Merkez Bankası E. Başkanı, ekonomist, bürokrat ve siyasetçi Durmuş Yılmaz 26 Kasım Cumartesi günü Kocaeli’de idi. Kocaeli Aydınlar Ocağı olarak düzenlediğimiz toplantıda çok önemli bilgiler verdi.
Durmuş Yılmaz Cumhuriyet tarihimizin en başarılı Merkez Başkanı. Görev yaptığı sırada 2009 yılında Euromoney Dergisi tarafından “Yılın Merkez Bankası Başkanı” unvanının verildiği bir değerimiz.
Gerçek bir devlet adamı olan Yılmaz sıradan bir siyasetçi gibi sansasyonel demeçler vermez. Hala Merkez Bankası Başkanlığı sorumluluğunu taşıyorcasına her cümlesini, hatta her kelimesini ölçüp, tartarak sarf eder.
İzmit’te yaptığı konuşmaya da öncelikle bu hususa dikkat çekerek, ekonomide politika yapıcıların az konuşması, kapalı kapılar ardında en detaylı bir şekilde tartışıldıktan sonra alınacak kararların ilgili herkes tarafından desteklenmesi ve tam birekonomik koordinasyonun olması gerektiği cümleleri ile başladı.
Durmuş Yılmaz’ın “mikrofon riski” diye tanımladığı bir durum var. O’na göre “ekonomik konularda politika yapıcılarının yerli yersiz konuşmaları olmasaydı, faizler de kurlar da şimdikinden ciddi bir oranda daha düşük olurdu.”
Bu bakımdan Sayın Yılmaz’ın bir konferans süreci içinde ifade ettiği ve “arif olan anlasın” tarzı zarif bir üslup ile anlattıklarından siyasi bir demeç çıkarmak mümkün değil.
Bu konuşmadan benim seçtiğim manşetlik bilgiler de, bir siyasi sonuç elde etmek için değil, gerek ekonomiyi yönetenleri ve gerekse bu kararlardan etkilenecek vatandaşlarımızı bilgilendirmek ve uyarmak maksadıyla verildi. Aşağıdaki bilgiler konferansta anlatılanlardan aldığım notlar ve benim yorumlarımın sonucudur.
*************************************************
GÖKDELENLER İLE BÜYÜK DEVLET OLAMAYIZ
Merkez Bankası E. Başkanı Durmuş Yılmaz’ın verdiği bilgilere göre, Türkiye’de 1988 yılında toplam üretim içinde imalat sanayinin payı yüzde 24 iken bugün yüzde 14 lü seviyelere düştü.
Yani bugün Türkiye’de bir sanayileşme değil, sanayileşmeme süreci var.
Ne yapıp yapıp, alt yapı yatırımları dışındaki, inşaat işlerine giden kaynakları imalat sanayine / üretime aktarmamız lazım.
Ve işte ilk manşet bilgi:
Türk çeliğinden yapılmış, Türk Deniz Kuvvetleri Gemileri uluslar arası arenaya çıkmadığı sürece büyük devlet olamayız.
İSTANBUL’DAKİ GÖKDELENLER BİZİ BÜYÜK DEVLET YAPAMAZ.
*************************************************
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN YAPISI
Türkiye büyümek istiyor, büyümek zorundayız. Çünkü işsize iş, aşsıza aş ancak büyümekle sağlanır.
Ancak Türkiye’nin seçtiği ekonomik modelin temel özellikleri şunlar:
· Yurtiçi tasarruflar yetersiz olduğundan dışarıdan tasarruf ithal ediyoruz. Başkalarının birikimlerini borç olarak alıp, kullanıyoruz.
· Dış talebe nazaran iç talebimiz baskın. Ürettiğimizden çok tüketiyor, az ihracat yapabiliyoruz.
· Reel ekonomide imalat sektöründen ziyade inşaat sektörünü önceleyen, harcama tarafında iç tüketiminsürükleyici olduğu bir yapı söz konusu.
· Sonuçta toplam harcamaların toplam gelirleri aşması sebebiyle YÜKSEK CARİ AÇIK veren bir ekonomik büyüme modeline sahibiz.
Bu modelle büyümek istiyorsak cari açığa hazır olmamız lazım.
Bu imalat sanayimizin yapısal sorunundan kaynaklanıyor.
***********************************************
DIŞA BAĞIMLI ÜRETİM KUR YÜKSELSE DE İHRACATI ARTIRMIYOR
2010 Yılı Temmuz ayında Dış Ticaret Müdürlüğü (DTM) tarafından hazırlanmış bir resmi rapor var. Bu rapora göre Türkiye 1 Amerikan doları (USD) değerinde bir üretim yapabilmek için 0,82 USD değerinde ithalat yapmak zorunda. (Bazı araştırmalarda ise 1 USD lik üretim için 0,45-0,6 USD lik ithalat yapmamız gerektiği hesaplanmış.)
Çünkü hammadde ve ara mal ithalatına bağımlıyız.
Yıllardır sürdürülen “düşük kur yüksek faiz politikası” sonucu dışarıyla rekabet edemeyince içeride hammadde üretilmez oldu. Ara mal üreticisi olan fabrikalar dış rekabete dayanamayarak kapandı. Hammaddeden nihai ürüne kadar zincirin halkalarını oluşturan ara mal üretimleri durunca ithalata bağımlı hale geldik.
Bu yapısal sorunu çözemezsek kur politikalarında dur kalkları yaşamaya devam ederiz.
Böyle yapısal bir sorunu olmayan ülkede devalüasyon yaparsanız, yani paranızın değerini düşürürseniz malınız ithal eden ülkede daha ucuz hale geleceğinden ihracatınızı artırabilirsiniz.
Fakat Türkiye’de bu sonucu elde etmek kolay değil. Çünkü ihracat için üretmek, üretmek için ham madde ve ara malı ithalatı yapmamız lazım.
Paramızın değeri düşünce, mevcut stoklar satıldıktan sonra, aldığımız yeni hammadde ve aramalı bize daha pahalıya mal olacağından ürettiğimiz malların maliyeti yükseliyor. (Maliyet enflasyonu.)
Talep durumuna göre üretici bu maliyetlerin tamamını veya bir kısmını fiyatlara yansıtıyor. Sonuçta risk primi ve faizleryükseliyor.
Bu bakımdan “kurun artmasına müdahale edilmesin, denge kendiliğinden bulunur” sözü ülkemiz şartları içinde isabetli değildir.
USD kurunun 3,44 TL’ye veya daha yukarıya çıkması, ülkemizin bu yapısal sorunu dikkate alındığında kamu maliyesi açısından da olumsuz sonuçları ağır basmaktadır.
Vatandaş açısından da kaliteli ithal malları daha pahalıya alacağı, içeride enflasyonu artıracağı için refahın azalmasına sebep olacaktır.
****************************************************
DEVLETİN HESAPLARI DOĞRU DEĞİL
Bu yıl Ekim ayında açıklanan Orta Vadeli Programın (OVP) dayandığı temel varsayımların hepsi yanlış.
Bakın devletimiz OVP hazırlarken nelerin olacağını varsayarak hesap yapmış, durum ne?
“2017’de küresel belirsizlik azalacak” denilmiş, küresel belirsizlik azalmadı arttı, daha da artması söz konusu.
“Küresel büyüme tedricen artacak” denilmiş, dünyada beklenti büyümenin artmayacağı şeklinde.
“Ticaret ortaklarımız büyüyecek” denilmiş, başta Rusya ve AB ülkelerinde durum kötü. Rusya küçülecek, AB ülkeleri sadece yüzde 1.8 büyüyecek.
“Finansal piyasalarda dalgalanma azalacak” denilmiş, dalgalar büyümekte.
“Jeopolitik riskler azalacak” denilmiş sınır dışında savaşır hale geldik. Suriye ve Irak’ta işler durulacak gibi değil. Terör örgütleriyle mücadele ve mülteci problemi devam ediyor.
Amerikan Merkez Bankasının (FED) faiz artırımı sınırlı olacak, Aralık 2016’dan sonra faiz artırımı olmayacak” denilmiş, fakat FED’in 2017’de de iki defa faiz artıracağı görülüyor.
“Yurtiçi tasarruflar yatırıma katkı verecek” denilmiş, oysaki tasarruflarda milli gelirin yüzde 2 si kadar bir azalma olacak.
Hani demişler, “deveye neden boynu eğri?” diye. Devenin her yerinin eğri olduğu gibi devletin bu orta vadeli program ile yaptığı hesabın tamamı yanlış.
Anlaşılan ekonomide de “bindik bir alamete”, inşallah gitmeyiz kıyamete.
28.11.2016
Ruhittin Sönmez