Alman Meclisi’nde 1915 olaylarını soykırım olarak kabul eden sözde Türk asıllı Alman Milletvekillerine haklı olarak yöneltilen protesto ve tepkilerin Alman’ları rahatsız ettiği anlaşılıyor. Alman İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklama, daha doğrusu tehdit vatandaşlarımızı frenleme amacı taşıyor. İsmen Türk olan ve Almanlara yıllardır sığındıkları için milletvekili olabilen bazılarına tepkinin vatandaşlarımızın oturma izinlerinin kaldırılmasına sebep olabileceği ihtar ediliyor. Anlaşılan 2016 model Alman demokrasisinde yasal tepki, protesto ve fikirlerin serbestçe ifade edilmesine bazı yasaklar var. Onlara göre AİHM’nin sözde soykırımı konusunda aldığı karar da önemli değil. Anlaşılan milletvekili olabilmek için dost Türkiye’ye saldırtılıp atış yapılmak gerekiyor… Gerçeklere rağmen soykırımı yapılmıştır denecek. Hollanda’da da bundan önceki seçimlerde soykırımı yalanına evet demeyen Türk milletvekili adayları seçime sokulmamış ve liste dışı bırakılmışlardı. Herhalde bu da Hollanda modeli ileri demokrasi olmalı… İsviçre ve Fransa’daki ileri demokrasi mahkeme kararları çıkararak, fikir ve düşünce hürriyetini hiçe sayarak “soykırımı yoktur” diyenleri hapse atıyordu.
Meclislerini mahkeme, milletvekillerini yargıç gibi Türkiye’ye saldırtan ülkelere karşı Türkiye’nin yaptırımları olmalıdır. Bu gibi konular yabancı meclislerin işi değildir. Türkiye’de Ermeni düşmanlığı resmi bir politika olmuş olsa; bazı Ermeni’lerdeki kin bizde bulunsa; binlerce Ermenistan vatandaşı ülkemizde barınamaz, çalışamaz ve ülkesine de para gönderemezdi. Savaş halinde işgalci Ruslara öncülük yapan Ermeni militanlarından, yerli halkımızdan ve askerlerimizden ölenler olmuştur. Ölümler karşılıklıdır. Eğer Osmanlı sistemli bir yok etme yani soykırımı ve etnik temizlik uygulasaydı; tehcir yapmaz, bazı Ermenileri askere alır ve cepheye gönderirdi. Tehciri yanlış bulanların Başbakanlıktan ayrılmış olması hayırlı olmuştur. Ne Erivan’da maça gitme ilkesizliğine, ne de özür yolunu açabilecek taziyeye gerek vardı. Çelişkili tutum ve politikalar, ilkesizlik ve milli davaları yeterince anlayıp onlara sahip çıkamama bizim ebedi yanlışlarımızdır.
Ermenistan’ın ilk Başbakanlarından Kaçaznuni’nin “itilaf devletlerinin kışkırtmasıyla Osmanlı’ya ihanet ettik; tehciri hak ettik” şeklindeki itirafları tehcirin haklılığını ortaya koyar. Ayrıca General Harbour’un raporunda belirttiği gibi “asıl yok edilmeye çalışılan halk, öz yurtlarında Türklerdir” şeklindeki yüzlerce belge gerçekleri ortaya koymaktadır. Ermeni militanları gerçekleri karartmak için Avrupa’daki birçok kütüphanede mevcut bazı eserleri ortadan kaldırtmışlar, değişik kütüphanelere müdahale bile etmişlerdir. Efendim bu iş tarihçilerin işi diyerek işin içinden sıyrılmak yeterli değildir. Berlin’de şehit edilen rahmetli Talat Paşa‘nın ismi doğudaki sınır kapılarımıza verilmelidir. Boğazlayan Kaymakamı Şehit Kemal Bey gibi birçok devlet görevlisinin isimleri uygun yerlere verilerek biraz olsun kamuoyu yaratılmalı, en azından tartışılır hale getirilmelidir. Adana’da veya Yozgat’ta Şehit Kemal Bey’in isminin bazı yerlere verilmesiyle iş bitmiyor. Şehit Büyükelçilerimizin ve Dışişleri mensuplarımızın isimleri de gerekli yerlere verilerek vahşet sergilenmelidir. Kabuğunuza çekilmekle soykırımı suçlamalarından sıyrılamazsınız.
15 Mart 2015 tarihinde Aydınlar Ocağı olarak şehit Talat Paşa’yı anma toplantısı yapmak istedik. Berlin’de şehit edildiği yerde ve bir salon toplantısıyla bu devlet büyüğümüzü rahmetle anmayı düşündük. Maalesef Berlin’de bu hassasiyete sahip olması gereken insanları harekete geçiremedik. Türk Milliyetçisi olarak bildiğimiz bazıları da birer klasik sağcı olmuşlardı.