Vakalar Niye Artıyor: Soyut Önlem, Somut Ölüm

100

Gençliğimde okuduğum bir nükleer kaza haberinden çok
etkilenmiştim. 1958 yılında, Belgrad’daki Vinca Araştırma Enstitüsündeki kaza.
Ben onun hikâyesini altmışlı yıllarda okumuş olmalıyım. Enstitüde Rus yapımı
iki ağır su reaktörü vardır, RA ve RB. 
Öğrenciler RB’de, ağır su seviyesini değiştirerek ölçümler yapmaktadır.
Deney sırasında su seviyesini fazla yükseltirler ve yakıt kritik noktaya gelir.
Altı kişi öldürücü radyasyon dozu alır. Bunlar âcilen Paris’teki Curie
enstitüsüne uçuruluyor ve tarihte ilk defa yabancı (uyumsuz) kemik iliği
nakliyle tedavi ediliyorlar. Beşi kurtarılıyor, biri vefat ediyor.

 

Bu hikâyeyi okurken beni en çok etkileyen, araştırmacıların
öleceklerini bir şey hissederek veya görerek, duyarak değil; göstergelere
bakarak anlamalarıydı. Sonradan öğrendim ki onları ilk alarma geçiren havadaki
ozon kokusuymuş. Reaktörden çıkan radyasyonun havadaki oksijeni
iyonlaştırmasıyla meydana gelen ozonun kokusu.

 

 

 Acı hissetmeden, bir gürültü patırtı duymadan, sıcaklık
falan da hissetmeden, ben öldüm diye düşünmek nasıl bir şey diye merak
etmiştim. Gösterge gibi soyut bir şeyden ölüm gibi daha somutu olamayacak bir
sonuç çıkarmak…

 

Cahilin soyutu yok

Rus nörolog Luria’nın cahil topluluklar üzerinde yaptığı bir
çalışma var. Alt Akıl kitabımda ayrıntısıyla anlattım. Bunlarda soyut kavramlar
yok gibi. Sadece somut nesnelerle düşünüyorlar. Okula gitmemiş denekler
geometrik şekillere daire, dikdörtgen demiyor. Bu nedir diye sorulduğunda
daireye tabak, süzgü, kova, saat veya ay; dikdörtgene ayna, kapı, ev diyor.
Okula gitmiş olanlar ise öğretildiği gibi daire, dikdörtgen diyor. Tabi okul
pek bir şey öğretmeyen okulsa, onun da soyut düşünmeye yararı olmaz. Luria,
yaptığı mülakatları anlatıyor. Bir örnek şöyle:

 

Soru: Sürekli kar bulunan yerlerde bütün ayılar beyazdır;
Novaya Zemlya’da her zaman kar vardır; oradaki ayıların rengi nedir?

 

 

 Cevap: Ben sadece
siyah ayı gördüm, görmediğim şeyler hakkında konuşmam.

 

Soru: Benim söylediklerim neye işaret ediyor?

 

Cevap: Eğer insan bizzat orada bulunmamışsa söylenenlere
dayanarak karar verilmez. 60 veya 80 yaşında bir adam orada bir beyaz ayı görse
ve bunu bana anlatsaydı ona inanılabilirdim.

 

Luria’nın denekleri hemen meydana gelmeyen olaylar
arasındaki sebep-sonuç ilişkisine de pek inanmıyordu.

 

Belgrad’daki gibi bir göstergenin sapması veya havadaki ozon
kokusu bu insanları alarma geçirmezdi her halde.

 

Virüsü görebilseydik

Belgrad’ı, Rusya’yı bir kenara bırakıp bugünün Türkiye’sine
gelelim. Maske takmanın, mesafeyi korumanın yararına kaç kişi inanıyor acaba?
Maskeyi çenesinde taşıyan, boynuna saran insanlar Luria’ya nasıl cevap verirdi?
Görmediklerine inanmıyorlar. Maalesef virüs de görünmüyor. Görünse salgında
bugünkü gibi açık ara dünya lideri olmazdık. Düşünün, bir lebalep kongredesiniz
veya yasağa rağmen lebalep cenazede. Ve ne göresiniz, işte falanca konuşurken
ağzından deniz mayını gibi milyonlarca virüs çıkıyor ve bir bulut hâlinde size
doğru geliyor. Kongre salonuna kapıdan bakıyorsunuz, havada virüs bulutları
var. Herhalde girmezsiniz. Hatta o kongre hiç yapılmaz.

 

Vinca kazası, temizlik, maske, mesafe kurallarının
çiğnenmesi kadar vahim değil. O öğrenciler nihayet kendilerine zarar verdiler;
bir kişi hâriç, o tesadüfen yakında imiş. Lebalepçi toplanmaların failleri
yalnız kendilerine zarar vermediler. Toplantı bittikten sonra önce ailelerine
ve yakınlarına, aileleri ve yakınları da kendi eşine, dostuna, ailesine ve yakınına
bulaştırdı. Onlar da başkalarına. Boston’da 175 kişilik bir toplantının 300.000
kişiye virüs bulaştırdığını yazmıştım. 5.000- 10.000 kişilik toplantılar kaç
kişiye bulaştırmıştır dersiniz? Bunu üçüncü defa yazıyorum.

 

 

 Ben muhalifliğimden
mi böyle düşünüyorum? İtiraf edeyim, muhalifim elhamdülillah; fakat Türkiye’nin
başına gelenlerin başka açıklaması yok. Suç İngiliz mutantına, Brezilya
mutantına, Güney Afrika mutantına yüklenilmeye çalışılıyor. Peki, bu mutantlar
yalnız Türkiye’de mi etkili? Daha da önemlisi, İngiltere, Brezilya, Güney
Afrika nasıl oluyor da bizim yaşadığımızı yaşamıyor?

 

Karar’ın 19 Nisan İnternet nüshasında Seda Çakır’ın
haberine, özellikle o haberin başındaki hareketli grafiğe bakınız. Bizde ve
dünyada düşme eğilimindeki vaka sayılarının Mart ayında nasıl başını yukarı
kaldırıp sonra da herkesin tersine nasıl rekora koştuğuna bakınız.
https://www.karar.com/lebaleb-kongre-etkisi-vakalar-martta-ucusa-gecti-1613428
Allah, Allah… Niye Türkiye’de? Niye Mart’tan itibaren acaba?( https://millidusunce.com/vakalar-niye-artiyor-soyut-onlem-somut-olum/)