Hayat ittihatta; bir olmakta, birleşmekte ve birlikteliktedir.
Fert ve bireyler arasında millî muhabbet, aralarındaki sevgi ve saygı; zerre ve atomlar arasındaki atomik çekim gücü gibidir. Karışımı terkip ve bileşik yapar. Fertleri bir bütün yani millet hâline getirir. Bu teşkil, bu oluş ile birlik yönümüz olan merkezî esaslar, ortak değerler kendini gösterir. Birlik ve millî muhabbeti yani sevgi bağlarını tahkim edip kuvvetlendirir.
Bununla medeniyetin tatlı suyu o çığırda güzelce akar. Böylece çeşitli unsur ve kavimler bir seviye ve düzeye gelmiş olur. Bundan dolayı yükseliş ahengi hoş bir nağme ile yabancıların hassas kulaklarında çınlar.
Hem de bu durum; her kavmin devamlılık sebebi olan millî âdetlerine, kavmî ve mahallî dillerine, fikir ve düşünce kabiliyetlerine uygun düşer. Binaenaleyh hükümet; ancak böyle bir ortamda, istenen ve beklenen teşebbüs ve girişimlere geçebilir. Ta ki medenî / uygar bir gelişim ve ilerlemenin motoru hükmünde olan müsabaka ve yarışı doğuracak bir rekabet hissi oluşsun.
Yoksa bütün bunlar; millet fertleri arasındaki rabıta, bağ ve birlik oluşumlarını bozacak olan adem-i merkeziyet / özerklik fikri veyahut onun amca çocuğu olan etnik unsurlara mahsus siyasal kulüp ve dernekler -üstelik merkezden nefret de varsa- etnik ayrımcılığın yoğunluğu sebebiyle birdenbire merkezden uzaklaştıran kuvvete dönüşür.
Verilen veya verilecek olan geniş yetki; yersiz galeyan ve kabarıp coşmalarla kabına sığmaz bir hâl alır.
Bu yüzden, dün Osmanlılık ve Meşrutiyet perdesini birden yırttığı gibi, bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde gedikler açmaya çalışır.
Muhtariyet / Özerklik / Yerinden Yönetim / Tavaif-i Mülûk yani Şehir Devletleri / Adem-i Merkeziyet yani merkezsizlik yönetimine yol açar.
Sonra istiklâliyete / bağımsızlığa imkân verir.
Sonra da Tavaif-i Mülûk -Abbasîlerde olduğu gibi- / Küçük Devletler suretini alır. Böylece rekabet hissi sebebiyle vahşetin ve sözde eşitsizliğin, güya ortaya çıkardığı üstün gelme fikrinin de yardımıyla karmakarışık bir mücadele başgösterir.
İşte bütün bunlardan ötürü, millî birlik karakterine engel olan her şeyi, ayrılık eğilimi denen hastalığı gidermek veya durdurmak gerekir.
Yoksa, durum bu merkezde iken, siyasal hastalık; adem-i merkeziyet ve özerklik fikriyle siyasal kulüp ve derneklere bulaşır. Önlerinde menfez, delik ve kapılar açar.
Velhasıl, ayrılığın büyük günahına son vermek gerek. Aksi takdirde, on dört asır evvel ölmüş olan asabiyet ve ırkçılık diriltilmiş olur.
Bundan dolayı, fitne ve bozgunculuğun yanlış ve tehlikeli olduğunu ikaz edip, bu çıkmaz yola girenleri ve girmek isteyenleri uyarmak lâzım.
Öyleyse Asya’nın saadet mahallimiz olan istikbal ve gelecek semasındaki cennetleri cehenneme döndürmeyi istemeyelim.
Millî onur, gayret, hamiyet ve büyüklüğümüze bu tutum ve davranış yakışmıyor.
Zira zatında ve aslında güzel olan her şey; tatbikatında ille de güzel netice verir diye bir kaide ve kural yok. Evet, adem-i merkeziyetin tevil ve yorumu güzel. Onu fikren akledebiliriz. Fakat fiilen uygulayamayız. Tatbiki için çok zaman lâzım. Hakikaten, aslında nice doğru görülen şey vardır ki, uygulandığında nice felaketlere yol açar. Adem-i merkeziyet işte bunlardan sadece biridir.
Üstelik, biz çoğunluğuz. Tevhit ehliyiz. Tevhit / Allahı birleme, bir bilme ile mükellef ve yükümlüyüz. Böyle olduğumuz gibi, ittihat ve birliği tesis edip kuracak millî muhabbetle de vazifeli, mükellef ve yükümlüyüz.
Kaldı ki, eğer unsur lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir. Zira millet oluş ırk ve ırkçılık değildir. Doğuşla beraber, doğuştan ziyade oluştur. Nitekim din, dil bir ise millet birdir. Din bir ise millet yine birdir.