Türklerde hayvan sevgisi ve oluşturulacak bütünsel bakış açımız

83

Türkler Orta Asya’da eski çağlardan beri çevre, doğa ve hayvanlarla ilişkiler bugünün ölçütlerine göre bile çok ileride olduğu görülmektedir. Dünyada ilk ehlileştirilen hayvan köpektir. Avrasya bölgesinde ehlileştirildiği söylenir. Türkler hepinizin bildiği gibi 12 hayvanlı takvimi kullanmışlardır. Hayvanların bir kısmının ehlileşmesini sağlamışlardır. Özellikle At Türkler’de özel bir yer işgal etmişlerdir. Kaşkarlı Mahmut “At Türk’ün kanadıdır” demiştir.

Aslında insanlık gelişimini ve bu günlere kadar sağlıklı bir şekilde gelmesini, köpeklere borçludur. Eski çağlardan beri eğer köpek ilk ehlileşen hayvan olmasaydı, çevreden gelen tehditlerden hiç birisinden haberdar olamayan insanoğlu ciddi risklerle karşı karşıya kalacak, önceden bilemediği risk ve tehditlerin çoğunu bertaraf edemeyecekti. İnsanoğlunun atların evcilleştirilmesi ile birlikte ciddi olarak hareket kabiliyeti artmış, yaşam kalitesini de artırmıştır. Kediler kemirgenlere karşı insanları korumuş, bulaşıcı hastalıkları engellemiştir. Güvercinlerle haberleşme sağlanmış iletişimin artmasına vesile olmuştur. Bu örnekleri daha da artırabiliriz  Bu pencereden baktığımızda da özellikle köpeklere karşı bir vefa borcumuz var. İlkçağlarda doğa ile iç içe yaşayan insanları kameralar, güvenlik görevlileri, farklı savunma amaçlı araç ve gereçler korumuyordu.

Eski Türklerde Tanrıya at kurban etme anlayışı hakimdir. İnceledim bazı kabileler bildiğimiz anlamda bazı ruhlar için atları kurban etmişler, ancak Tanrı için kurban anlayışları ise farklıdır. Atı önce damgalamışlar ondan sonra özgür bırakmışlardır. Özgür bırakılan bu atlara dokunulmazlık sağlamışlar, bu atlara kimsenin binmesini ve dokunmasını yasaklanmışlardır. Bu tip atlara da “töğünlük at” denilir. Atın sahibi savaşta öldüyse atı hiçbir zaman feda edilmez, sadece kuyruğundan bir kısım keserek kesilen kuyruğu mezara koyarlardı. Ayrıca atlar öldüğünde genellikle mezarlara gömmüşlerdir. Ciddi at mezarlarına ve mezar başlıklarına Orta Asya’da rastlıyoruz.

Türkler İslam’la müşerref olduğunda ve yakın tarihe doğru gelindiğinde, Selçuklu ve Osmanlıda hayvanlarla ilgili olarak neler var diye baktığımızda ise, hem vakıflar yoluyla hem de kişisel olarak hayvanlara olan yaklaşımın çok medeni olduğunu görüyoruz. Buna karşın aynı dönemlerde diğer ülkelere bakıldığında ise hayvanlara ve insanlara yapılan davranışların zulüm ölçeğinde olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.

İslam insana bütünsel bir bakış açısı ve bu bakış açısına uygun davranış kalıplarının oluşmasını sağlar. Bütünsel bakış açısıdır ki Selçuklu’larda ticaret yolları arasında hem insanların hem de hayvanların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kervansaraylar oluşmasına sebep olmuştur. Bu büyük konaklama yerlerinde insan ayırımı (din, dil, ırk) yapılmadan her kese eşit muamele edilmiştir. Osmanlıda hepimizn bildiği gibi Hayvanlarla olan irtibat ve anlayış daha kurumsallaşmıştır. Kedi hastanesinden, Leylekrin kırılan ayaklarının tedavisinin yapıldığı kliniklere, kuşlarla ilgili yapılanlar ve diğer hayvanlara olan yaklaşımlara bakıldığında; yüksek bir medeniyetten ve anlayıştan bahsedebiliriz. Hayata dair her şey, Kuran ve sünnet ve güzel adet, gelenek ve göreneklerle süslenerek gelmiştir.

Kızılcıhamam Zımmiler köyünde, kış mevsimlerinde dağdaki geyiklere ot ve tuz vermek için bir organizasyonun olduğundan, bu görevi yapan kişiye de “Geyikçi” denildiğinden bahseder (http://www.muzaffereker.com/Kizilcahamam/dinihayat/yabanabadvakif.htm) Bu gelenek hala o bölgede ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde devam etmektedir. Vakıflar sadece şehirlerde kurulmamıştır. İhtiyaca göre köylerde bile bir çok vakıf kurulmuştur. Sosyal hayatın medeni bir biçimde gelişmesi ve sürdürülmesi vakıf medeniyeti diye bahsedilen olgunun gelişimi ile ilgilidir. Devlet, enerjisini büyük işlere harcarken sosyal hayatı da hayırsever vatandaş ve organizasyonların kurdukları vakıflara bırakmıştır.

Kuranda bir ayet var çok sarsıcı “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” (En’am, 38)  Bu ayet söz söylemenin bittiği yerdir. Hayvanlarla ilgili bir çok ayet var. Bizim bu ayetleri iyi algılayabilip davranış haline dönüştürebilmemiz için O dönemdeki İnsan-hayvan, İnsan-çevre, insan-insan ilişkilerine iyi bakmamız lazım.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) hayvanlarla ilgili nakledilen sadece bir olaydan bahsedeceğim. Sahabeden bir zat elindeki Kuru ekmeği bir köpeğe uzatıyor. Köpek ekmeğe doğru hamle yaptığında sahabe elini çekiyor ve ekmeği köpeğe vermiyor. Bu hadiseyi gören peygamberimiz. Yapılan davranışın çok yanlış olduğunu yapılan bu davranışın köpeği aldatmak olduğundan bahsediyor. Bu davranışın öbür dünyadaki karşılığının da bu kandırmacılığı yapan zatın, öbür dünyada cennetin kapısına kadar getirilip, sonrada cehennemin kapısından içeri sokulacağı şeklindedir.(Kutübu sitte aldatma bölümü; İmam suyuti camial kebir aynı bölüm: Ravi Sait bin Vakkas ebu sait hudri ..)

Çünkü R.S.A.V. “Aldatan bizden değildir… Emanete ihanet eden bizden değildir” buyuruyor. (Kutübi sitte)

Belki sadece şakalaşma amacı ile bile olsa bir köpeği kandırmanın ne kadar kötü bir davranış olduğunu bu örnekte görüyoruz. Günümüzde İnsanların, bazı kurumların, belediyelerin yöneticilerin hayvanlara yaptıkları zulmün karşılığını düşünemiyorum bile.

Bizim tüm hayat ile anlayışımızı yeniden gözden geçirip, insan-çevre, insan-hayvan, insan-doğa kısaca tüm ilişkilerimizi ve bu ilişkilerdeki davranışlarımızı bize verilmek istenen bütünsel bakış açısını iyi algılayıp, bu bakış açısına göre hayat anlayışımızı içselleştirirsek, toplumsal olaylardaki tüm problemlerimizi asgariye indirmiş olacağız. Bütünsel bakış açısıyla, her canlı ile olan ilişkilerimiz daha medeni bir seviyede gelişeceğine inanıyorum..