sonra 1160 yılında irşad makamına geçti. Bir müddet sonra da Yesi şehrine geldi, ebediyete intikal edinceye kadar burada irşad görevine devam etti.

63 Yaşına geldiğinde Peygamber Efendimiz’in 63 yaşında ebedî âleme doğuşuna işâret ederek, ‘Haddi aştık’ diyerek toprak üstündeki yaşayışını kendine haram kıldı. Yerin altında küçük bir oda yaptırdı, oraya çekilerek irşadlarına devam etti. 1229 yılında vefat ettiğine göre burada 125 yaşına kadar yaşamıştır.

Kerâmetlerinin vefatından sonra da devam ettiği ileri sürülen Ahmed Yesevî, rivâyete göre, kendisinden çok sonra yaşayan Timur’un rüyasına girer ve O’na zafer müjdesini verir. Timur zafere erişince, Türkistan ve Kırgız bozkırlarında şöhreti ve nüfuzu iyice yayılmış olan Ahmed Yesevî’nin kabrini ziyaret için Yesi’ye gelir. Kabrin üstüne, devrin mimârî şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanır ve türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye hâlini alır. Türbe ve külliye taç kapısı, ahşap ve çini süslemelerindeki göz kamaştırıcı ihtişamıyla günümüze intikal etmiştir.

Ahmed Yesevî’nin türbesi civarına gömülmek bozkır göçebeleri için ayrı bir değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Hatta kışın ölen bir kimse keçeye sarılarak ağaca asılır ve bahara kadar bekletilir; bahar gelince götürülüp Ahmed Yesevî’nin türbesi civârına defnedilir. Bu gelenek Ahmed Yesevî’nin Orta Asya Türklüğü üzerinde ne derece tesirli olduğunu açıkça göstermektedir.

Rivayete göre Ahmed Yesevî’nin bir oğlu olmuşsa da kendisi hayatta iken vefat etmiştir. Ayrıca Gevher Şehnaz ve Gevher Hoşnaz adlarında iki kızı dünyaya gelmiş, soyu Gevher Şehnaz vasıtasıyla devam etmiştir. Türkistan, Mâverâünnehir ve diğer Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi Anadolu’da da kendilerini Ahmed Yesevî’nin neslinden sayan pek çok ünlü şahsiyet çıkmıştır. Bunlar arasında Semerkantlı Şeyh Zekeriyyâ, Üsküplü Şâir Atâ ve Evliya Çelebi zikredilebilir.

Ahmed Yesevî’nin Yesi’de irşada başladığı sıralarda Türkistan’da, Yedisu havalisinde kuvvetli bir İslâmlaşma yanında İslâm ülkelerinin her tarafına yayılan tasavvuf hareketleri de vardır. Medreselerin yanında kurulan tekkeler tasavvuf cereyanının merkezleri durumundaydı. Yine bu yıllarda Mâverâünnehir’i kendi idâresi altında birleştiren Sultan Sencer 1157 yılında vefat etmiş, Harizmşahlar kuvvetli bir İslam devleti hâline gelmeye başlamışlardı. Böylece Ahmed Yesevî’nin irşadları daha geniş bir sahâya yayıldı. Rivâyete göre 12.000’i kendi yaşadığı muhitte, 90.000’i de uzak ülkelerde olmak üzere 100.000’den fazla müridi vardı. Bunları, İslâmiyet’i yaymak üzere Anadolu’ya ve Balkanlara gönderdi:

-Geyikli Baba’ya; ‘Seni Diyar-ı Rum’a saldık.’

– ‘Sarı Saltuk, Mehmed’im; batıya yürü git. Yedi krallık yerde nam ve şan sâhibi ol.’

– ‘Karaçam, Kara Ahmed’im; sen de yürü git Rum ellerine.’

– Hacı Bektaş-ı Veli’ye; ‘Sana Sulucakarahöyük’ü yurtluk verdik, elimdeki karadut kütüğü nereye düşerse sen orada konakla, orayı İslam’ın Nuru ile aydınlat.’ Dedi.

* * *

Öğretilerinin ana unsurları şöylece özetlenebilir:

-Vatanını sevmek.

-Adâletli davranmak

– Emâneti ehline vermek

– Millete hıyânet etmemek

– İnanç ve düşünce hürriyetine sâhip çıkmak

– İyiliği korumak, kötülüğü engellemek

-Düşmanları dost edinmemek…

 

Hoca Ahmed Yesevî, Arapçayı ve Farsçayı bilmesine rağmen konar-göçer Türk boylarına İslâmiyet’i ve tasavvuf anlayışını Türkçe ile anlatarak kararan gönülleri aydınlatarak, İslâm dininin ahlakî prensiplerini Türk kültürü ile mecz ederek veren ilk Türk mutasavvıfı, ilk tarikat kurucusu, özetle Türk Müslümanlığının ilk temsilcisidir.

HOCA AHMED YESEVÎ VE DÎVAN-I HİKMET’TEN SEÇMELER

İlk Türk mutasavvıfı Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’nin Hikmetleri, ayrım yapılmaksızın, bütün insanları kucaklar. O, şerîatın özüne ve ruhuna kesinlikle uygunluk arar. Mülkün asıl sâhibi karşısında hükümranlık ve sultanlık taslayanlara, haksız yere insanların mallarını gasbedip yağmalayanlara ‘ölüm’ gerçeğini hatırlatır.

Ahmed Yesevî Hazretleri, edebiyat târihimiz bakımından olduğu kadar, kültür târihimiz bakımından da son derece önemli bir şahsiyettir. ‘Alp-Eren’ tipinin ilk temsilcisi, kalp gözü açık gönül sultanı bu büyük velînin ‘Hikmet’ adı verilen ‘Dîvân’ı, yüzyılları geride bırakarak, elden ele, dilden dile dolaşarak, ülkeler aşarak, eskimeden bize kadar ulaşmıştır. Şerîat ahkâmına tamamen uygun biçimde söylenmiş Hikmetler, halk haâfızasında birer ahlâk düsturu olarak yaşatılmıştır.

Hikmet’in mânâsı:

Hükmetmek, hâkim olmak, yönetmek, düzeltmek amacıyla men etmek, dönmek ve sağlam yapmak anlamındaki Arapça ‘h-k-m’ kökünden türeyen hikmet kavramı terim olarak; adâlet, ilim, amel, nübüvvet, Kur’ân, Allah’a itaat, dinî anlayış, Allah korkusu, akıl, söz ve işte isâbet, hakkı bilme ve hayır işlemek demektir.

Hikmet kavramı Kur’ân’-ı Kerîm’de;

Öğüt, anlama bilgi ve aklî deliller, Kur’ân, Kur’ân’ın yorumu, Sünnet ve Peygamberlik mânâlarında kullanılmıştır.

Hikmetin özü; anlayış, gerçeği bilme, düşünme yeteneği, sezgi gücü, iş ve sözlerde isâbetli olma, düşünce planında kalmayıp eyleme dönüşen faydalı ve derin bilgi, ilim ve akıl ile doğruyu bulmaktır. Âyet ve hadislerde hikmet sâhipleri övülmüştür.

‘Hikmet’ kelimesi derinlik, incelik ve aklın dar hudutları içerisinde kavranamayan, ‘Hududu, muhtevâsı, genişliği ve derinliği bizim tarafımızdan müşâhede edilemeyen, olduran, bilen ve bildiren arasındaki şifreler manzûmesidir.’ Hakîki velîlerin söyledikleri sözler hikmetlerle yüklüdür.

Fuad Köprülü: ‘Anadolu Türklerinde tasavvufî manzûmelere nasıl ‘ilâhi’ adı veriliyorsa, Doğu Türkleri’nde de Ahmed Yesevî’nin eserlerine umumiyetle ‘hikmet’ derler’ Diyor.

‘Hikmet’ kelimesi halk arasında; ‘dîni, tasavvufî özlü söz’ mânâsında kullanılmaktadır.

Hoca Ahmed-i Yesevî, hikmetlerinin gayesini anlatırken, söze ‘Besmele’ ile başlıyor:

Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip,

Tâliplere inci, cevher saçtım işte.

Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup,

Ben Defter-i sâni sözünü açtım işte.

‘Hikmetlerdeki sözler, halkalar hâlinde bütün insanları kucaklamaktadır. Zengin, fakir, yetim ayrımı yapılmamıştır. İrşâd vazifesi de zâten bunu gerektirmektedir:

Sözü didar isteyen herkes için söyleyip,

Canı cana bağlayarak damarları ekleyip,

Garip, fakir, yetimlerin gönlünü avlayıp,

Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.

İnsanlar arasında her devirde; kin, nefret ve ikbâl kavgaları olmuştur. Hoca Ahmed Yesevî’nin yaşadığı devirlerde de sen-ben çekişmeleri eksik olmamıştır

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;

Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen;

Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;

Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.

 

Hoca Ahmed-i Yesevî, şerîat ahkâmına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağlılık hemen bütün hikmetlerinde görülür:

Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen;

Âyet, hadîs her kim dese, sâmi ol sen;

Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen;

Kani olup şevk şarabını içtim işte.

 

Hoca Ahmed Yesevî devam ediyor:

Hoş gaipten kulağıma ilham geldi;

O sebebten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Hep ulular yığılıp bana nimet verdi;

O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

 

Kadir Rabb’im kudret ile nazar kıldı;

Mutlu olup yer altına girdim işte.

Garip kulun bu dünyadan göçüp gitti;

Mahrem olup yer altına girdim işte.

 

Sizi, bizi Hak yarattı tâat için;

Ey acayip, içmek, yemek, rahat için;

‘Kalû belâ’ dedi ruhum mihnet için;

Edhem olup yer altına girdim işte.

 

Nefsim beni çok koşturdu, Hakk’a bakmadan;

Gece gündüz gamsız yürüdüm, yaşım akmadan;

Hevesleri, benlik dâvâsını ateşe yakmadan;

Gamla dolup yer altına girdim işte.

 

Bir kul görsem, hizmet kılıp kulu oldum;

Toprak gibi yol üstünde yolu oldum;

Âşıkların yanıp sönen külü oldum;

Hemdem olup yer altına girdim işte.

 

Candan geçip mihnet ettim, kulum dedi;

Kanlar yutup ‘Allah!’ dedim, rahm eyledi;

Cehennemde olmasın deyip tasalandı;

Mutlu olup yer altına girdim işte.

 

 

KUŞBAKIŞI:

 

İDEAL DEVLET:

Türk ilim adamı Fârâbî, 870 yılında Kazakistan’da merkezi Otrar şehri olan Farab bölgesinde doğdu. Bağdat, Şam ve Kahire’de bulundu. Kadılık, öğretmenlik, Abbasi halifelerine danışmanlık, yaptı. 950 yılında Şam’da vefat etti. Fen, astronomi, felsefe, sosyoloji, tıp, mantık, matematik ve müzik sâhasında âlim ölçüsünde bilgi sâhibi idi. Ansiklopedici olarak da şöhreti vardır.

103 adet eser yazdı. Sonuncusu İdeal Devlet adını taşır. ‘Faziletli Şehir’ adıyla da anılan bu eseri Fârâbî’nin felsefesini bütün yönleriyle ihtiva eder.

Aristo ve Platon’un eserlerini inceledi, bu iki filozofun felsefelerini İslam’la bağdaştırmaya çalıştı. Bu sâyede İslam dinine felsefi bir husûsiyet kazandırdı. Alpharabius ismiyle anıldı ve Ortaçağ batı düşüncesini etkiledi.

Eserinde toplumları sınıflara ayırmakta, bunlar içinden ise ancak faziletli toplumda mükemmellik ve mutluluğa ulaşılabileceğini ifâde etmektedir. O’na göre, insanın nihai hedefi mutluluk ve kemâle ulaşmak olmalıdır. Bu da ancak faziletli bir toplumda mümkündür. Faziletli toplum dışındaki toplumları ‘zıt toplumlar’ olarak değerlendirir ve bunları câhil, bozuk, karakteri değişmiş, doğru yolu bulamamış toplumlar olarak sınıflandırmaktadır.

Eserde dikkat çeken önemli bir nokta, Farabi’nin felsefi analizler yapma yoluna giderek devlet kavramına açıklık getirmeye çalışmasıdır. Fârâbî’nin siyâset anlayışı insan merkezlidir. O’na göre; en iyi devlet gerçek adâlete dayanır. Adâlet, her değerin özündeki zarurî unsurdur.

Başka bir söz söylemeye gerek yok. Tam da ihtiyacımız olan düşünce…

12,5 X 20,5 santim ölçülerinde 192 sayfalık eser, Mart 2017’de yayımlandı.

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI:

İstiklal Caddesi Meşelik Sokağı Nu: 2 Kat:4 Beyoğlu, İstanbul (T. İş Bankası Parmakkapı Şubesi üzeri) Telefon: 0-212 252 39 91 Belgegeçer: 0.212-252 39 95 www.iskultur.com.tr e-posta: info@iskultur.com.tr

 

Niğdeli Hukukçu, Şair ve Yazar Av. İSMAİL ÖZMEL’den NİĞDE HAKKINDA İKİ KİTAP

Doğduğum Şehir N İ Ğ D E

İsmail Özmel, 13,4 X 19,5 santim ölçülerinde, 107 sayfalık eserinde; doğduğu şehir Niğde’yi hâtıraları eşliğinde anlatıyor: Mahalleler, çeşmeler, camiler, medreseler, türbeler ve doğduğu ev… şiirli cümlelerle sayfaları tezyin ediyor. Niğde’nin yemekleri, eğitimcileri, imamları ve müezzinleri, sanatkârları, şehitleri… haklarındaki kısa bilgilerle kitaba özel bir hava kazandırıyor. Sonra Niğdeyi ziyâret edenler: Osman Bölükbaşı, Fethi Tevetoğlu, Faruk Nafiz Çamlıbel; Niğde’den sessiz gemilerle yolcu edilenler: Veysi Cansu ve diğerleri…

Niğde’ye ve Niğdelilere hizmet etmiş, hatırlanmaya sezâ, iz bırakmış simâlar: Müftü Hilmi Soydan, Hâkim Mustafa Hilmi (Soydan) Bey, eğitimci Nüseyin Arısoy, müftü Afşar Süleyman Arısoy, Dr. Ertuğrul Erem, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer merhum, destan şairimiz Basri Gocul, ut çalan gelin, Müezzin Ali Efendi, din adamı Sait Sâmi Yüksel, ve savcı İsmet Kemal Karadayı saygıyla anılıyor.

Hâtıralar Niğde dışına da taşıyor: Ankara’da Celal Atik, Yaşar Doğu ve Süleyman Demirel…

İsmail Özmel, şairliğinden aldığı gücü, gönlünde ısıttığı samîmî ifadelerle ve tatlı bir üslûpla anlatıyor.

Kitaptan tadımlık bir bölüm:

‘Niğde’de yaşayan insanlar nasıl bir şehir istiyorlar derken işte bu çerçevede bir şehir tahayyülleri olduğunu düşünüyorum. Burada yaşayan insanlar, birbirlerine saygılı, yolda, durakta, apartman koridorunda, asansörde saygılı. Çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve bütün insanlara olduğu gibi sokak köpeklerine bile iyi davranan insanlar olsun istiyorlar. Zamanı gelince çocuklarını okullara göndermek, onlara iyi eğitim verdirmek, onların bir kısmını bilim insanı olarak, bir kısmını da mesleğinin ehli dürüst ve çalışkan insanlar olarak, kanunlara saygılı üretken insanlar olarak yetiştirmek istemektedir.’

İsmail Özmel eserinin ‘Giriş’ bölümünde; ‘gelecek nesillere bir mukayese yapmak imkânı vermek için sosyal hayatımızın birçok safhasında gözlemlediği güzellikleri anlatıyor. Bu faaliyetin başlıbaşına matluluk verdiğini, tatmin duygusu oluşturduğunu’ belirtiyor.

Eserin tamamı okunmaya değer…

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE NİĞDE:

Av. İsmail Özmel’in ikinci kitabı ‘Geçmişten Günümüze Niğde’ adını taşıyor. Birincisiyle aynı ölçülerde 111 sayfa.

Arka kapak yazısında kitap hakkında şu bilgiler var:

‘Geçmişten Günümüze Niğde’ kitabında yazar İsmail Özmel, hâtırâlar ışığında akıp giden zamanın bir muhasebesini yapıyor. Bu hâtıra yazılarında bir döneme tanıklığın izleri, işâretleri okunuyor. Böylelikle mâziye dâir anlamlı bir kapı açılmış oluyor.

Geçmiş ile günümüz arasında bir mukayese yapmak ve geldiğimiz noktayı değerlendirmek bakımından bu eser okuyucuya bir tefekkür imkânı sağlamaktadır. Tecrübelerin yeni nesillere aktarılmasında hâtırâların önemli bir yeri vardır. ‘Geçmişten Günümüze Niğde’ kitabı sohbet kültürümüzü hatırlatmak ve yazılı anlatımın imkânlarıyla zenginleştirmek adına kıymetli bir çalışmadır.

Yazar, ‘… her Anadolu şehrinin mânevî hazineleri vardır. Bu bir kahramanın, bir ilim adamının veya bir sanatkârın eseri, bir veli türbesi, mimarî yapılar… müzelerimizdeki nadide el işleri, sanatlı yazılardır. Bunlar kültür ve sanat hazinelerimizdir’ Diyor ve kitabında Niğde’deki zengin hazineleri anlatıyor.

Satırlar arasında ümit şimşekleri var: İhtiyar köylü: ‘Vatanımız olsun da yiyecek ekmeğimiz olmasın…’ Diyor. Bu ifâde, Anadolu insanından; ‘Milletim nev’-i beşerdir, vatanım rûy-i zemin’ zihniyetinin günümüzdeki temsilcilerine veciz bir uyarıdır.

Kitapta yer alan yazılardan bâzılarının başlıkları: *Her Şehrin Bir Yüzü, Bir de Ruhu Vardır. *Âdetler ve Merâsimler Yönünden Değişim *Eski ve Yeni Hayatımız. *El Dokuması Halı Nerelerde Kaldı? *Eski ve Yeni Bayramlar. *Aydınlar Şehri Niğde. *Niğde’de Yemek Kültürü. *Geçmişten Günümüze Niğde’nin Sosyal Hayatı. *Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver ve Niğde Defteri. *Ârif Nihat Asya şehrimizde. *Necip Fâzıl Kısakürek Konferansları…

 

Eser, Niğde Meslek Yüksek Okulu-Radyo / Televizyon Programcılığı 2. Sınıf Öğrencisi, Recep Gür’ün, İsmail Özmel ile yaptığı ‘Geçmişten Günümüze Niğde’nin Sosyal Hayatı’ konulu röportajla sona eriyor.

HEYAMOLA YAYINLARI (İletişim kanalları belirtilmemiş)

 

KISA KISA… KISA KISA…

1-MÂRİFET MENZİLLERİ: Muhyiddin İbn Arabi – Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık

2-İTTİHAT VE TERAKKİ DÜŞERKEN / KOD ADI: ÂMİL: Mehmet Mert Çam / İlgi Yayınları

3-KISSA-İ TEMUR-NÂME: Dr. Savaş Şahin / Palet Yayınları

4-MEŞRUTİYET’TEN CUMHURİYET’E TÜRKİYE’DE İLKÖĞRETİM VE MÜFREDAT PROGRAMLARI (1913-1936): Hayrünnisa Alp / Nobel Yayın Dağıtım.

5-OSMANLI’NIN İNGİLİZ’LE İMTİHANI: Koray Şerbetçi / Nesil Yayınları

 

Önceki İçerikOrta Asya, Orta Çağ ve Genel Türk Tarihi Uzmanı Prof. Dr. AHMET TAŞAĞIL ile
Sonraki İçerikAhlâk Hastalıkları Hastanesi
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.