15 Kasım…

228

    15 Kasım nedir diye sorulduğunda takvimlerden bir yaprak denebilir!

    Ya da yıl içinde bir gün…

     Ama her 15 Kasım geldiğinde Akdeniz’in tam da orta yerinde Kıbrıs gibi önemli bir adanın kuzeyinde 40 yıldan beri yaşayan bir devletin kuruluş yıl dönümü kutlanır.

     Bu devletin adı; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, aslında günümüzdeki vasfıyla Kıbrıs Türk Devletidir. Her türlü organıyla, seçilmiş yöneticileri, devletinin kuruluşu için bağımsızlık mücadelesi vermiş, canını seve, seve vermekten çekinmemiş halkıyla bu devlet dimdik ayaktadır.

    15 Kasım 1983’te devlet vasfını ilan etmiş, o tarihten bugüne özellikle emperyalist ülkelerin her türlü oyununa, bu devletin kurucu halkını adadan silip atmak isteyen Rum tarafının insanlık dışı ambargolarına karşı koyarak yaşamaya devam eden bu devleti sadece Türkiye tanımış olsa dahi, onun varlığı tarih sahnesinde inkâr edilemeyecek bir gerçektir.

    Şöyle düşünün, asırlar boyunca Kıbrıs adasının idaresini elinde bulunduran Osmanlının, İngiltere’nin türlü ayak oyunları ile ada üzerindeki hâkimiyetini kaybetmesi sonrasında; Rumların adayı Yunanistan’a bağlamak için yaptıkları türlü Bizans oyunlarına rağmen vatan belledikleri ada topraklarından asla vazgeçmeyen Türklerin uğradıkları her türlü baskıya, ezaya, neredeyse topyekûn yok edilemeye karşı direnerek; son nefeslerini vermek üzere oldukları 20 Temmuz 1974 sabahı anavatan Türkiye’nin müdahalesiyle kurtulduktan sonra hiçbir zaman pes etmeden bugüne gelmeleri her türlü takdirin üzerindedir.

   Bu devletin kurulması elbette kolay olmamış, kuruluşundan sonra özellikle Rum dostlarıyla kol kola giren kimi siyasilerle de devletin içinde mücadele edilmesi gerekmiştir.

   Cumhurbaşkanı oldukları süreçte Talat-Akıncı ikilisinin adada çözümü sağlayacağız diyerek, Rum tarafına verdikleri tavizler, ‘’Birleşik Kıbrıs’’ hayallerini gerçekleştirmek uğruna egemenliklerinden dahi vazgeçtikleri unutulmamıştır.

  İşte bu teslimiyet süreçlerinde dahi Kıbrıs Türk’ü adadaki yaşam mücadelesine devam etmiş, kurmuş olduğu devlete sımsıkı sarılarak, Rum’un her müzakere sürecinde sunmuş olduğu azınlık haklarına asla razı olmayacağını tüm dünyaya ilan etmiştir.

   Şu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek gerekirse adadaki süreç hala 20 Temmuz 1974’te varılan ateş kes anlaşması ile devam etmektedir.  Türkiye’nin adadaki mevcudiyeti yaşanan barış ortamının en önemli teminatıdır.

    Evet, şu anda adada bir barış ortamı vardır ama!  Rum tarafının Türklere uyguladıkları ‘’Ambargo Savaşı’’ devam etmektedir…

   Ekonomide, ticarette, turizmde, eğitimde, sanatta, sporda, müzikte kısacası bir milletin varlık göstereceği her alanda dünya ile irtibatı kesiktir. Bu insanlık dışı uygulamayı yapan Rum tarafı ise maalesef adanın yasal hükümeti olarak kabul edilmektedir!

  Öyle ya, bu hukuksuzluğa göz yuman, ada Türklerinin uğradıkları bu haksızlıkları görmezden gelen dünya devletleri, onların temsilcisi BM ve AB o zaman ada Türklerini Rumlarla iç, içe yaşaması gereken azınlıklar olarak görmektedir!  Böylesine bir hukuksuzluğu kabul etmek mümkün müdür?

    1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin anayasal kurucu ortağı Kıbrıs Türk tarafı değil midir? Bu gerçeğe rağmen günümüzdeki Rum kesimi nasıl oluyor da adanın yasal hükümeti muamelesi görmektedir? Kaldı ki, 15 Temmuz 1974’te Rum tarafı 1960 Cumhuriyetini darbe yaparak ortadan kaldırmamış mıdır?

   Bugün adadaki Rumların varlığını, günümüzde onlara tanınan statüyü sorgulayacak o kadar çok gerçek, o kadar çok belge var ki? Ama bu gerçekleri görmeyen kafadan bacaklılara ne söylesek boş!

   Yaşanan bunca haksızlığa rağmen Akdeniz’de Türkiye’nin uluslararası sulara açılış penceresi konumuyla, Ortadoğu’yu kontrol eden bir uçak gemisi özelliği ile KKTC; varlığıyla Türkiye’nin ön cephesi, ülkemizi güneyden kuşatmak isteyenlere karşı çelikten bir kalkandır.

   Şu anda Türkiye’nin dışında bir ülke tanımamış olsa dahi hâlihazırdaki mevcudiyeti ile mavi vatan Akdeniz’de trilyonlarca metreküplük enerji kaynağında hak sahibi olmamızı sağlayan hukuki bir dayanak, Türkiye’nin bu hakkını tam da Akdeniz’in ortasından savunacağı güvenli bir limandır.

   1968 yılından beri Kıbrıs adasında çözüm beklenmektedir zırvası artık son bulmalıdır!

     Kıbrıs’ta çözüm 20 Temmuz 1974’te geçekleşmiş, 15 Kasım 1983’te de kalıcı hale gelmiştir. Bundan böyle hiçbir şey eskiye dönmeyecek, hiçbir eski yenilenmeyecektir!

    Kıbrıs’ta çözüm aradıklarını söyleyenlere tavsiyem adadaki Türk Devletinin kuruluşunu bir kez daha incelemeleridir. İşte o zaman aradıkları çözümün çoktan gerçekleşmiş olduğunu görmüş olacaklardır.

   Kıbrıs Türk Devletinin Gençleri sizlere sesleniyorum:

  Bundan 50 yıl önce Mehmetçik canıyla, kanıyla koşa koşa atalarınızın yardımına gelmemiş, bundan 40 yıl önce özgürce yaşadığınız bu topraklarda KKTC kurulmamış olsaydı! Bugün adadaki yaşamınız nasıl olacaktı?

  Ya da başka bir soru soracak olursak:

  Bugün adada yaşayan kaç Kıbrıs Türk’ü kalacaktı?

  İşte adadaki mevcudiyetinizi bu iki soruyu sorgulayarak devletinizin kıymetini öyle bilin.

  Günümüz dünyasında Gazze’de yaşanan soykırıma, orada yaşam mücadelesi veren din kardeşlerimize, İslam’ın tüm mukaddesatına haince saldıran İsrail mezalimine bir bakın. Sırf Müslüman oldukları için hunharca ölüme mahkûm edilen bebeklere, Cuma namazında ibadetini yapmak için secdeye kapanan masum insanların nasıl bombalandıklarına bir bakın…

  İşte 1955’ten 1974’e kadar Rumlarda bu insanlık dışı muameleleri sizlerin atalarınıza uyguladılar. Bunu asla unutmayın.

   Unutulmasın ki, sığınacak bir karış toprağı, o toprağı kucaklayan, koruyup kollayan bir devleti olmayan hiçbir halkın geleceği de olmaz.

   Kıbrıs’taki Türk Devletinin her karışının bedeli Mücahidin, Mehmetçiğin canıyla, kanıyla ödenmiş olup, ne Rumlara, ne de onları destekleyen uluslararası kafadan bacaklılara bir borcu yoktur.

  Kıbrıs Türk Devletinin 40’ncı kuruluş yıldönümü kutlu olsun. Bu uğurda can veren Şehitlerimizin, devletin kuruluşunda emeği geçen tüm devlet büyüklerimizin ruhu şad, yaşayan Gazilerimizin ömrü uzun olsun.

  Nice 15 Kasımlara…

Önceki İçerikAdaletsizliğin en büyüğü, adil olmadığı halde adil gibi görünmektedir.
Sonraki İçerikCumhûriyet’e Beş Kala!
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.