Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI’nın Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri – 8

103

Ahmet
Kabaklı’nın Gazete Yazarlığı – 2

Gurbete
hicret

Ancak durumda hiçbir düzelme olmuyor, aksine
daha kötüye gidiyordu. Gazete çalışanları arasında da huzursuzluk başlamıştı. O
sırada Günaydın Gazetesi’nin sâhibi Haldun Simavi yeni bir gazete projesi
ortaya attı. Başında Simavi’nin mutemet adamı Kemal Kınacı’nın bulunacağı
milliyetçi-muhazakâr bir gazete yayınlanacaktı. Adı ‘Yeni Haber’ olan bu
gazetenin eleman kaynağı elbette Tercüman gazetesiydi. Servet Kabaklı, Ömer
Lütfi Mete, Ergun Göze, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Mehmet Şevket Eygi ve daha
pek çok isim bu gazeteye geçtiler ve yayın hazırlıklarına başladılar. Gazetede
sağın en tanınmış isimleri vardı. Ama asıl alınması gereken Ahmet Kabaklı idi.

Kabaklı Hoca ile defalarca görüştüler. Hoca,
Tercüman’da eski etkinliğini kaybetmişti. Halbuki o, eskiden olduğu gibi kendi
çizgisinde yürüyen ve sözünün dinlendiği bir gazete istiyordu. Yeni Haber’ciler
Hocaya bu konumu vaat ettiler. Hoca yavaş yavaş ikna oluyordu. Bir gün Vakıfta
dergi toplantısı sırasında bu meseleyi dile getirdi. ‘Yeni Haber diye bir gazete çıkıyor. Beni oraya istiyorlar. Ne
diyorsunuz
?’ diye bizim fikirlerimizi de sordu. Ayla Ağabegüm, Belkıs İbrahimhakkıoğlu,
Melıdi Ergüzel başta olmak üzere toplantıda bulunanlar görüşlerini söylediler.
Ben ve Mehdi Ergüzel, Hocanın Yeni Haber’e geçmesini istemiyorduk. Zira bu
gazete, mâzisi Hocanın geçmişine hiç uygun düşmeyen bir patron tarafından
çıkarılacaktı ve Hocanın kadim okuyucuları bunu kabullenemezlerdi. Hoca bizim
itirazlarımıza karşı şu cümleyi söyledi: ‘Canım,
Kemal Ilıcak ile Haldun Simavi’nin ne farkı var
.’ Bu cümleyi olumsuz
yönlerinin benzerliğini kastederek söylüyordu. Biz de buna karşılık bir şeyler
geveledik ve konu kapandı.

Hoca artık kararını vermişti. Yeni Haber’e
geçecekti. Biz de Mehdi Beyle konuştuk ve daha Hoca ayrılmadan Tercüman
gazetesinin tashih servisinde (akşam vardiyasında) işe başladık. Sanırım 1986
Ekim ayının başıydı. 2 Ekim akşamı tashih servisine Hocanın ‘Hicret ve Gurbet’ başlıklı yazısı geldi.

Biz bunun, Hocanın Tercüman’dan ayrılış
yazısı olduğunu biliyorduk. Ben hemen yazının bir fotokopisini aldım. Yazı 3
Ekim 1986 târihli Tercüman’da yayımlandı. Bu, Hocanın Tercüman’daki şimdilik
son yazısı idi.

Hicret
ve Gurbet
’ başlıklı yazı okunduğu zaman Hoca’nın Tercüman’da rahatsızlık
duyduğu noktalar ve değerinin bilinmediği duygusuna kapıldığı anlaşılır. Hz.
Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in hayatlarından örnekler verilerek, bu büyük
peygamberlerin, doğdukları büyüdükleri yurtlarındaki kardeşleri tarafından
anlaşılmadıkları ve bu yüzden başka topraklara hicret ettikleri anlatılır.

Hoca, ‘Hiç
kimse kendi şehrinde peygamber olmaz
.’ şeklindeki sözün, bu büyük
peygamberlerin hayatlarına nispetle ortaya çıktığını söyler. Ve bu durumu garip
bulur. ‘Garip’ kelimesi Kabaklı
Hocayı Peygamberimizin bir hadisine götürür: ‘İslâmiyet garip başladı, garip devam edecektir.’ Hoca yazısını bu hikmete
bağlılığını bildiren bir cümle ile noktalar:

Biz de
işte o sapa yolun boynu bükük garipleriyiz
.’

Sözün özü, Hoca içinde doğduğu,
yetiştiği-yetiştirdiği Tercüman diyarında sözünün makes bulmadığına kanaat
getirerek, yeni bir diyara, ‘Yeni Haber’e
hicret eder. Hocanın yazısının elimizdeki orijinal nüshasını incelendiğimizde,
yazdığı son yazıyı nasıl dikkatle tekrar tekrar elden geçirdiğine şâhit oluruz.
‘A klavye’ daktilosu ile aralıklı olarak yazdığı ilk şeklin hemen her cümlesinde
mutlaka bir düzeltme görülür. Bu, onun son ana kadar mükemmeli aradığını
gösterir.

Meselâ yazının başlığına bir göz atalım. Yazı
ilk yazıldığında ‘Hicret’ başlığını
taşımaktadır. Bu bir ayrılışın habercisidir. Hoca yazıyı tekrar gözden
geçirdiğinde ‘ve Gurbet’ ilâvesini
yapmıştır. Böylece yazının başlığı ‘Hicret
ve Gurbet
’ olmuştur. Hoca Tercüman’dan, senelerini verdiği öz yurdundan
ayrılmaktadır. Lâkin gurbete gitmektedir. Bugünkülerin ‘O şirket olmazsa bu şirket, parayı kim fazla verirse ona çalışırım
anlayışına tamamen zıt bir anlayıştır bu. Hoca yurdundan, içi hüzün dolu olarak
ayrılır. Sözünün dinleneceğini ümit ettiği yabancı bir mekâna doğru
gitmektedir. Bunun bilincindedir. Yazının sonraki bölümlerini okuyucu karşılaştırırsa,
iyi bir metin kıyaslaması yapmış olacaktır. Kabaklı’nın büyük yazar olmasının
bir sırrı da ilk yazdığı metni olduğu gibi baskıya vermeyişidir. Yazıya 1946
yılında başladığını düşünürsek O, aradan 40 yıl geçmiş olmasına rağmen, yazdıklarını
hâlâ tekrar tekrar gözden geçirmektedir. Bu hassasiyeti bir çırpıda yazar
olanların anlaması çok güçtür.

On
dört aylık inziva

Peki sonra ne oldu? Yeni Haber Gazetesi’nin
ilk nüshası 21 Ekim 1986 günü yayınlandı. Hoca gazetenin başyazarı konumunda
idi. Gazetenin yayın hayatı 8 Aralık 1986 târihîne kadar 49 gün devam etti.
Gazete kapandı. Tercüman’dan Yeni Haber’e gidenlerin bir kısmı Türkiye Gazetesi’ne
geçtiler. Hoca 14 ay boyunca Türk Edebiyatı Dergisi dışında hiçbir yerde
yazmadı. Dostunu düşmanını büyük ölçüde bu 14 ay içinde anladı. Eskiden bir günde
defalarca arayanlardan bazıları, bu sürede O’nu hiç aramadılar. Bu süre, Hoca
için gerçekten bir gurbet oldu… Ama yazdığı dönemdeki ‘sıla’nın da sanal
olduğunu O’na gösterdi.

Hoca, ‘Temellerin
Duruşması
’ isimli dev eserini bu 14 ayda tamamladı. ‘Şâir-i Cihan Nedim’ senaryosunu yazdı. ‘İstanbul Güldestesi’ni hazırladı. Türk Edebiyatı kitabının 5 cilde
çıkarılması çalışmaları da bu 14 aylık inziva devrinde vuku bulmuştur. Günlük
hayatın kargaşasından ve siyâsetin bitmez tükenmez çekişmelerinden uzak
geçirilen bu 14 ay, Hoca’nın en verimli çalışma devrelerinden birisi olmuştur.

Yuvaya
dönüş

Ahmet Kabaklı 1 Şubat 1988 târihînde yine
Tercüman’da yazmaya başladı. Gazete artık hızla kapanmaya doğru gidiyordu. Hoca’nın
yazmaya başlaması da bu gidişi değiştirmedi. Gazetenin çalışma şartlarının eski
tadı kalmamıştı. Cevizlibağ’daki modern bina elden çıkmış, gazete Davutpaşa’ya
fabrikaların arasındaki bir binaya taşınmıştı. Hoca’nın Tercüman’daki bu
seferki yazı hayatı 2 Mart 1991 târihîne kadar, yani 3 yıl 1 ay devam etti.

Sonra 19 Mart 1991 târihinden itibâren
Türkiye Gazetesi’nde yazmaya başladı.

Bu gazetede 19 Kasım 2000 târihîne kadar
devam yazarlık hayatında da zaman zaman sıkıntılar yaşadı. Hoca, yazılarına müdâhale
edilmesini sevmezdi ve ettirmezdi. Türkiye Gazetesi’nde bâzan yazılarını
değiştirmesi istendi, bâzan yazısı yayınlanmadı, Hoca gitti yayınlanmayan o
yazısını televizyon ekranından okudu. Bâzan reklâm geldi diye yazısı konmadı.
Velhasıl eski tat eski âhenk bir türlü yakalanamadı.

İş bir noktaya geldi ve ahengi sağlayan
tellerden sonuncusu da koptu… Ve işte o zaman, üstat Yahya Kemal’in dediği
gerçekleşti: ‘Bir tel koptu, ahenk
ebediyyen kesildi
.’

Hoca da 8 Şubat 2001 târihînde bu defa,
gurbetten asıl vatana hicret etti…

İSA KOCAKAPLAN

ESERLERİ

47-TEMELLERİN
DURUŞMASI 2:

(359 sayfa / 2019 – 11. Baskı)

Merhum Ahmet Kabaklı,
Temellerin Duruşması’ isimli eserine
yazdığı ‘Takdim’ başlıklı yazısında,
eserinin mahtevâsı için şu bilgileri veriyor:

En çok heykeli
yapılan adam: Atatürk.

En çok övülen
kişi: Atatürk.

 Millet onunla korkutuldu.

Atatürkçü’ denilen zümre, bu
sömürücülüğün suçlusudur.

 O’nun kahraman, milliyetçi şahsiyeti ya aşırı
övgülerle veya yalanlarla büsbütün gölgeleniyor. Bunu yaptıklarında milletimiz,
özellikle milletimiz alçaltılıyor.

Başımıza gelen kötülüklerin çoğunu Atatürk istismarcılığı teşkil
ediyor. Alenen Atatürk’ün adı kullanılarak tezgâhlanan siyâset ve fikir
açıkgözlülüğü pek yıkıcıdır. Heyhat ki ‘Atatürkçülük’
denilerek Türkiye’de 1950’den beri üç dört ihtilâl yapılmıştır. İhtilâli yapanlar
ise bazı zümrelerin veya çıkarcıların adamlarıdır.

O kadar ki Atatürkçülük taassubu, soyguncu ve mafyacıların da
kullandıkları bir sömürü vasıtası olmuştur.

Her sorumlunun gönlüne iki korkuyu özellikle dikerek, bu kavramları
sevimsiz yapmışlardır. Bunlar asker ve Atatürk korkusudur.

Üstelik milliyetçi geçinen birçok ahmak, Atatürkçülükten parsa
toplamak için, suçsuz birçok kimseyi ihbar ederek namuslu insanların mahvına
sebep olmuşlardır.

Bu korkudan kurtulmadıkça serbest düşünmemiz, serbest politika
yapabilmemiz ve hukuk devletine ilk adımları atabilmemiz mümkün değil.

Atatürk’ü küçültmek ve ondan çıkar sağlamak için putlaştıran…
Hakkında yalanlar ve dokunulmazlıklar icat ederek sömüren, olduğundan başka bir
Mustafa Kemal icadına kalkışan Atatürkçü gurubundan ben de milletimiz de dâvâcıyız.

Bu kitapta, Gazi’yi olduğu gibi anlatmak denemesi yapılıyor.

Bu kitabı; hâlis ve kahraman Atatürk’ü putçulardan kurtarmak için
yazıyorum

Milletimizin kahir ekseriyeti,  yukarıdaki bilgileri 3 maddede özetliyor:

1-Hakîki Atatürkçüler, 2-Atatürkçü
geçinenler,  3-Atatürk’ten geçinenler.

Atatürk’ten
geçinenler, Atatürk’ü; Komünist devrimcilerin Stalin’i, Kültür ihtilalcilerinin
Mao’yu övdükleri gibi övüyorlar. Atatürk’ü samîmi olarak sevdikleri için değil,
O’nun adını kullanarak ‘kurtuluşa kadar
devrim
’ yapmak için… ‘Kurtuluş’tan
kasıtları, geçmişte Türkiye’yi Komünizmin kölesi yapmaktı. Komünizm Rusya’da
çöktükten sonra ne söyleyeceklerini henüz belirleyemediler. Günün şartlarına
göre, gelen emirler doğrultusunda hareket ediyorlar.

 Batılılar Türkleri sevmezler. Onlardan gelen
emirler, Milletimizin hayrına değildir.

Sözünü esirgemeyen diplomat’ olarak bilinen Keçecizâde Mehmed Fuad
Paşa (1814-1868); ‘Siz dışarıdan, biz
içeriden uğraşmamıza rağmen 100 yıldan beri Osmanlı Devleti yıkılmadı
’ sözü
ile tanınır.  Başka bir hikâyesi daha
vardır: Paris’te Büyükelçi iken, dâvetli olduğu opera galasına gider,
protokoldeki yerine oturduktan az sonra Fransa İmparatoru Üçüncü Napolyon
salona girdiğinde, herkes ayağa kalkar, Fuad Paşa yerinden kımıldamaz. Bu durum
imparatorun gözünden kaçmaz. Görevlilerden birine emreder: ‘Sorun bakalım, kendisini Kanûnî’nin elçisi
ni zannediyor
? Elçimizin cevabı Osmanlı tokadı gibidir: ‘Hâşâ, eğer ben Kanûnî Sultanımın sefiri
olsaydım; sizin kralınız, benim bulunduğum salona, benden izin almadan
girebilir miydi
?’

Onlar, Türkleri
sevmediklerini böyle iğneli sözlerle ifâde ederler. Sahte nezâket…

Buna karşılık biz,
Türk dostu olarak görünen Yahudi Moiz Kohen’in yazdığı Kemalizm ideolojisini
baş tâcı ediyoruz. Ermeni asıllı Agop Dilaçar’a Türk Dil Kurumu’nda başuzmanlık
vazifesi veriyoruz.

Her milletin Türkleri
sevmemesi için kendine göre bir takım sebepleri vardır da, Yahudiler için hiç
bir sebep yoktur. Çünkü târih boyunca Yahudilerle savaşımız değil, çatışmamız
bile olmadı. Aksine İspanya’dan kovulan Yahudileri, gemi göndererek
topraklarımıza getirdik, bağrımıza bastık.

Buna rağmen
Yahudiler, milletlerarası arenalarda Türkler aleyhindeki faaliyetlerle
yetinmiyorlar, yeterli ölçüde şuur sâhibi olamayan insanlarımızı kendi
milletinin aleyhinde görüşlere yönlendiriyorlar. Onların bir kısmına, sahte
Atatürkçülük yapma görevi verilmiştir. Başka şeyler de verilmiş olmalı ki,
Atatürk prensiplerinin aleyhinde hareket ettiklerinin farkına varamıyorlar.

Atatürk’ten
geçinenler ise; içerisine konulduğu kabın şeklini almakta mâhir olan
omurgasızlardır. Yavuz Bülent Bâkiler, Kültür Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcısı
iken 1981’de, darbeciler tarafından ‘Atatürk
100 Yaşınd
a’ sloganı ile faaliyetler düzenlenmektedir. ‘Atatürk’ten geçinenler’ ekibinden biri, Atatürk’ün kahve içtiği fincanı
1.000.000 liraya satmak ister. İddiasını ispat etmesi istendiğinde, Bâkiler’i
cumhurbaşkanına şikâyet eder görevden alınmasını sağlar.

Bunlardan Ahmet Kabaklı
da şikâyetçidir. Şöyle diyor:

Atatürk’ten geçinenler, hür ve serbest düşünen
insanları  ‘Atatürk düşmanı’ diyerek
mahvederler. Türettikleri bu heyulânın ‘Atatürk’ olduğuna cebren inanmamızı
isterler. İtiraz eden veya gerçeği açıklayan biri çıksa hemen aforoz ederler.
Sunî katedralleri, bankaları, matbaaları, gizli dernekleri, ders kitapları,
sayısız soyguncu kulüpleri, fikir mafyaları, işkence çeteleri ile mânevî
engizisyonda parçalarlar.

Atatürk bahane edilerek yapılan zulüm ve vurgunlar,
trilyonla yutulup harcanan millet paraları canımıza yetmiştir.

Şu hâlde milletimiz için doğru ve gerekli olan vazife:
Uydurma târih ve inanılmaz efsânelerden kurtulup Atatürk’ün gerçeğini
bulmaktır.

Çünkü gerçek insan ve seçkin Atatürk yerine konulan
uydurma ve hurâfeleri kimse kabul edemez; etmemelidir. Bunun için halkı
zorlamak, insan şeref ve haysiyetine tecâvüzdür.

Ahmet Kabaklı, ‘Sahte ve Kalp Atatürkçüler’, ‘Atatürkçülerin Atatürk Düşmanlığı’, ‘Kahraman’ı Yıkmak İçin Yakıştırmalar’, ‘Atatürkçü Geçinen Komünizm’, ‘Bunlar mı Atatürkçü?’ gibi başlıklar
altındaki makelelerde meseleyi enine boyuna inceleyip sağlam hükümlere varıyor.

Millî Eğitim Bakanı
Sayın Sağlam’ın sözlerinden hareketle ortaya konulan sağlam hükümlerden biri,
134-135. sayfalarda:

“Millî Eğitim Bakanı Sayın Sağlam, kendisine mahsus
heyecanlı söylev tonu ile fakat biraz da öfkelenmiş olarak, son televizyon
konuşmasında:

‘Atatürk sola da çekilemez, sağa da çekilemez…
Çektirmeyeceğiz, kararlıyız!’ diyordu.

Başta Sayın Evren olmak üzere MGK’nin yeniden açtığı bu
milliyetçilik çağının Millî Eğitim Bakanını, acaba hangi solcu komünist
sinirlendirdi ki bu tonda konuşmaya lüzum gördü?

Gezileri sırasında TÖBDER’den artakalan bir kişinin
kasıtlı konuşmasını mı dinledi? Yoksa bakanlık teşkilâtında, yine 1978-1979
döneminden kalma yöneticiler var da onlar ‘Atatürk’ü, yine sola çekmek’
cür’etine mi kalkıyorlar?

Çünkü Atatürk, hakikaten sola çekilemez ve çektirmeyiz. Çünkü bu, milletimize olduğu kadar ve bilhassa Atatürk’ün koyu milliyetçiliğine
karşı da bir ihânettir.

‘Atatürk sağa da çekilemez’ çünkü buna lüzum yoktur. O’nu
ne kadar ‘sağa’ çekseniz yine de O’nun koyu milliyetçiliğine yetişemezsiniz.

Ah şu Türk Târih Kurumu! Atatürk’e ait bütün belge,
fotoğraf, yazı, söylev, demeç, sohbet ve hatıraları (tek birini gizlemeden)
neşretmiş olsa idi bugün kimse onu ‘sola’ çekemeyecekti. Sayın Sağlam da böyle
kızıp üzülmeyecekti…

Atatürk’ün milliyetçiliği, antropolojiye kadar
genişlemiştir. Mimar Sinan’ın mezarını açtırarak kafatası üstünde tetkikler
yaptıran Atatürk’tür. Orta Asya yâni geniş Turan kültürünü, Türk târih ve
edebiyatına o, bilhassa getirmiştir. Millî destanlarımıza candan bağlıdır.
Bozkurt amblemli şapkaları, liselilere mecburî olarak giydirten de O idi.

Atatürk diyor ki: ‘Dünya yüzünde Türk’ten daha büyük, ondan
daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık târihinde
görülmemiştir
.’ Bu cümleyi söyleyen insan ‘Türk Milliyetçisi’, yâni ‘sağcı
değilse, kim ve nasıl sağcı olabilir? 

Ahmet Kabaklı, ispat
edici delilleri satırlar arasına serpiştirerek 352 sayfalık eserinin özetini; birkaç
cümle ile veriyor:

Milletimiz, ecdadının din ve töresine, ahlâkına, yapıcı imanına,
adâletine, hoşgörücü ruhuna, ırz ve namus anlayışına, 2000’lerin hukuk
üstünlüğü ve demokrasi şartları içinde ulaşmaya mecburdur.

Yasaklı demokrasi olamaz. Demokrasi elbette töreli ve
kanunlu olur. Demokrasinin elbet bir cebri de, asayişi ve nizamı da olur. Fakat
kara rejimin yasakları, korkuları, yalan dolanları ile ne kalkınma ne de düzen
sağlanabilir.

Uyanacak ve hürriyetin tadına varacak olan milletimiz,
okumuşlarını şahsiyet ve karaktere icbar edecektir.

Bizim tek gayemiz, asıl hedefimiz, devletle milleti
kaynaştırmaktır. İşte ancak bu kaynaşma olduğu zaman, demokrasi muradımız da
tam mânâsıyla gerçekleşecektir

Önceki İçerikErzurum’a Gidip Palandöken’i gördünüz mü? Ya Kocaeli!
Sonraki İçerikMimar Sosyolog Arif Şentürk…
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.