Uydurulan Yalanın Gladyatörleri

126

Türkiye son birkaç haftadır orijinalinin mevcut olup olmadığı belli olmayan bir belgenin, yani İrtica ile Mücadele Belgesinin, sanal olarak çoğaltılmış olan kopyalarını tartışmaktadır. Bu kopyalar öyle bir etki bıraktı ki günlerdir devletin tepesi bu belgeye kilitlendi. Muhalefet ve iktidar çevreleri kopyanın kopyası, çerçevesinde düzenlenmiş olan deliller ve görüşler etrafında kutuplaştı. Mahkemeler bu kopya belgenin hangi hukuki kriterlerle değerlendirileceğini çözümleme noktasında ciddi açmazlarla karşılaştı. Sorun hala tartışılmaya devam ediyor. Gündem bu belge etrafında şekilleniyor.

Ortada gösterime konan bir belge var. Bu belgenin orijinali ise mevcut değil. Belgenin, bürokratik olarak emir komuta zinciri esasına göre yapılanmış olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin bazı birimlerince, hazırlandığı iddia edilmektedir. Belge olduğu iddia edilen bu metnin, Genel Kurmay Başkanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşleri ile uzaktan yakından ilişkisi olmadığını, Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ heceleyerek açıkladı.

Gazete sütunlarında bu metnin Genel Kurmayın görüşlerini yansıttığını var sayarak, Türk Silahlı Kuvvetlerini darbe planı yapmakla suçlayanlar oldu. Hükümet yetkilileri TSK’yı darbe ve psikolojik hareket planları yapmakla suçladı. Muhalefet Hükümeti bu belgeyle ilgili varsayımları esas alarak eleştirdi. Yargının konuyu nasıl ele alacağı bir muamma olarak ortada duruyor. Çatışan tarafların görüşlerinin sahihliğini veya sahteliğini bir yana bırakalım. Onlar üzerinde bir söylentinin belgeye dönüşmüş biçimi, çatışmanın muharrik gücü olarak etkisini gittikçe arttırmaktadır. Asıl önemli olanda burasıdır.

 Mevlana; “Eğer her görünen şey, göründüğü gibi olmuş olsaydı, o kadar keskin ve aydın görüşlü Peygamber (a.s) :Allah’ım bana eşyanın gerçeğini olduğu gibi göster, diye feryat etmezdi, dua etmezdi.” der.[1]  Mevlana’nın bunu söylediği şartlarda, sanal olarak gerçeği olmayan bilgilerin üretilip dolaşıma sokulduğu bir durum mevcut değildi. İnsanlar tabii bir ortamın inşa ettiği iletişim kanalları ile bilgileniyorlardı. Hakikat arayışına katılıyorlardı. Ancak buna rağmen yine de insanın gerçeği görmesi sorun olmuştur. Bundan dolayı Resul-u Ekrem (a.s) “Allah’ım bana hakikati olduğu gibi göster”, diye dua etmiştir.

Yukarıda anlatılanlar kadim geleneğin mevcut olduğu şartlarla ilgilidir. Günümüzde kadim gelenek maalesef sadece metne dayalı bir değer taşımaktadır. Mevcut toplumsal ilişkiler, kanaatler, iletişim kanalları ve söylemlerin bu kutsal ve kadim gelenekle bir alakası nerdeyse kalmamıştır. Yani günümüzde insanların bizzat eşyaya ve tabiata bakarak hakikati görme şartları ortadan kalkmıştır. İnsanların bir çoğu tamamen yapay bir evrenle, bilgi alanı ile, kültürle karşı karşıyadır. Bu yapay evren ve kültür ise uzmanlar, örgütlü güçler ve muktedirler tarafından -kendilerince?- mantıksal olarak düzenlenmiş bir evrendir. Yani görme ve bilme alanı özgürce her kesin kendi seçimine bırakılmış değildir. Muktedir güçler tarafından yönetilen ve gösterilen bir evrendir. Şu anda gösterime konan bu belge de özel olarak bu amaçla hazırlanmış bir belgedir

Bilgi kaynağı olarak yapay bir evrenle muhatap olma durumu, aynı zamanda zaten yapay olan bilgilerimizin ve kanaatlerimizin yine yapay bir malzemeden bize yansıdığına delalet eder. Yapayın yapayı olan bir bilgi yığını yükü altındayız. J. Baudrillard, “Bir köken ya da gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığı ile türetilmesine hipergerçek yani simulasyon”[2] demektedir.  Simulakr, orijinali, gerçeği, ilk örneği olmayan kendisi zaten kopya olan bir şeyin kopyası anlamına gelmektedir. Simulasyon ise, bu kopyanın dolaşımda tutularak yeniden üretilmesi demektir. Baudrillard özetle, günümüz insanının davranışlarını, tutumlarını ve tepkilerini yönlendiren, etkileyen ve biçimlendiren şeyin, insanın kendi görmesi ve anlaması olmadığını, yapay olarak profesyonelce inşa edilen, gerçekle alakası olmayan bir simulasyon evreni olduğunu iddia etmektedir.

Son günlerde ortaya çıkarılan “İrtica ile Mücadele Belgesi” etrafında inşa edilen gündemin gerçeklikle ilgisi ne düzeydedir? Onu ortaya çıkartmak gerekir. Örnek olsun diye söylüyorum: 1970 li yıllarda bu ülkede insanlar sağcı ve solcu diye kutuplaşmışlardı. Sağcılar, sağcılığa ilişkin değerlerin gerçek olduğuna, solcular ise solculuğa ilişkin değerlerin gerçek olduğuna inanarak mücadele ediyorlardı. Ancak sonradan anlaşıldı ki solculuğa ilişkin ve sağcılığa ilişkin değerlerin hepsi birer yanılsama imiş. Kurgulanmış yalanlar üstüne taraftar olma her zaman önemli bir tehlikedir.

Öte taraftan siyasi iktidar çekişmeleri ve çatışmalarının doğasında, her zaman gerçekle alakası olmayan söylentiler araçsal bir değer olarak kullanılmıştır. Bizans veya saray entrikası denilen entrikalar ve kulisler, genel olarak bu söylentiler üzerinden yürütülür. Söylenti; sahibi, kaynağı ve sorumlusu belli olmayan fikirler, görüşler ve ilişkiler demektir. Gerçekliği şüpheli olan bu görüşler, bu duruma rağmen gerçek çatışmalara, tartışmalara ve eylemlere yol açabilir. Tarihte bu tür çatışmaların örnekleri de bilindiği gibi çoktur. Bakara(102) süresinde Hz. Süleyman’ın iktidarı hakkında “uydurulan yalanların” dolaşıma sokulmasından bahsedilmektedir. Hz. Süleyman’la ilgili olan bu temsil, iktidar çevreleri arasında uydurulan yalanların ne gibi çatışmaları körüklediği açıkça belirtilmektedir. Şunu da belirtelim: Yalan bir gerçeği gizlemektir. Bundan dolayı yalan yine gerçekle ilgilidir. Ancak uydurulan yalanın gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Uydurulan yalanın inşacıları, ağızlarıyla karınlarından konuşanlardır.

Günümüzde kontrollü kriz, olarak tanımlanan söylentiye dayalı çatışma kurguları, saray entrikası denilen krizlerden birçok yönden ayrılmaktadır. Güncel siyasi krizler ve çatışmalar bilgi ve iletişim teknolojileri aracılığı ile şişirilmiş birer gerçeklik (hipergerçeklik) alanı olarak işlem görmektedir. Kurgusal olarak düzenlenmiş olan söylenti, yani uydurulan yalanlar (ki bu artık bir söylenti ve yalan olmaktan çıkmıştır, çünkü taraftarları var, yani gerçektir.), propagandanın, somut suçlamaların ve atışmaların gerekçesi olmaktadır.  The Good Shepherel/Kirli İlişkiler adlı Amerikan yapımı ve CIA, ajanlarının çalışmalarını gösterime sokan filmde, “yalanlarla gerçek yaratmak” CIA casuslarının ve teşkilatının uzmanlık alanı olarak ifade edilmektedir. Romalılar halkı uyutmak için gladyatör yetiştirirdi. Amerikalılar ise anlaşılan “yalan uyduran uzmanlar” yetiştiriyorlar.

Söylentiler bilgi teknolojileri kullanılarak belgeye dönüşmektedir. Söylentiye dayalı propaganda bu yol ile yeniden üretilen bir belge olmaktadır. Belge üzerinde yapılan medyatik yorumlar ise propagandanın yeniden üretimini süreklileştirmektedir. Böylece ilk ve orta çağlarda kuytu saray köşelerinde konuşularak çoğaltılan, dolaşıma sokulan propaganda malzemeleri, (Hz. Süleyman döneminde olduğu gibi) günümüzde belgelere ve yazılı metinler dönüştürülerek, resmi iktidardan bağımsız özel bir iktidar alanı da üretmektedir.  

Medyatik iktidar denilen iktidar, bu yöntemle kurumsal ve resmi bir statü kazanmış olmaktadır. İletişimi sağlama adına üretilen cansız kitle iletişimi yani iletişim araçları, araç olmaktan çıkıp amaç olmaktadır, iletişimden bağımsız bir otorite olmaktadır. Bu durum, kilise bürokrasisinin kendini Tanrı yerine kaim kılması sürecine benzemektedir. Ancak önemli bir fark da vardır. Kilise kutsal olduğuna inanılan bir tanrı tasarımına göre kendini ilahlaştırırken, günümüzün kurumsal olarak örgütlenmiş olan medyatik iktidarı orijinali olmayan bir kopyayı, yani Hz. Süleyman dönemindeki gibi, “uydurulan bir yalanı” gösterime sokarak kendine bir iktidar alanı oluşturmaktadır.

Söylentinin yeniden üretimi ve belgeye dönüşümü yöntemi ile inşa olunan bu simulasyon iktidarları,  geleneksel iktidarın yayılarak dağılmasını sağlamaktadır. Ülkenin geleneksel bürokrasiyi kullanarak malum klasik yöntemlerle yönetebilirliğini de imkansız bir sürece sokmaktadır. İktidarın simülasyona dönüşümü gibi bir süreç yaşanmaktadır. Üstat Necip Fazıl, liberalizmin ve kapitalizmin kazanma hırsı, için “yaşasın kefenimin kefili karaborsa” demişti. Sanırım bizler medyatik iktidar ve uzantılarının inşa ettiği, “uydurulan yalanların” gösterimine kendini kaptırmış Romalı kölelerin durumuna düşmekteyiz. Uydurulan yalan üstüne kurgulanan bu medyatik iktidar ortamında kendimizi nasıl bileceğiz? İyi düşünmek gerekir. 

 


[1] Mevlana, Fihi Mafih, çev. Meliha Ü. Ambarcıoğlu, Milli Eğitim Bakanlığı Yay.  İstanbul 1990 sh. 10

[2] Baudrillard Jean, Simulakrlar ve Simulasyon, çev. Oğuz Adanır, Doğu Batı yay. Ankara 2005, sh 14