GİRİŞ
İnsan
Türk milletinin dili Türkçedir.
Dil, canlı ve dinamik bir
Hız, özellikle gençlerimiz için
Bu
Toplumda
Sevindiricidir: Ülkemizde okuma
Dilimizin zenginliğini; OĞUZ ÇETİNOĞLU
|
Oğuz Çetinoğlu: Türkçenin zenginliğini ve üstünlüğünü
vurgulayan ilk kişinin Kaşgarlı Mahmud olduğu biliniyor. Kaşgarlı’yı
destekleyenlerden söz eder misiniz? Ne tür katkılarda bulunuldu?
Prof. Dr. Metin Karaörs:
Türkçenin zenginliğini ve Farsçadan üstünlüğünü anlatan bir şairimiz de 15 asrın
2 yarısı ve 16 asrın başında Herat’ta, bugünkü Özbekistan’da yaşamış olan Ali
Şir Nevayi’dir.
Divanları ve Hamsesi şairin kudret ve hizmetini anlatmaya
yeterlidir. Bunun farkında olan Ali Şîr, şöyle seslenmektedir:
‘Cihanda Türk edebiyatı bayrağını kaldırmak suretiyle Türkleri tek bir
millet haline soktum. Hiç ordum olmadığı halde her tarafa yalnız divanlarımın
nüshalarını göndermek suretiyle Çin hududundan Tebriz’e kadar bütün Türk ve
Türkmen illerini fethettim. Sen kılıçsız yalnız kalemin ile Türk ülkelerini,
Türk milletinin kalbini fethedeceksin, onları tek bir millet yapacaksın. Türk
iklimleri sana aittir. Sen bu milletin sahip-kıranısın.’
Nevâyi ‘Muhâkemetü’l-Lugateyn’
adlı eserinin baş kısmında ‘İnsanın söz ve dil şerefiyle bütün yaratıklardan
üstün olduğunu belirttikten sonra Arapçanın zengin bir dil olduğunu ve Kur’an
ve hadis dili olarak saygı gösterilmesinin gerektiğini söylemiş, Acem dilini
ise Türkçe ile karşılaştırmıştır.
“Ancak mazlûm bolur ki
Türk Sârt’dın tîz-fehmrak ve bülend-idrâkrek ve hilkati sâfrak ve pâkrek mahluk
boluptur.” (Öyle bilinir ki Türk, Sart’tan daha keskin zekâlı, daha üstün
anlayışlı, daha saf ve temiz yaratılışlıdır. “Ve Sart Türk’din te’akkül ve ‘ilmde dakîkrak ve kemâl ü fazl fikretide
‘amîkrak zuhûr kıluptur.” (Sart ise zihin yorarak anlamada ve ilimde
Türk’ten daha ince, fazl, kemal ve tefekkürde dah
görünür.) “Ve bu hal Türkler’ning sıdk u
safâ ve tüz niyyetidin, ve Sartlar’nıng ilm ü fünûn ve hikmetidin zâhir durur:”
(Bu hal Türklerin doğru, temiz ve dürüst niyetinden, Sartlar’ın ilminden,
fenninden, hikmetinden bellidir. Lakin her ikisinin dillerinde kusursuzluk ve
noksanlık bakımından farklar vardır.) “Elfâz u ibâret vâz kılurda Türk Sârt’ka
fâyık kiliptür.” (Söz ve ibâre
vaazında Türk Sart’tan üstündür.)
Nevâyi; “Küçüğünden
büyüğüne kadar bütün Türklerin Farsçayı bildiğini, Fars dili ile şiirler yazdığını,
Farsların ise Türkçeyi bilmediğini, bilenlerinin de dillerinden Acem
olduklarının hemen anlaşıldığını” belirtip, 100 tane fiil sayarak bunların
hiçbirisinin Farsçada olmadığın
çeker.
Türkçeyi lugat serveti bakımından Farsça ile karşılaştırarak
birçok kelime ve deyimlerin Farsçada olmadığını, Türkçeden alındığını
örneklerle belirtir. Münazara-mükâleme tarzı Farsçada yoktur. Faktitif
eklerinin ifade ettiği oldurma ve yaptırma şekilleri, ortaklaşa ekinin
fonksiyonları, Farsçada yoktur.-çı,-çi meslek yapma, -gaç,-geç ekleriyle
yapılan kelimeler, dik (gibi) edatının ifade şekilleri Farsçada yoktur.
“Türkçede böyle
incelikler ve yükseklikler çoktur.” “Ve
hünersiz Türkning sitem-zarîf yigitleri âsânlıkka bola Fârssi elfâz bile nazm
ayturga meşgul bolupturla.r” (Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel
sanarak Farsça şiir söylemeye özeniyorlar…Türk dilinin zenginliği bunc
başk
söylememelidirler.)
Türkçenin derinliklerine
dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü. Bu âlemin
süsler, ziynetler içerisinde enginleşen göğü, dokuz gökten daha yüksekti. Bu
hazinenin incileri, yıldızların mücevherlerinden daha parlaktı.
“Bu âlemin gül
bahçelerine girdim. Gülleri, feleğin güneşinden daha parlaktı. Her yanında göz
görmedik, el değmedik daha neler neler vardı.”
Türkçe sevgisinin
fışkırdığı bu sözlerinden sonra Türkçenin ihmal edilişini şu cümlelerle
hayıflanarak anlatmaktadır:
“Ama bu mahzenin
yılanı kan dökücü ve güllerinin dikeni sayısızdı. Bunları görünce düşündüm ve
dedim ki: Demek bizim Türk şairleri bu korkulu ve dikenli yollardan
çekindikleri için Türkçeyi bırakıp gitmişler.”
“Bu yol yüksek himmet
istiyordu. Ben bu yoldan vazgeçmedim. Onun seyrine doyamadım. Bu yolda yürümekten
korkmadım ve yılmadım.Türkçenin fezâsında tabiatımın atını koşturdum. Heyâlimin
kuşunu kanatlandırdım.Vicdanım bu hazineden nihayetsiz kıyetli taşlar, la’ller,
inciler aldı.Gönlüm bu gül bahçesinin türlü çiçeklerinden uçsuz bucaksız güzel
kokular kokladı.”
Nevâyi, divanlarının ve bazı eserlerinin yukarıda tarif
edildiği şekilde Türkçenin güzelliklerini aksettirecek şekilde olduğunu
belirterek her divanının yazılış sebebi ve konusunu anlatarak, Türkçe
sevgisinin Farsçayı bilmeyişinden ileri gelmediğini şu şekilde belirtir:
“Zannedilmesin ki
benim Türkçeyi övüşüm Türk olduğumdan ve tabiatımın Türkçe sözlere alışmasından
ve Farsça bilmeyişimdendir. Aslında Fârisi’yi öğrenmekle hiç kimse benim kadar
gayret sarf etmemiş, bu dilin doğrusunu, yanlışını benim kadar öğrenmemiştir.”
“Türk ve Sart dillerinin keyfiyet ve hakikatlerini bu risalede toplayıp
yazdım ve ona Muhâkemetü’l-Lugateyn adını koydum. Öyle sanıyorum ki Türk
milletinin şâirlerine büyük haz kazandırdım. Kendi öz dillerinin nasıl bir dil
olduğunu öğrendiler. Acemce söyleyenlerin Türkçeyi küçümseyen sözlerinden
kurtuldular. Türk şâirleri benim bu gizli hakikati ortaya koymaktaki gayretimi
öğrenirlerse umarım ki beni hayır dua ile anacak ve ruhumu şâd edeceklerdir.”
NİHAT SÂMİ
Sâhasının
O’nun, ‘Türkçenin
O.Ç.
Yanlış
Meselâ,
Aceb Şöyle Bağrı Şöyle
dörtlüğüyle
Taşdın Sular Akdın Yollarımı
Nidem Bulunmaz Oldum Beni
gibi
Yûnus
Bu |