Oğuz Çetinoğlu: Muhterem
Hocam, Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy için; ‘İnançlı bir Müslüman’dı, büyük
bir şairdi, değerli bir insandı.’ Diyoruz. Hakkında bu sözlerin söylendiği
insan, hangi ölçülere göre değerlendirildiğinde bu methiyelere/övgülere lâyık
olur?
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan: Bize
göre, bir Müslüman’ın değeri,
büyük hadisçi Süfyân b. Uyeyne’nin (v.197/813) işaret ettiği gibi, yüce Peygamberimize benzerlik durumuyla
ölçülür. İbn Uyeyne diyor ki: ‘En büyük ölçü/mizan, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir. Eşyâ/nesneler ve işler onun
ahlâk, yaşayış ve yoluna arz edilir. Ona uyanlar haktır/gerçektir; uymayanlar
bâtıldır/boştur.’ Biz de bu kurala uygun olarak, iman ve mücadele
adamı olan Âkif’in, Peygamber Efendimizin ‘Müslüman’ tariflerine uygunluk
derecesini, şiirlerinden örnekler vermek, hayatından sahneler nakletmek
suretiyle araştırmayı, en doğru bir yol ve yöntem olarak benimsemiş
bulunmaktayız. Âkif merhum, 622 senelik Osmanlı yönetiminin temellerinin
sarsıldığı, sosyal hayatın tam bir karmaşa hâlini aldığı, daha kötüsü, dehşetli
mağlûbiyetlerin devam ettiği bir dönemde yetişmiştir. Buhranlı zamanlar, insanı
mânevi değerlere sarılmaya yöneltir. Yâni korku, insanı dindar yapar. Acaba,
bazılarının zan ve iddia ettikleri gibi, Âkif’in imanı da böyle bir zorlama ve korkunun
sonucu mudur? Yoksa yakîne/derin bir bilince dayanan, köklü, içten gelen,
olayların, sâdece kuvvetini artırdığı bir iman mıdır?
Çetinoğlu: Şüphe
edilebilir mi?
Çakan: Âkif’in hayatını kaba-taslak bilen bir kimse bile, bu ‘acaba’ kelimesine kesinlikle ‘hayır’ diyecektir. Zira böyle zoraki
imanlıların çoğu, tehlikeler atlatılınca, dine, imana hücum etme derekesine
düşmekten kurtulamamışlardır. Âkif ise, gittikçe artan bir iman şahlanışıyla
her zaman her yerde ‘imanının adamı’ olmasını ve
kalmasını bilmiş ender şahsiyetler arasındaki mümtaz yerini almıştır.
Çetinoğlu: Bunu
hangi mısralarından anlıyoruz?
Çakan: Âkif merhum,
memleket ufuklarının karardığı, ümit ışıklarının söndüğü o günlerde; ‘İmanım,
sînemde müebbed fecr-i sâdıktır.’ diye haykırarak durumunu,
özgüvenini ve duruşunu ilân etmiştir. ‘Müslümanız,
Hakk’a tapan Müslüman’
‘İmansız olan paslı yürek sînede yüktür.’ mısralarıyla da millete, ne olmasının, nasıl olmasının
ve ne şekilde davranmasının gerektiğini hatırlatmıştır. Zira o, milletin
varlık, yaşayış ve mutluluğunda İslâm’ın vazgeçilmezliğine inanıyordu. Çünkü ‘Bir
millet kendi öz değerlerini değiştirmedikçe, Allah onlara bozgun vermez.’
âyet-i kerimesi, değerlerine sâhip çıkmak isteyen toplumlara yeterli garantiyi
veriyordu. Bu sebeple, Kur’an-ı Kerîm’e yürekten
inanmış bir insan olarak Âkif, milletin
tehlikeleri atlatabilmesi ve kalkınabilmesi için iki büyük kuvvetin, kişilerin
ruhunda yer etmesini gerekli görüyordu: Bilinçli
ve güçlü bir iman, tükenmez bir mücâdele azmi ve aksiyon.
Çetinoğlu:
Ölçünüz/miyarınız İslâmiyet olduğuna göre, konu ile
ilgili kaynaklardan da söz eder misiniz?
Çakan: Mümini
çeşitli yönleriyle tanıtan âyet-i kerime ve hadis-i şerîflerin sayısı bir hayli
kabarıktır. Hepsini ayrı ayrı zikretmemizin imkânı yoktur. Bu sebeple, ‘ilâhî
vahyin hareket hlindeki göstergesi’ diyebileceğimiz Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem’in nezih ve temiz
hayatından çıkardığımız altı özelliği esas alacağız.. Bu özellikleri şöylece
sıralayabiliriz: 1- İman, ma’rifet, yakîn ve ilim
ister. 2- İman, Allah ile
beraber olma şuuru, rıza, kanaat ve sabır ister. 3- İman, dünya ve dünya nimetlerine
tapmama anlamında bir zühd ve sürekli Allah’a kulluk edilmesini ister. 4- İman, yaratıklara karşı sevgi, samimiyet ve
dürüstlük ister. 5-
İman, mücâdele /cihad ister. 6- İman, ma’şerî bir
vicdan, sosyal bir çile, insanî bir düşünce ve hareket (aksiyon) ister.
Çetinoğlu: Hocam bu sözleri açıklamanız mümkün mü?
Çakan: 1- İman, ma’rifet, yakîn ve ilim ister. Ma’rifet, derûnî
bilgidir. Yakîn, şüphe ve tereddüt korkusundan uzak olmak demektir. Âkif’te bu
iki özelliğin varlığını, Safahat’ı okurken hissedilen derûni/samîmi zevk
ve açık ifadelerden anlamak mümkündür.
2. İman, Allah ile beraber olma bilinci, rıza, kanaat ve sabır ister: Allah’ı anmak, mümini dînî disipline ve kendini denetleme
(murakabe) bilincine sâhip kılar. Yâni mümine, sonsuz bir ümit ve dipsiz bir korku telkin eder.
Öte yandan, sınırsız bir ümit ışığını sürekli korumak
gerektiğini bilen Âkif, her şeye rağmen ye’se / ümitsizliğe düşmemenin bir borç olduğunu hatırlatır:
Ey, Hakk’a taparken şaşıran,
kalb-i muvahhid!
Bir sîne emelsiz yaşar ancak, o
da: Mülhid.
Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile
ye’sin?
Hâşâ! Bunun imkânı yok, elbette bilirsin…
Âtîyi karanlık görerek azmi
bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim,
budur ancak.
Ye’s öyle bataktır ki: Düşersen
boğulursun.
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne
olursun!
‘İş bitti.. Sebâtın sonu yoktur!’
deme; yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se
kapılma!
3- İman, yaratıklara karşı sevgi, samimiyet ve dürüstlük ister.
Âkif, Yaradan’dan ötürü herkese, her şeye karşı sevgi
duymuş ve samîmi/dürüst davranmış, her hal ve şartta doğruyu, doğrusunu
söylemiştir:
Şudur cihanda benim en beğendiğim
meslek:
Sözüm odun gibi olsun, hakîkat
olsun tek!
O, her şeyden önce dinine, imanına karşı samîmi idi. Bütün
hayatı boyunca aynı imânın sâhibi olarak kalmıştır. Bukalemun meşreblierden
asla olmamış ve onlardan hiç mi hiç hoşlanmamıştır.
4-İman, dünya ve dünya nimetlerine tapmama anlamında bir zühd ve Allah’a
kulluk edilmesini ister.
Kalabalıklardan uzak kalmak, tefekkür ve ibâdete devam
etmek büyük insan olmanın şartlarındandır. Zira ‘ilham perisi, yalnız yaşayan
ruhların ziyaretçisidir.’
Âkif, tâ küçük yaştan beri hep yalnızlığı seven bir ruha sâhiptir.
Hatta onun Çengelköy’de bir-iki dönümlük bir arsa aldığı, oraya bir ev yaptırıp
yalnız yaşamaya hazırlandığı, fakat bunun kendisine nasip olmadığı bir
gerçektir. O’nun hayatını anlatan yazarların hemen hepsi ‘sükûn adamı’ olduğu noktasında
birleşirler. Bir veya iki kişi ile sohbetleri neşeli geçtiği halde,
topluluklarda devamlı sustuğu çok görülen hatta göze batan bir özelliği idi.
Nurettin Topçu merhum bunun için, ‘Âkif’in inzivası, halk içinde bir idi.’
der. Hele son yıllarını Hilvan’ın bir köşesinde yapayalnız geçirmiştir.
5-İman, mücâdele /cihad ister: Âkif, yaşadığı müddetçe imanın bu
gereğini yerine getirmek için çırpınmıştır. Cihad, aslında iman kelimesinin
özünde bulunmaktadır. Âkif, imanın en modern târifini şöyle yapar:
Yumuşak başlı isem, kim dedi
uysal koyunum.
Kesilir belki, fakat çekmeye
gelmez boyunum.
Müslüman’ın şahsiyeti işte bu beyitte en ince anlamına
kavuşmuştur. Bir noktaya kadar susan, hoş gören iman, iş imânî gerçekleri
ilgilendirince var gücüyle er meydanında, mücâdele sahnesinde aksiyon
halindedir.
6-İman, ma’şerî bir vicdan, sosyal bir çile,
insanî bir düşünce ve hareket (aksiyon) ister: Esasen her Müslüman,
biraz da din kardeşleri hatta insanlık için yaşayan insandır. Peygamber
efendimiz, ‘Müslümanların dertlerini dert edinmeyen, onlardan değildir.’ buyurur.
Bu bakımdan her Müslüman ister istemez bu mânâda ümmetçidir.
Çetinoğlu: Mehmet Âkif Ersoy, aynı zamanda bir
dâvânın adamı idi. Uğruna mücadele ettiği dâvâsı neydi?
Çakan: Âkif’in arzusu, Müslümanların tevhid dâvâsında birleşmeleri
idi. Bu ise, bir siyâsî arzu olmaktan çok, imanî bir gerek olarak
değerlendirilmeye lâyıktır. Bu tür düşünüş, Peygamber Efendimizin metoduna da
uygun düşmektedir. Zira Peygamber Efendimiz, ‘akide/inanç’ birliğini temin edecek ve böylece insanların
vicdanlarına yerleşecek olan ‘Tevhid’
dâvâsıyla işe başlamış, tam on bir buçuk yılını sâdece tevhid/Allah’ın
birliği inancını yerleştirmeye ayırmıştı.
Çetinoğlu: ‘İslâmcılık’ kavramı, günümüzde, batılı ve
batıcı çevreler tarafından zararlı bir cereyanmış gibi gösteriliyor. Mehmet
Âkif Ersoy, ‘İslâmcılık’ kavramını nasıl yorumluyordu?
Çakan: Ersoy’a göre İslâmcılık; Müslüman fert ve toplumları, İslâmiyet’in
gerçek iman ve amel esaslarına döndürmek, İslâm’ın ruhunu anlamaları ve İslâm
ahlakı ile yaşamalarını sağlayacak duygu ve bilgilerle donatmak ve İslâm
dünyasında, din kardeşliğinden doğan birliğin gerçekleştirdiği maddî ve manevî
yardımlaşmayı sağlamak için çalışmaktır.
Şu halde, ‘panİslâmist’,
‘ümmetçi’, ‘İslâmcı’ gibi tanımlamalarla Âkif’i tenkide kalkışanlar, aslında O’nu
‘Müslüman’ olduğu için tenkit
ediyorlar demektir. Oysa iman ve
aksiyon şâiri olmak, Mehmed Âkif için aslâ bir nakîsa değil, bir
meziyettir. Çünkü iman, Allah’a mutlak
teslimiyet ve ma’şerî bir vicdan ister.
Prof. Dr. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN 1945 yılında 1977’ye kadar Çakan, Çakan, ayrıca İsmail Lütfi Yurt içinde Yayınlanmış Eserleri: Çakan’ın, bir Hakkı Tavsiye Hocanın, bir çoğu sonradan yayımlanmış |