Bilgili olmak, bilgiyi doğru kullanmak, bilgiyi yerinde ve zamanında değerlendirebilmek gibi özelliklerin uygulandığı yerler- toplumlar sıkıntıların azaldığı, insanların daha huzurlu ve mutlu olduğu, güven ve emniyetin geliştiği yerlerdir, toplumlardır.
İnsanlığın gelişimi biyolojiden matematiğe, psikolojiden mantığa, tıptan sosyolojiye, yönetimden ekonomiye her biri dünden bugüne tecrübeler, deneyler, düşüncelerle olmuştur. Her yeni daha doğru bilgiyi, edinip uygulayan insan ve toplumlar diğerlerinden farklı bir noktaya gelmiş bunların sistematikleşerek uygulanması ile de yeni medeniyetler doğmuştur. Sn. Hanefi Avcı’nın kitabını okurken bunları görüyorsun. Hatıralardaki bazı olayları değerlendirirken ” Neden bu olay böyle oluyor?, niçin bu iş böyledir?. Şu basit mesele’de böyle mi olmalı?, niçin kaynak ve enerjilerimizi “AVARA KASNAK” misali boşa harcıyoruz?, akıllılık ve çalışkanlık ortak kaynak ve değerlerimizi kişisel çıkarlarımız için hoyratça harcamak mıdır? gibi soruların cevabını da, bu işlerdeki ilgili insanlarımızın (yöneten, yönetilen) zaaflarına dikkat çekilmek istendiğini görüyorsun. Bu sebeple ben Hanefi Avcı’ya aynı dönemleri yaşayan yaşıtı olan bir Türk vatandaşı olarak en samimi teşekkürlerimi sunuyor, benzeri çalışmaların çoğalması temennimi belirtiyorum.
Hanefi beyin kitabındaki “Simon” lar bana daha önce bir romandaki “MANKURT”‘u hatırlattı. Büyük romancı Cengiz Aytmatov’un “Bir ömür asra bedel” romanında Çin’de esir alınmış Türk’lere yapılan bir muamele sonucu ya ölen, ya da kişiliğini kaybeden ve mankurt denen bir insana dönen esirleri hatırlattı. Simon mensubu olduğu gurubun doğruları adına suçsuz yere kız kardeşinin dahi idamına onay verecek kadar gözü kara bir yöneticidir. Aynı şekilde benzeri bir körlükle yanlışları görmeyen, duymayan memurlarımız, amirlerimiz, siyasilerimiz de nice büyük yanlışlara, nice büyük zararlara sebep olarak hüsranları getiren kararları almıyorlar mı? Hatıraları okurken bu haksızlığa, bu yanlışa, bu abesle iştigal diyebileceğimiz olaylara biçare boyun eğen toplumumuzu – insanımızı da sorgulamaya çalışıyor. İstanbul Haliç‘inin 1990’lı yıllarında, bölgeye yeni gelen insanı bayıltan pis kokusuna, orada yaşayan insanların böylesine kötü bir çirkinliğe bile ne kadar alıştığı, belirgin bir olumsuzluğa bile alışılmışlığın kabullenişini kitabın ismine taşıyarak sorgulamak istediğini görüyor ve takdir ediyorsun. Hani kurbağayı suya koyup, suyu yavaş yavaş ısıtarak onun önce rehavete kapılması ve alışması, daha sonra da sıcak sudan çıkamayıp orada ölmesi misali gibi meselelerimizin çözümünde milletimizi ve devletimizi yönetenlerin üretken reflekslerinin nasıl felçli hale getirilmeye çalışıldığına işaret edilmeye çalışıldığını anlıyorsun…
Cemil Meriç’in bir tespiti var: “İdeolojiler insan idrakine giydirilmiş deli gömlekleri gibidir.” İşte kitap bize bunu hatırlatıyor. Devlet adına, din adına veya bir mensubiyet adına insanlar idraklerini kaybederlerse hizmetin, adaletin kaybolacağı; huzur ve mutluluğun elden çıkacağı; iyilik ve gelişmelerin kaybedileceği yönünde uyarıların yapılmaya çalışıldığını görüyorsun.
Yönetenlerin, amirlerin, memurların ve sade vatandaş olarak her birimizin ayrı ayrı ders alacağı, alması gerektiği bir kitap. Peşin hükümsüz okumak ve değerlendirmek kaydı ile ilgili her bir kesimin faydalanabileceği bir çalışma olarak görüyorum.
Yüce kitabımız Kuran’ı Kerim’in birçok yerinde “Onlar bilmiyorlar mı?” Onlar idrak etmiyorlar mı?” diye hatırlatmaktadır. İşte Sn. Avcı’da bize bilmek ve idrak etmek noktasında ki zaaflarımızı ve bunun sonucunda olabilecekleri işaret etmekte; avlarımızın ise yanlışlarımız, bencilliklerimiz, alışkanlık haline getirdiğimiz göremediğimiz kirliliklerimizin olması gerektiğine parmak basmaya çalışmaktadır.
Teşekkürler Sayın Avcı.