Kardeşlik Hukuku ve Kur’an (5)

109

     Kur’anı Kerîmin
manevî ve işarî tefsirlerinde; klasik tefsirlerdeki sıralı tertip ve tanzim
görülmez. Yâni sûre ve âyet sırası tâkip edilmez. Zaman, zemin ve makam icabı
çeşitli âyetler mânevî ve işarî bir tarzda açıklanır. Âyetler, umumiyetle /
genellikle rivayet yollu değil, dirayet yollu izah edilir / açıklanır.

     Yapılan; âyet ve
hadislerin mâna, şerh ve açıklamalarından ibarettir. Fakat bizler geniş bilgi
sahibi değiliz.

     Bu yüzden
okuduklarımızın hangi âyet veya hadis karşılığı olduğunu tespit ve tâyin
edemeyiz. Ama bu çeşit eserlerdeki mânaların böyle olduğunu bilir ve kabul
ederiz.

     Manevî ve işarî
tefsirler; asrın fehmine, anlayışına ve yüksek seviyesine hitap edecek şekilde hazırlanmıştır.

     Bu zâtlar zaman ve
zemine göre, âyet ve hadisten anlaşılması gereken Allah’ın muradını, asrın
insanına aktarmakla görevlendirilmişlerdir. Bu mânayı Mehmed Âkif Ersoy çok
güzel bir şekilde ifade etmiştir:

 

                   
Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı,

                   
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâmı.

 

     Nitekim, meşhur
âlim Said Havva, bu hususta şöyle der:

     “Âyet ve hadisleri
yerli yerine oturtmak yâni âyet ve hadislerin bu asra bakan mânalarını bulup
çıkarmak, ancak Rabbanî âlimlerin yâni ilhama mazhar olan bilginlerin
harcıdır.”

     Öyleyse Kur’anı,
Kur’andan okuyacak, anlamını bu çeşit eserlerden edineceğiz.

     Gelelim sadede “Nefsimle
beraber dinle.” hitabında demek istenir ki: “Kim isterse benimle beraber
dinlesin.” Yine demek istenir ki:

     “İcbar / zorlama
yok. İsteyen beni dinleyebilir. Çünkü ben, akla kapı açıyor, isteği ele
veriyorum. Benim yaptığım tekliftir, tehdit değil. Benim yaptığım tebliğdir,
tenkit değil.”

     “Kim isterse
beraber dinlesin.” derken, bir bakıma “Lâ ikrahe fi’d – dîn.” / “Dinde zorlama
yoktur.” (Bakara: 256) meal ve anlamındaki âyeti de dikkate almamız öğütleniyor
gibidir.

     İnsan ihtiyar sahibidir.
Yâni seçme yeteneği vardır. İki şeyden birini seçebilendir. Kısaca insan,
tercih edebilendir. Tercih kabiliyeti ile yaratılmıştır. İnsan, muhtar yani
seçen ve seçici bir varlıktır. Ayrıca insana akıl da verilmiştir.

     Fakat aynı
zamanda, cüz’-i ihtiyarî / azıcık da olsa seçme, tercih etme imkân ve yeteneği
de yaratılışına konmuştur. İşte bu bakımdan insan, muhtar bir varlık yâni
ihtiyar sahibidir.

     İnsana akıl
verilmiş, ihtiyar / seçicilik bahşedilmiş. İnsan aklını kullanacak, istediğini
seçecek, tercih edecek. Çünkü insan, teklif için yaratılmış. İnsanın karşısına
her şey çift olarak çıkarılmış. İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış vb. gibi.
Bütün bunlar insana sunulmuş, ona arz edilmiştir. Bütün bunlar insana teklif
edilmiş. Tercihiyle baş başa bırakılmış. İnsandan seçmesi talep edilmiştir.

     Kendisine doğru
yol da, eğri yol da gösterilmiş. Fakat ondan doğru yolu / sağ yolu / Kur’an
yolunu tercih etmesi istenmiş. Aynı zamanda, İlâhî teklif karşısında iradesini
gösterebilmesi , tercihini yapabilmesi için de, benliğine cüz’î irade ve cüz’î
ihtiyar denen istek ve arzu konmuştur.

     Bütün bunları
düşünürken, sadece isteme ve seçmenin insandan beklendiği, fakat yaratmanın
sadece ve sadece Allah’a ait olduğu da hatırlatılmıştır.

     Meselâ “Bismillah
her hayrın başıdır.” cümlesi, neler hatırlatmaz ki insan olan insana. Çünkü
insan, dünyada zıtlıklar arasında, bir tercih yapmak zorunda. Kısaca nefsi,
İlâhî istek karşısında; her an sınanmakta, sınava çekilmektedir.

     İşte bu
tercihlerinden dolayı, ömür boyu kazanacak veya kaybedecek. Ömür boyu artılar
ve eksiler alacak. Sonuçta artıları eksilerden fazla olması hâlinde, ebedî ve
sonsuz hayatı kazanacaktır.

     Kazanırsa ne büyük
bir kazanç. Allah göstermesin kaybettiği takdirde, ne büyük bir kayıp. İnsan,
işte böyle dünyalar kadar büyük bir hayat-memat / ölüm-kalım mes’elesiyle karşı
karşıyadır.

 – 2 –

     Ebediyyen varlığı
devam edecek olan insanın; ya sonsuz olarak zindanda kalması veya sonsuz bir
şekilde cennetin baş köşelerinde bütün sevdikleriyle birlikte yer alması söz
konusudur. Ne büyük saadet!

     “Ebedînin sâdık
dostu ebedî olacak.” ne gam be dostlar!. Ebedî olan Allah’ın sâdık dostu isek,
O‘nun emirleri doğrultusunda tercihlerimizi yaptı isek…Her hayrın başında
“Bismillah” diyorsak…O’nun mülkünde, O’nun adıyla hareket ediyorsak…Ne
mutlu bize. Çünkü tercihlerimizi O’ndan yana yaptığımız takdirde, inşallah
bizler de ebedî / sonsuz olarak var olacağız.

     Evet büyük bir
karşılıkla müjdeleniyor. Saptanamaz büyük bir kurtuluşla muştulanıyoruz. Ne
mutlu bizlere.

     Ne mutlu Ebedînin
sâdık dostu olanlara.

     Ne mutlu her
hayrın başında “Bismillah” diyenlere.

     Ne mutlu
tercihini, ebedî saadeti kazandıracak olan ebedî olan Zât’tan yana koyanlara.

     Evet bir daha
tekrarlıyor ve inanıyor ne kelime, adımız gibi biliyoruz ki:

     “Ebedînin sâdık
dostu ebedî olacak.”

    Yeter ki, her
hayrın başı “Bismillah” olsun.

    O’nun mülkünde,
O’nun izniyle hareket edilsin.

    Evet, gerçekten
“Bismillah her hayrın başıdır.”

    Ne mutlu her
hayırlı işe “Bismillah” ile başlayanlara.

Önceki İçerikTürk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Karaörs ile Dil konusunu Konuştuk
Sonraki İçerikDemokratız ama Cumhuriyet Fakat
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.