Hepinizin
bildiği bir fotoğraf vardır. Bir şehit mezarı, içindeki misafir daha yeni
defnedilmiş. Defneden herkes gitmiş. Üzerinde o mezardaki aziz misafire ait
kamuflajla taburede oturan yaşlıca bir amca kalmış sadece mezarın yanında.
Ellerini önünde birleştirmiş, boynunu bükmüş mezara bakıyor öylece.
Hepinizin bildiği bir fotoğraf
vardır. Evinin kapısında rütbeli subayları görünce kapıyla duvarın kesiştiği
yere sırtını dayamış, üstü başı dökülen bir babanın fotoğrafı. İçindeki yangın
dışarı çıkmasın diye kendini tuttuğu gözlerinden okunan bir adam.
Hepinizin bildiği bir fotoğraf
vardır. Şehitlikte yan yana yatan aslanlardan birinin mezar taşının başına
geçmiş, ağzındaki sigarasını derin derin içine çeken bir adam. Asıl ateşin
sigarasının ucunda değil, ciğerinin dibinde olduğunu halinden belli eden bir
baba. Ulu orta ağlamaktan hicap ettiği için gözyaşlarını sigaranın dumanıyla
birlikte içine çeken bir babanın fotoğrafı hani.
Hepinizin bildiği bir fotoğraf
vardır. Şehitlikte ellerinde çiçeklerle evladının mezarı başında duran ve artık
evladını öpüp koklayamadığı için evladının mezar taşını okşayan, öpen koklayan
bir annenin fotoğrafı hani.
Hepinizin bildiği bir video vardır.
Cenaze merasimi esnasında Türk bayrağına sarılı tabutu yanındaki arkadaşına
gösterip “Bak bu benim babam” diyen bir çocuğun görüntüsü hani. Tabutun önüne
kadar gidip, babasının tabuta dayanmış üniformalı fotoğrafına bükük boynuyla
bakan başka bir çocuğun görüntüsü de vardır.
Hepinizin bildiği yüzlerce, binlerce
fotoğraf ve video vardır şehidin eşinin, nişanlısının, kardeşinin ağladığı,
kendini paraladığı… Her gördüğünüz fotoğraf veya videoda toprağın altında olana
mı yoksa toprağın üstüne kalana mı üzüleceğinize şaşırırsınız.
Biz millet olarak bu sahnelere o
kadar alıştık, o kadar kanıksadık ki bütün bunlar bize sadece birer sahne gibi
geliyor. Evladını, eşini, nişanlısını, babasını, kardeşini kaybeden şehit
yakınlarını sadece o sahneden ibaret zannederiz. Hâlbuki o insanların günlerce
gözüne uyku girmeyecek, boğazlarının düğümlenmesinden kursaklarından lokma
geçmeyecek. Ağlamaktan bitkin düşecek, sonra azıcık toparlanıp bitkin düşene
kadar tekrar ağlayacaklar. Aradan aylar geçip de hayat onlar için de yavaş
yavaş “normale” dönmeye başladığında hep bir “anormallik” vuku bulacak.
Kaybettikleri şehidin maddi ve/veya manevi yokluğunu hissedecek bir daha
yıkılacaklar, sonra bir daha, sonra bir daha… Bu döngü hayatlarının sonuna
kadar böylece devam edip gidecek. Biz bir şehidin ardından ne kadar üzülürsek
üzülelim, ateş sadece düştüğü yeri yakar. Biz, aldığımız şehit haberinden on
dakika sadece bir on dakika sonra “normale” döneriz, hayat bizim için akmaya
devam eder, gülmeye eğlenmeye devam ederiz. İnsan nisyan ile malul ancak şehit
yakınlarının öyle bir şansı yok ne yazık ki. “Unutmak” onlar için büyük bir
nimet ancak hatıralar hafızalarda canlanmak için fırsat kollarlar ve şehit
yakınları hep bu canlı hatıralarla yaşarlar.
“Ey Bu Topraklar İçin Toprağa Düşmüş Asker”
Mehmet Akif’in Çanakkale şehitleri
için yazdığı şiiri hepimiz biliriz. Orada geçen “Ey bu topraklar için toprağa
düşmüş asker” mısraını da biliriz. Bu mısraı ne zaman hatırlasam hep şu soruyu
sorarım; O toprağa düşenler, hakikatte toprak için mi düştüler yoksa toprağın
üzerinde yaşayanlar için mi?
Cevap belli; elbette toprağın
üzerinde yaşayanlar için toprağa düştüler. Sonra şu ikinci soruyu sorarım kendi
kendime; Toprağın üzerinde kalanlar, uğruna birilerinin hayatlarını vereceği
kadar değerli mi? Eğer bir insanın başka bir insan için hayatını vermesi
gerekiyorsa kimin kim için hayatını vermesi lazım? İlla ki böyle bir zorunluluk
varsa mantıklı olan daha az değerli olanın daha değerli olan için hayatını
vermesi gerektiğidir. Peki, iki insan birbiriyle kıyaslanırken nasıl bir değer
kıyaslaması yapılmalı? Bir insanı diğerinden daha değerli kılan nedir? Ve
gerçekten, toprağa düşenler toprağın üzerinde kalanlardan daha mı değersizdir?
Kamu imkânlarını şuna buna peşkeş
çeken iktidar sahipleri, torpille işe giren iktidar yanlıları, torpille mevki
makama kavuşanlar, ihaleye fesat karıştıranlar, çocuklar için sokakları
güvensiz hale getirenler, hastanelerde sağlık görevlilerine saldıranlar, borsada-para
piyasalarında spekülasyon yapanlar, uğruna birilerinin toprağa düştüğü toprağın
üstüne çöplerini atanlar ve daha kimler ve kimler… Toprağa düşenler bu
saydıklarım ve daha fazlası rahatça yaşasın diye toprağa düştüler. Toprağa
düşenlerin yakınları, hayatlarının geri kalanında bu saydığım kişiler için acı
çekiyorlar. Peki, bu saydıklarımın hangisi toprağa düşenlerden daha değerli?
Örs ve Çekiç Arasında
Millet olarak örs ve çekiç arasına
sıkışmış vaziyetteyiz. Önce uzun süre ateşin içinde bekletiliyor, sonra örsün
üzerine konup çekiçle dövüldükçe dövülüyoruz. Arada su veriyorlar ve küçük bir
ferahlık yaşıyoruz. Sonra yine ateş, yine örs, yine çekiç…
Başımıza inen darbelerin acısı ayrı
yakıyor canımızı; bu acıdan sorumluluk duyması gerekenlerin sorumsuzluğu,
umursamazlığı, pişkinliği, acıdan menfaat devşirme amacı ayrı yakıyor.
Sorumsuzluğun, umursamazlığın, beceriksizliğin, pişkinliğin hala taraftar
toplayabiliyor olması ayrı yakıyor…