Almanya “Üç B Projesi”ni hep canlı tutuyor. Hiç gündemden düşürmüyor.
Berlin – Bosfor (İstanbul) – Bağdat güzergâhıyla Ortadoğu’ya inmek istedi ve istiyor.
Petrolün merkezine konmanın plân ve programlarını yaptı ve yapıyor.
Örtülü olarak uyguluyor. Kanlı Terör Örgütüne yan çıkması bundan.
Çok iyi biliyor ki, kuvvetli Türkiye buna ilk engel. Türkiye bu tasavvuruna imkân vermez.
Öyleyse nüfuzu altına alabileceği, etkisini yürütebileceği devletçikler oluşmalı Anadolu’da.
Uydu, peyk, kukla devletçikler oluşsun ki, özellikle Güneydoğu’ya hâmi olarak ayak basabilsin.
Yerleşebilsin. Ortadoğu’ya boynunu uzatabilsin. Ortadoğu’ya burnunu sokabilsin.
Anadolu’da köprübaşı kurabilsin. Petrol alanında söz sahibi olabilsin.
Ama bütün bunlar için önce Anadolu bölünmeli! Bölük pörçük olmalı!
Eyalet, Federasyon, Ademi Merkeziyet / Özerklik / Otonomi / Yerinden Yönetim velhasıl;
Her ne adla olursa olsun; yeter ki olsun! Ama Anadolu önce bölüm bölüm bölünsün.
Anadolu parçalanmalı! Türkiye’de devletçikler oluşmalı!
Klâsik tabirle Tavaif-i Mülûk! Yani her zaman onları birbiriyle kapıştırmak imkânını
Doğuracak olan küçük küçük devletçiklere kapı açmalı!
Bunları istenebildiğinde birbiriyle boğuşturmalı ki,
Leş kargaları hükmünde olan Batılı devletler konacak yer bulabilsin.
Akbabalar hükmünde olan emperyalist devletler pike yapabilsin.
Didikleyecek parçalar görebilsin.
Hem önlerinde tarihten örnek aldıkları olaylar da var:
Büyük Selçuklu Devleti de, Şanlı Osmanlı Devleti de böyle böyle yıkılmamışlar mıydı?
Tarih sahnesinden çekilmeden önce; evvelâ
Küçük küçük Beyliklere / Devletçiklere ayrılmamışlar mıydı?
Tarihte bunun örnekleri çoktu. Nitekim Abbasîler, Emevîler
Ve muhteşem Endülüs Emevî Devleti de aynı yoldan, aynı şekilde yıkılmamışlar mıydı?
İşte tarihi tekerrür ettirmenin, tekrarlatmanın tam sırasıydı.
Türkiye engeli ortadan kaldırılmalıydı.
En kolay, en ucuz yol ise kaleyi içten fethetmekti.
İşte Türkiye’ye saldıkları teröristler; bu istek ve hayallerinin gerçekleşmesi yolunda
Gönüllü taşeronlardan başka bir şey değiller.
Onlara oradan üflüyorlar! Onlar burada oynuyor!
Haksız davalarına haklı metot uyguluyorlar.
İki kardeşi vuruşturarak bir taşla iki kuş vurmuş oluyorlar.
Çünkü biliyorlar ki, iki pehlivan kavga ederken; bir çocuk ikisini de dövebilir!
Nitekim iki kardeşi kızıştırdıklarına devam ettiklerini,
Bu günlerde cürmü meşhut hâlde, suçüstü yakalamış bulunuyoruz:
AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen’in
Türkiye’yi teftişe / kontrole gelişinde sarf ettiği ince anlamlı sözler;
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla kabîlinden ettiği lâflar;
İddia ve savımızı doğrular mahiyet ve içeriktedir.
X
Verheugen’in Kürtlere -sanki onlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değilmiş,
Sanki vatandaşlar arasında ayrılık gayrılık varmış gibi-
Daha fazla haklar verilmesi gerektiğini ifade etmesi.
Kürt halkına -sanki aynı kültürü paylaşmıyor muşuz gibi-
Kültürel ve sosyal hakların verilmesini söylemesi.
Üstünde çok düşünülmesi gereken kasıtlı ve dolaylı sözlerdir.
Günter Verheugen’in Sn. Haluk Koç’un da dediği gibi (8 Eylül 2004, Yeniçağ);
Ayrımcılık yapması, bazı noktaları körüklemesi.
Bu şekilde Türkiye’nin bütünlüğüne, Türkiyedeki Türklerin, Kürtlerin
Ve bütün etnik kökenden gelen insanların arasına ayrımcılık sokması.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bütün olduğunu görmezden gelmesi.
Yine üstünde ciddiyetle durulması gereken hususlardır.
Sn. Hasan Demir’in değindiği gibi (8 Eylül 2004, Yeniçağ);
Verheugen’in Diyarbakır Belediye Başkanına çok şeyler sorması.
Hele hepsinin üzerine tüy diken: “Türk Devleti ve Hükümetinden bir şikayetin var mı?” sorusu.
Mahut Belediye Başkanı’nın hemen: “Olmaz olur mu?” diye
Böyle bir cevaba teşne olduğunu belirtmesi.
Tekrar tekrar üzerinde kafa yorulması gereken; can alıcı noktalardır.
Ki, Alman Devleti’nin Türkiye hakkında beslediği,
Gizli ve sinsi emellerin ip uçlarını ele verir mahiyet ve niteliktedir.
Yazımızı Sn. Hasan Demir’in yerinde tesbitiyle bitirelim:
Verheugen Diyarbakır’dan özetle şöyle sesleniyor:
“Kürt halkının taleplerinin takipçisi olacağız!”
Yani resmen bölücülük yapıyor.
Çünkü bu ifadeler üniter yapıya ters düşmektedir.
Türk Milleti’ni, “Sen millet değilsin! Halklarsın!” diye Lozan’dan uzaklaştırıp;
Sevr sürecine sokmaktır.